Kaleminden çıkan eserler ile okurunu; yaşamın, bilincin ve insanlığın köklerine uzanan benzersiz bir keşfe davet eden Şair Yazar Erdi Erden’in edebiyat yolculuğuna konuk olduk. Şiir, roman, çocuk kitabı, novella gibi farklı edebi türlerini okuyucusuyla buluşturan, sanatta çok yönlülüğün temsilcilerinden olan Erden, kendi edebi metinlerini, “Şiirlerim narkozsuz küçük ameliyatlarım, romanlarım ise masada kalma riskini göze aldığım cerrahi müdahalelerimdir” diyerek tanımladı. Sanatta “tabu” kavramına itiraz getiren Erden, “Toplumun çıkarlarına göre konulan kurallar saçmalamayı engeller. Saçmalanmayan yerden de sanat kalıplaşarak çıkar. Sanat, rastgele yapılmış hatalardır tıpkı evrim mekanizması gibi…” görüşlerine yer verdi.
● Sizi tanıyabilir miyiz?
Herhalde en çok zorlanacağım soru bu olabilir. Zira insanın kendini tanıtmasını çok yanıltıcı buluyorum. Ama kronolojik bir izleği takip edersek 1989 doğumluyum. Bakırköy Ruh Ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin yamacındaki Uğur Hastanesi’nde dünyaya gelmişim ki mekansal yazgı gereği göbeğime Uğur adı aklıma da eseriklik zannı takılmış. Annem ve babam adımı; Rıdvan Dilmen’den etkilenerek Erdi koymuş. Herkes Rıdvan koyuyor diye herhalde nihilist bir yaklaşımla takım arkadaşı Sarıyer’li Erdi’nin adını vermişler. Soyadımızı seviyorum. Erden, bakir demek. Ben bunu düşüncelerim olarak metaforlaştırdım. Çocukluğumu; o yıllarda (belkide hala) haberlere genelde “varoşlar” olarak anons geçilen Gaziosmanpaşa’nın işçi gettolarının bulunduğu gecekondu apartman kimeraalarında geçirdim. Tapusal ve tabusal sorunları olan uyumlanma telaşındaki konfeksiyon mağduru insanlarla hemhal oldum. 90’lı yılların analogdan dijitale evrilmesine şahitlik ettim. Kardeşim Ertuğrul’un doğması ile oyunun iki kişilik de oynanabileceğini tattım o yüzden yaşamımda onun yeri çok ayrıdır. Bu gerçekliklerin izdüşümü olarak zihnim ergen odası hatta ayıplı mal satan cumartesi pazarı gibidir gerçi şimdilerde bu kaosun yarattığı düzene alıştım. Korkuttum herhalde, biraz daha uzatacak mı diye içinden geçiremleri en başta uyarmıştım. Latife bir yana ilkokulu, ortaokulu ve liseyi birbirinden 500’er metre uzaklıklardaki çeşitli okullarda bitirip herhalde o dönem çocuklarının ellerindeki kumanda sayesinde tanrı hissettikleri tek gerçeklik olan televizyon dizilerinden etkilenerek İzmir’i seçtim. Ege Üniversitesi Biyoloji bölümünü bitirdim ki kaygılı çocukluğum bu mesleği içselleştirmemi kolaylaştırdı. Zira doğduğum andan itibaren güvende hissetmek için etrafımı haddinden fazla gözlemlemek zorunda kaldım. Öğretmenlik sonrası Kıbrıs’ta askerlik, sonrası da ilk görev yerim olan Siirt’te devlet memurluğu, en nihayetinde eş durumundan İzmir’e geri dönüş... Dışsal kimlikler ve içsel oluşumlardan ziyade bir de ait olduklarımdan bahsetmek isterim. Üniversite sıralarında aşkı tattığım şimdilerde dönüşümler içinde salınırken birbirimizi sevebilme yeteneğimizi geliştirdiğimiz yaşamdaşım; Simge, hayallerimizden biri olan çocukluğumla barışmamı sağlayan iki kuyruklu kızçe; Defne Bade, köpekler; Pamuk ve ikinci Bobi, balık; Kar, piç saka kuş; Efes ve güzel yapraklı bitki; Benjamin ile birlikte yaşamaktayım, bir de içine doğduğum ailem var. Asırlardır devam eden mitleri yaşayan her erkek gibi hayranlık duyduğum beyaz bir gelinciğe benzeyen annem; Mürvet ve uzunca yıllar savaştığım Cengizhan suretli babam; Ahmet. Son olarak sohbetini de gönlünü de sevdiğim edebiyat muallimi olmasına izin verilmeyen asıl hayali radyo-televizyonculuk olan kardeşim Ertuğrul var. Şimdilerde onlara eşit hislerle sarılmanın tadını çıkarıyorum. Bir de evren var tabi. Esas tanıklığı yaşadığım doğa ana.
“TUTKUM BENİM İYİLEŞTİRDİ”
● Yazarlık süreciniz nasıl başladı?
Çocukken dalin şişesi elimde uydurma şarkılar söyleyerek başladı. Ortaokuldaki edebiyat hocamın yarım kalan öyküyü devam ettir kalıplı ödevini tamamlarken ekmek teknesi dizisinden esinlenerek heredot mitine uygun bir kurgulama yapmıştım. Çok büyük keyif aldığımı hatırlıyorum. Öğretmen az çok yeteneğimi sezinlese de tahminen o dönem fen bilgisi öğretmenimize aşık olduğu için çok üstüme düşemedi. Aşka aşık biri olarak ona hak veriyorum. Skill zone dersimizde aynı yapıyı bu kez İngilizce hikaye üzerinden yapmıştık yine aynı tatmini ve tanıklığı yaşadığımı anımsıyorum. Kendileri sıradan olmasına rağmen okulunun ön adı süper olduğu için kendini tuhaf hisseden öğrenciler olarak her liseli gibi talep edememenin yitişini yaşadık ve edebiyatımız aşklarla sınırlı kaldı. Şiire geçişim de böyle oldu. Platoncu aşk, arabesk aşk arasında geceyi sabah ederken babama ulaşma ümidiyle tıpkı Fenerbahçe gibi yüreğime soktuğum handiyse vefat eden Ferdi Tayfur dinleyerek kalem ve kağıt oynattım. Bir de şeyi hatırlıyorum bu tam sabah olurken bulutların tuhaf bir pembesilik kazanmasını. Aşk şiiri yazarken zihnimin sınırını paletimdeki bu yavruağzı renge boyarım. Bir de boynu yokmuş gibi duran valinin okulları tatil etmek zorunda kaldığı kar beyazı. Çoğunluğu Simge’ye olan idealize aşkı içeren şiirleri, pandemi zamanı kimliksiz insanların aşklarına ve yaşamlarına evrilterek kendime has bir üslup edindim. Sağlık personeli olarak Kovid pandemisi; ben sandığım beni yıkarken Sadri alışık tarafımın çabaları ile yaşama tutunmama ve kendimi arama yoluna sokmama zemin hazırladı. İlk kitabım olan şiir kitabımı çıkardım. Hayalin somutlaşmasıydı. Hayatımda belki de ilk defa bir şeyi kendi başına üretmenin hazzını tattım. Ölümsüzleşme dürtüsü ölümden kaçışa dönünce medeniyete uyumlanmanın yarattığı çatırdamayla baş edemedim ve psikolog süreçlerim başladı. Paradigmalarımı bibliyoterapi sayesinde bir bir değiştirdim. Ön okumalarımı manevi babam dediğim Doğan Cüceloğlu sayesinde atarken her okumada zihnimde biriken yeni düşünceye eskilere gömdüğüm duyguları ilintiledim ve yer değiştirme yaptım. Şiirin yetmediği yerde artık romana adım attım. Kendimi ilk kez suya bıraktım. Tutkum benim iyileştirdi. Ben tutkumu enginleştirdim. Memesinden sağılttığı sütten samanyolunu yaratan tanrıçalar gibi adım adım yeni benden bizliğe doğru üreterek yürüyüşe geçtim. Şimdilerde insanların ruhlarındaki yaraları tüm çıplaklığıyla görebilme yeteneğimin getirdiği acılara dayanabilme kapasitemi geliştirdiğim için yazar ve şair olmanın esriklik tarafını tatmaya çalışıyorum. Yolu seviyorum.
● “Mor Kurdele” romanız, “Pire Torbası” çocuk kitabınız ve “Dudak Payı Gülüşünden” şiir kitabınıza gelen ilginin boyutları ve aldığınız geri dönüşleri anlatır mısınız?
Her kitabımı “ben” olarak düşünüyorum derine inerken dışarıya attığım toprak misali o sebeple satılık değiller. “Dudak Payı Gülüşünden” kitabım tamamen Stendhal sendromu tadında estetiğini çok seviyorum. Hatta geçen günlerde yayınevi kalan dört yüz adet kitabı depoda yer yok diye geri yolladı. Vapur seferlerinde üzerine aforizma yazıp hediye etmeyi seviyorum. Bu konuda şimdilerde adım attığım hayalim bile var. Umarım yerel yönetimler destekler ve uzay zamanda hoş bir menevişleme olur. Atilla İlhan vapuruna Karşıyaka-Konak arasında sefer düzenlemeden evvel çalışanlarla girip tüm koltuklara kitabı bırakmak istiyorum zira yeterince aforizmam var. “Mor Kurdele”ye gelirsek o benim toprağın üstüne çıktığım kitabım. Zira felsefe eğer kişi alıntılama sapkınlığından sıyrılırsa ölüyü bile diriltebilir. Beni o gerçekliğin içinde ilk kez de sizinle irtibatımızı sağlayan Serpil Ünal Hanımefendi gördü, inandı. Parla Yayın Grubu ailesine rengimi değiştirmemi istemeden kabul etti. Kitabın satılma ihtimaline değil, bana inandı. Bu yüzden kendisiyle lirik bir dostluğumuz var. “Mor Kurdele”yi yazarken kendi zihnimin takla attığını hissediyordum o yüzden günümüz koşullarında adı olmayan, popülist yazmayı tercih etmeyen bir yazarın bu kitapla ticari bir boyutta olma şansı yok. Tutunamayan biri olarak tabusal ve tapusal sorunları deşifre ettim. Okuyucunun gözünde kendimi sirklerdeki çirkin gösteren aynalara benzetirim. Bundan yüksündüğümden böyle demiyorum gerçekliği açık ediyorum. Sistemin insanlara dayattığı bunca suni sorun varken bir de benim soru işaretlerimi salonlarının ortasına koymak istemiyorlar zira dev ekranlardaki aynalanma kafi geliyor. Oyuncak arabalarla mezarlığa bakan evimizin balkonunda oyun oynarken genelde arabaları takla attırırdım. Düşünceleri de böyle yapıyorum “Pire Torbası” bu minvalde yazıldı. Pireleri seviyorum. Köpekleri de, en çok da çocukları. İçimdeki çocukla kızımı tanıştırdığım kitap. İkimizin hayali. Satılıp satılmaması yine umurumda değil. Tek derdim daha çok otoriteye ulaşsın zira yetişkin kayıran çocuk kitaplarından değil. Zira çocukların eğitilmeye ihtiyacı yok onlar zaten doğada gözlem ve sezgi güçleriyle kendilerini keşfedebiliyorlar. Geri dönüşleri insani boyutta değerlendirirsek çok büyük haz duyuyorum. Erdi’yi bize sunmak dehşet verici bir eşitlik hazzı oluşturuyor. Evrenin vesilesi olduğumu hissettiriyor. Bir nevi sıradanlığın mükemmelliği.
● İnsani yolculukta sezgi ve gözlem ile gelen deneyimler, size göre hangi amaca hizmet etmeli?
Ne dersem diyim dogmatik kaçacağını düşünmekle birlikte öznel fikrimi iletmek isterim. Zira doğru diye bir şey yoktur normal diye bir şeyin olmadığı gibi. Bana göre insan evvela boşluğunu kabul etmeli. Uzayzamanı içimizde tekrardan hissetmek için bu boşluğa ihtiyacımız var. Hiçbir varlığı yargılamadan her varlıkla eşit hissederek gücümüzden vazgeçtiğimizde evrenin dilini “şimdiyi” duyabiliyoruz ve de etrafımızdaki mümkün dünyaları başkaları üzerinden gözlemleyebiliyoruz. Bu yüzden o sese ihtiyacımız var ki tercih etme özgürlüğümüzü geri alabilelim. Boşluk o yüzden gerek o sesi işitebilmek için. Kiraz ağacı iseniz kiraz ağacı olduğunuzu kabul etmelisiniz. Sonuçta aşkla dönüp dolaşıp annenizin rahmi gibi doğa anaya girer babanıza sarılıp ağaçlaşırsınız ve sayenizde evrenin rastgele dağılımının çarpanlarından birine dönüşürsünüz.
“YAZARI ÖĞRETMEN OLARAK ALGILIYORUZ, ELEŞTİRMİYORUZ”
· Kendi yolculuğunuzdan yola çıkarak bize “popülizmin bağımlılığı”nın yazar ve okura verdiği zararları anlatır mısınız?
İlk etapta yazarlık yapmak mı yazar olmak mı bağlamında değerlendirmek gerekir. Neyi tercih ettiğine göre şekillenirsin. Şu an İzmir'de bulunan Artemis kitap kulübünde moderatörlük ve katılımcı, Alice kitap kulübünde ise katılımcı olarak bulunuyorum. Sezinlediğim insanlar genelde sempati üzerinden karaktere bağlanıyor ki popülizmin bağımlılığı bu sayede devam edebiliyor. Yazarı öğretmen olarak algılıyoruz. Bu eleştirel bakışı engelliyor. Sezgi kayboluyor. Kişi aynalandığını ve tetiklendiğini fark edemiyor. Açık yüreklilikle söyleyebilirim sizin yetenek dediğiniz şey küçük yaştan itibaren sağlıklı yapılmayan tanımlar yüzünden yuttuğum taşlaşmış duygulu düşünceleri, anlamlarını değiştirirken bulduğum bir kusma yöntemi. Hatta şöyle söyleyebilirim şiirlerim narkozsuz küçük ameliyatlarım, romanlarım ise masada kalma riskini göze aldığım cerrahi müdahalelerimdir. O yüzden teknik bilgi kısmına hakim değilim. Böörek diye okuduğum için böörek diye yazmayı tercih ediyorum yine bööcek diye telaffuz ettiğim için bööcek diye yazmayı düşünüyorum. Gerekirse dipnota açıklayıcı bilgi ekleriz. Yazarların kimisi sempati ile yazar, kimisi empati, kimi büyük yaralarını anlatır, kimisi ise bilinçdışı akışa (ilham) teslim olarak yazar. O yüzden toplumun çıkarlarına göre konulan kurallar saçmalamayı engeller. Saçmalanmayan yerden de sanat kalıplaşarak çıkar. Sanat rastgele yapılmış hatalardır tıpkı evrim mekanizması gibi. Benden bize geçişte bağlar gevşiyor. Okuyucu ile yazar eşit hissediyor. Bu da objektif değerlendirmeyi kolaylaştırıyor. Tabi bu tamamen yazarın hayat görüşüne veya gerçekliğine bağlı.
“ÇEŞİTLİLİĞİN ARTIĞI YERDE TEMBELLİK HAKKI DOĞAR”
● Edebiyat dünyasının en önemli sorunlarından bir tanesi, potansiyeli yüksek çoğu yazarın “bilgi kirliliğine” yenilip hak ettiği ilgiyi yakalayamaması… Çoğu yayınevi para kazanmak için eser niteliğine değil, isim tanınırlığına yatırım yapıyor. Bu da değerli yazarların yetişmesini ya da sesini duyurmasını engelliyor? Bu görüşe katılır mısınız?
Bunu kınamıyorum. Dostoyevski çok sert bir ölüm deneyimi yaşamasa belki de adını sanını bile bilmeyecektik. Hepimiz otomatikmen Tolstoycu olacaktık ki ben Çehov tarafındayım. Empati kurmamız gerekiyor. Sanat marketlere kadar düştü ki bu kolay ulaşılsın diye yapılmadı. Popülist olanın öteki fikirleri dışlaması sistemin çarkını döndürür. Çeşitliliğin azaldığı yerde tembellik hakkını tanrısal otorite dışında kimse kullanamaz. Çok zor şartlarda yaşayan editör arkadaşlar, çevirmenler, yazarlar var. Edebiyat camiası bana göre de can çekişiyor. Çünkü arz talep devreye girdi. Bu yeni bir sorun değil. Tutunamayanlarla dolu edebiyat camiası. O yüzden yazar olmak mı istiyorsun yazarlık yapmak mı istiyorsun ince bir kılcallık.
“KAYRILACAK BİR GRUP VARSA KESİNLİKLE ÇOCUKTUR”
● Aynı zamanda çocuk kitapları yazan birisi olarak, bu kitapların tamamen ticari düşünülerek piyasaya sürülmesine yönelik eleştirileriniz var mı? Özellikle çocuk kitabı yazarken dikkat edilmesi gereken hususlar neler?
Çocuktan yana kitap yazılmalı. Kayrılacak bir grup varsa kesinlikle çocuktur. Uyumlaştırma çabası ile yazılan kitaplar zaten okulla yorduğumuz, renklerini griye çaldığımız çocukları özlerinden uzaklaştırıyor ki kitap yazanların çoğu eşitlik ilkesini ihlal ediyor. Yazarlar olarak çocuklara karşı en büyük sorumluluğumuz çocuk gözüyle bakamıyorsak onların yollarından çekilmek. Zira ev içi kazaları engellemek adına bebekleri için güvenlik tedbiri almak isteyen ebeveynin ilk yapacağı iş bütün evi emekleyerek dolaşmaktır. Yeri gelmişken kendi iç çocuğumun çatışması yüzünden ekleyemediğim yerleri bana işaret ettiği için kitabın editörü Ceren Hasanoğlu Hanımefendiye dokunuşları için tekrardan teşekkür ederim.
“HAYALLERİM VAR HEDEFLERİM YOK”
● Geleceğe dönük plan ve projelerinizden bahseder misiniz?
Seve seve… Halihazırda çiçeklenmeyi bekleyen eserlerim var. Güneş’e Çıplak Gözle Baktınız Mı Hiç?/Roman, Aykırışlar/Aforizmalar (450 adet civarı), Bütün Şiirleri/Şiir (200 adet civarı), Şükran Gecesi/Roman, Garip Galip/Novella, Başka/Fantastik Novella (kurgu aşamasında), Öpücük/Roman (2025 yılı içinde bitirmeyi hayal ediyorum). Yeterince Martin Eden’lik yaptıktan sonra yarışmalara, dergilere yollamaya başladım. Bir akışın başladığını hissediyorum. İleride çok fazla sayıda insanın kütüphanesinde ölümsüzleşeceğimi biliyorum, sezinliyorum. Şiirlerimden birinin bestelenmesini çok istiyorum. Kitaplarımdan birinin ki gönlümde yatan biri var, filme çevrilmesini istiyorum. Hayalini kuruyorum. Şu oynar diyorum. (Enis Fosforoğlu esprisi gibi biraz…) Açıkçası hayallerim var, hedeflerim yok. Unutuyordum az kalsın hayal deyince aklıma geldi. Sosyal medyadan rastgele bir anda okurlara çağrı yaparak yarım saat kitap okuma etkinliği düzenlemek istiyorum. Bu eylemsiliğin büyüdüğünü hayal ediyorum. Son olarak kitabın bir araç olduğunu, putlaştırılmamasını, fikirlerin tartışılabilir olmasını, kıymetli olanın insan olduğunu unutmamız gerektiğini iletmek isterim. Ben her girdiğim cemiyette benim anlaşılmak gibi bir derdim var diyerek söze başlarım. Bu derdim için bana alan açtığınız için çok teşekkür ediyorum. Emeklerinize sağlık. Edebiyatla kalın. Sanat güzel şey.