“Her geçen gün bir yenisini öğreniyoruz.AB'nin Türkiye'den istediği ne kadar çok şey varmış meğer.Anayasa ve yüksek yargı hukukundan tutun da, başka özel ve kamu hukuku alanına ,iç ve dış güvenliğe - uluslararası hukuka , maliye'ye vs… kadar uzanan ,ucu açık istekler yumağı mübarek.

Ancak hemen belirtelim ki ,bizim bu yazımızın konusu bütün bunların hepsini birden ele almak değil,sadece ve özellikle ,IMF ve Dünya Bankası istekleri ile de örtüşen hukuk reformu istekleridir.Ve yine hemen işaret edelim ki ,''Türk Yüksek Dereceli Devlet Memurları ''için AB ülkelerinde (Hollanda,Belçika, İrlanda )düzenlenen bir ay süreli ''AB Hukuku Semineri'' sırasında bu konuların hiçbirisine değinilmemiştir.Nedeni acaba ne olabilir diye düşünmekten de bugün dahi kendimi alamıyorum… 

AB'nin olası üye ülkelerden ve bunlar arasında özellikle Türkiye'den '' hukuk reformu '' yapılmasını ısrarla istediği bilinmektedir. Bununla bağlantılı olarak '' hukuk reformu ''ndan ne anlaşılması gerektiğini çok iyi kavramak gerekir ki;bu yapılmadığı takdirde ,içeriğini bilmediğimiz bir borç senedinin altına imza koymuş olmamız ve bunun yol açacağı sonuçlara katlanmamız gerekeceğini de çok iyi bilmeliyiz…

Şunu  aklımızdan çıkartmayalım ki AB ve sair uluslararası finans kuruluşlarına göre, dünyada egemen olan ''küreselleşme'' olgusunun doğal aracı ve hedefi piyasa ekonomisinin güçlendirilmesidir.Ekonomik kalkınmanın ve büyümenin tek güvenilir motoru budur.Güncel projeler;mülkiyet haklarının titizlikle korunmasına ,sözleşmelerin kararlılıkla uygulanmasına ve finans sektörünün yatırımcı dostu altyapıya kavuşturulmasına yöneltilmelidir. Bunu sağlamak için de, büyümeye ve ekonomikliğe engel olabilecek tüm katı düzenlemelerden kaçınılmalıdır.İşte bu nedenledir ki ,özellikle emeğin korunması ile ilgili düzenlemelere karşı çıkılmaktadır…

 

Nitekim, basınımızda zaman zaman yer alan haberlerde IMF'nin veya Dünya Bankası'nın ,Türkiye'ye sağlanacak krediler çerçevesinde, memurlara yapılacak zamlara ,emeklilik yaşına ,yatırımların nerelere yapılacağına karıştıkları bilinmektedir. Halbuki Türkiye gibi Anayasasında ''sosyal hukuk devleti ilkesi '' perçinlenmiş olan ülkelerle ,toplumsal eşitsizliklerin artmasını ve sosyal yönden zayıf olan tabakaların durumlarının kötüleşmesini önleyici önlemler alınması da kaçınılmazdır…Bu amaçla şu üç koruyucu temel önlemin alınması zorunlu görünüyor : Birincisi,örneğin çalışanlarla girişimciler arasında doğabilecek menfaat uyuşmazlıklarını, ekonomik istikrarın bozulmaması gibi bir nedenle üstünün örtülmesi yerine, sorunun açıkça tartışılması ve bir ''uzlaşma yolu'' arayışına gidilerek makul çözüm aranmasıdır.İkincisi ,sermaye getiren ülkelerin ve uluslararası finans kuruluşlarının bugüne değin savunmakta oldukları ,'' her koşulda devlet müdaheleciliği ekonomik gelişmenin düşmanıdır'' önyargısına saplanılmamalıdır.Gerekli hallerde devlet müdahaleciliği yarar sağlaya bilir…Üçüncüsü de,ekonomik kalkınma yolundaki ülkelerin ,ekonomik kalkınma ile sosyal adalet arasında denge sağlayan yasalara kavuşturulması özendirilmelidir.Bunun yapılması iledir ki ,bu ülkelerde iş piyasası ,çevre koşullarının iyileştirilmesi yoksullukla savaş ,kadın-erkek ve bunun gibi değişik sosyal gruplar arasındaki kabul edilemez derecedeki eşitsizliklerin giderilmesi yolundaki çabalara daha fazla destek sağlanmış olacaktır…”

Bütünleyici Yorumuma gelince;

Yayınlanan AB ilerleme raporlarına bakılırsa, her yıl gündemde olan ve AİHM ( Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nce ) mahkum edildiğimiz gerçeği yazık ki değişmezliğini koruyor...Ama AKP iktidarı ,parlak nutuklar ve vaadlerle, zaman zaman tehditvari söylemlerle havanda su dövmektedir.O kadar ki; IMF'ye borç vermekten tutun da ,Türkiyesiz AB'nin çökeceğine kadar uzayan savlar da ileri sürmektedir...Hukuk reformu hepimizin malumudur.Küreselleşmenin alıp başını gittiği bir süreçten geçiyoruz.

Günümüzde ekonomik entegrasyonlar ulusları müşteri ,ülkeleri pazar alanı olarak şekillendirmiş bulunmaktadır.Hali hazırda Dünya Bankası'nın destekleri de ,küresel sermayenin hizmetinde olacaktır. Ne var ki ülkem dış ülkeler yanında ve özellikle  AB ülkemizi sürekli uyarmasına rağmen AİHM'de en çok mahkum olma şöhretini de kimselere bırakmamaktadır.

Dışarıdan sürekli zılgıt yiyen Türkiye , BOP'a, İslam ülkeleriyle olan sermaye ilişkilerine bel bağlamaktadır. Bu saplantıdan kurtulmamızın zorunluluğu apaçık ortadadır. İktidar bunu başaracak donanıma sahip midir? Ne yazık ki şimdiye kadar bunu ima bile edecek en küçük bir belirti de maalesef yoktur…