Bakan Fidan açıklamalarında şu ifadelere yer verdi;

“Sizlerle bu buluşmamızdan sonra Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Sayın Guterres ile de bir görüşmemiz olacak. Bu görüşmemizin ardından New York'tan ayrılacağız. Birleşmiş Milletler 78. Genel Kurulu jeopolitik dinamiklerin hızla değiştiği ve stratejik denklemlerin yeniden kurulmakta olduğu bir dönemde gerçekleşti. Ülkemiz bahse konu dinamiklerin ve denklemlerin odağındadır. Bu seneki programımızı iki cümlede özetlemek gerekirse şunu söyleyebiliriz; BM Genel Kurulu sırasında diplomasinin kalbini New York'ta attı, Türkiye'miz ise bu diplomasi trafiğinin tam merkezinde yer aldı.

Türkevi, Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde Türk dış politikasının geldiği aşamanın vücut bulduğu bir mekana dönüşmüştür. Gerçekten de Türkiye'nin 21 yılda geldiği nokta dünya gündemini ilgilendiren her konuda söz sahibi olan görüş ve yönlendirmelerine başvurulan bir aktör hüviyetindedir. Genel Kurulun bu seneki teması olan herkes için barış, refah, gelişim ve sürdürülebilirlik konularına baktığınızda da her bir noktasında Türkiye'nin öncü rolünü göreceksiniz.

Bugün Ukrayna savaşı başta olmak üzere barış için ara buluculuk yapan, gıda krizini önleyen, Karadeniz Tahıl Girişimi için çok katmanlı ve çok paydaşlı bir çaba gösteren, bölgesel ekonomik ve siyasi işbirliği modelleri geliştiren, küresel adaletsizlikleri ve eşitsizlikleri çözmek için her türlü imkanı seferber eden bir Türkiye var. Dolayısıyla Ukrayna olsun Karabağ olsun Suriye olsun, iklim değişikliği ve çevresel sorunlar olsun, stratejik önem taşıyan hemen her konuda birçok görüşme yaptık. Toplantılara katıldık.

Çok değerli basın mensupları, malumunuz Sayın Cumhurbaşkanımızın New York'ta çok yoğun bir programı oldu. 19 Eylül Salı günü Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'na hitap ettiler. Yaptıkları konuşma zamanın ruhunu yansıtan, daha adil bir dünya için bir çağrı, bir manifesto niteliğindeydi. Çok sayıda ülkenin devlet ve hükümet başkanı ve NATO Genel Sekreteri'yle görüştüler. Ayrıca Sayın Hanımefendinin de bu süre zarfında sıfır atık başta olmak üzere çevre ve kültür alanında ülkemizi tanıtan faaliyetleri ve temasları da oldu.

Sayın Cumhurbaşkanımızı New York'tan ayrılmadan önce kendi programları hakkında basına bilgi verdiler. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Haftası Dışişleri Bakanları için de yoğun bir diplomasi trafiğinin yaşandığı bir haftadır. Biz de bu süre zarfında Sayın Cumhurbaşkanımıza refakat etmenin yanı sıra birçok ikili ve çok taraflı görüşme yaptık. Bu çerçevede sekizi uluslararası toplantı olmak üzere toplam 40 görüşme gerçekleştirdik. Maalesef zaman kısıtlamalarından dolayı birçok görüşme talebine yanıt veremedik.

Türk diplomasisi konu ve coğrafya itibariyle çok boyutlu ve çok çeşitlilik arz etmektedir, örneğin dün aynı gün içinde Türk dünyasının gururu olan Türk Devletleri Teşkilatı’nın Dışişleri Bakanları toplantısıyla güne başladık. Ardından ABD Dışişleri Bakanı'yla görüştük. Ardından Rusya ve İran Dışişleri Bakanlarıyla Suriye'yi konuştuk. Daha sonra İsrail Dışişleri Bakanı'yla bir araya geldik. Akşam Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı ile başta Filistin olmak üzere İslam dünyasını ilgilendiren konuları masaya yatırdık. Bu geniş yelpazeye yayılan konuları bütün bu paydaşlarla ele alabilecek, etki bırakabilecek bir devletiz. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Yüksek Düzeyli Haftası'ndaki çalışmalarımız da bunu bir kez daha teyit etmiştir. Tabii ki birçok görüşmenin odak noktasını bu dönem Rusya-Ukrayna bağlamındaki gelişmeler başta olmak üzere bölgemizde barış ve güvenliği yakından ilgilendiren konular teşkil etti. Bu bağlamda Türkiye'nin uluslararası barış, kalkınma ve refaha katkılarının özellikle de küresel gıda güvenliğinin temin yolundaki çabalarının takdir ve ilgiyle izlendiğini bir kez daha müşahede etme imkanımız oldu.

Diğer yandan malumunuz yüksek düzeyli hafta esnasında Azerbaycan toprak bütünlüğünü ve vatandaşlarının güvenliğini sağlamak üzere Karabağ'da bir operasyon düzenlemek durumunda kaldı. Sayın Cumhurbaşkanımız, Genel Kurula hitaplarında Karabağ'ın Azerbaycan toprağı olduğunu bir kez daha vurguladılar. Bizle temaslarımızda Azerbaycan'ın haklı davasında daima yanında olduğumuzu yineledik. Bu konuda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde tertiplenen toplantıya da Türkiye olarak katıldık ve Azerbaycan'a güçlü desteğimizi beyan ettik. Azerbaycan'ın bu son operasyonu Güney Kafkasya'da istikrar ve normalleşme için yeni bir fırsat penceresi aralamıştır. Bu fırsat penceresini vakit varken Ermenistan'ın daha iyi değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Komşu coğrafyamızda barış, istikrar ve refahın hakim kılınması için var gücümüzle çalışmaya devam edeceğiz Bu arada bir parantez açayım. Azerbaycan Dışişleri Bakanı Sayın Ceyhun Bayramov çok anlamlı bir jest yaptı. Kendisi sağ olsun kardeşliğimizin nişanesi olarak kadim Türk toprağı Karabağ'dan bir halı getirdi. Türk dünyasının New York'taki ortak evine hediye etti. Biz de bunu Türkevi'mizde şerefle taşıyacağız.

Dün yine Amerika Dışişleri Bakanı Blinken ile yaklaşık 45 süren baş başa bir görüşme yaptık. Samimi ve yapıcı bir görüşme oldu. İki ülke arasındaki ilişkilerin daha üst bir seviyeye çıkarılması için önümüzdeki dönemde atılabilecek somut adımları ele aldık. Yani sır değil, Amerika'yla anlaşmazlıklarımızın olduğu bazı konular var, bunları ciddi müttefiklik ilişkisi içerisinde ve karşılıklı saygı temelinde ele almaktayız.

Elbette İsveç'in NATO'ya katılım süreci, Karadeniz'in tahıl girişimi ve Karabağ gibi bölgesel konuları da masaya yatırdık, tabiatıyla ikili temaslarımızın yanı sıra çok çeşitli, çok taraflı toplantılara da katıldık. Finlandiya’yla öncülüğünü yaptığımız barış için arabuluculuk girişimi dostlar grubunun 13. toplantısını gerçekleştirdik. Karadeniz Tahıl Girişimi örneğinde olduğu gibi arabuluculuğun ve diplomasinin hala önem arz ettiğini, sorunlara barışçıl çözümün temel önceliğimiz olması gerektiğini hatırlatma imkanımız oldu.

Yine kuruluşuna öncülük ettiğimiz bir diğer girişim olan Medeniyetler İttifakı Dostlar Grubu bakanlar toplantısını da gerçekleştirdik. 18 yıl önce İspanya'yla başlattığımız medeniyetler ittifakı girişiminin ne kadar yerinde bir adım olduğunu içinden geçmekte olduğumuz aşırılıklar çağında yeniden görmekteyiz. Irkçılık ve yabancı düşmanlığı uzun zamandan beri görülmemiş seviyelere çıktı. Avrupa'da kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerim'e yönelik alçak saldırılar ve İslam karşıtı eylemler adeta bir salgın haline geldi. Dolayısıyla Medeniyetler İttifakı gibi vizyoner bir girişimin işlevini yitirmeden sürmesi gerekiyor. Toplantı kapsamında ittifakın yüksek temsilcisi Moratinos ve İspanya Dışişleri Bakanı Albares ile de bir araya gelme imkanımız oldu. İslam karşıtı eylemler, İslam İşbirliği Teşkilatı bünyesinde iştirak ettiğimiz iki toplantının gündemindeydi. İslam İşbirliği Teşkilatı Dışişleri Bakanları Yıllık Koordinasyon Toplantısı'nda İslamofobi ile mücadele alanında atacağımız adımları ele aldık. Ve bir ortak bildiri yayınladık. Ayrıca kalıcı bir dönüşüm arifesinde olan dünyamızın adaletsizliklerin ortadan kalktığı, barışın adaletin ve vicdanın hakim olduğu bir yer haline gelebilmesi için İslam dünyasının birliğini daha da güçlendirmesi şart. Bunu da bu toplantıda kuvvetle vurguladık. En vahim küresel adaletsizliklerin başında elbette Filistin sorunu gelmekte. Toplantıda Doğu Kudüs'ün başkenti olduğu bağımsız, egemen Filistin devletinin vücut bulmasının tek geçerli ve adil ve sürdürülebilir çözüm olduğunu yineledik. İslam İşbirliği Teşkilatı'nın Avrupa'daki Müslümanların durumuna dair temas grubu toplantısına katıldık.

Yaşanan İslam karşıtı eylemler, nefret söylemleri ve ayrımcılık nedeniyle Avrupa'da yaşayan Müslümanların endişeli olduğuna, arkalarında İslam dünyasını bir ve güçlü şekilde görmek istediklerine dikkat çektik. Biz bu mücadelede zaten ülke olarak öncü ve etkin bir rol oynamaktayız. Birleşmiş Milletler ve G20'de kabul edilen ve kutsal kitaplara saldırıları kınayan kararlar ayrıca İsveç ve Danimarka'nın mevzuat değişikliğine gitmeye karar vermesi İslam dünyasının ortak hareket ettiğinde sonuç alabileceğini gösterdi yolumuza böyle devam edeceğiz. Gelecekte İslam düşmanlığına da ırkçılığa da, yabancı düşmanlığına da yer yok. Dünyanın geleceğini, dünya liderleri 2024’te yapılacak, geleceğin zirvesinde ele alacaklar.

Bu sene bakan seviyesinde New York'ta bir hazırlık toplantısı yaptık. Gelecek nesiller için oluşturmamız gereken küresel yönetim modelini istişare ettik. Bugün şöyle bir durum yaşanmakta Güvenlik Konseyi işlemini yerine getiremeyince Birleşmiş Milletler teşkilatı bütünüyle azze düşmekte. Günümüzün jeo-stratejik gerçekliğiyle uyumsuz olan bu kurumun yeniden yapılandırılması artık stratejik bir zaruret haline gelmiştir. Bu nedenle Sayın Cumhurbaşkanımızın dünya 5’ten büyüktür çağrısı dünyada yankı uyandırmakta. İnsanlığın değişim beklentisine ses ve nefes olmakta.

Bu konular Meksika, Endonezya, Kore Cumhuriyeti, Türkiye ve Avustralya'nın oluşturduğu MİKTA'nın 24. Dışişleri Bakanları toplantısında da ele alındı. MİKTA olarak G20 yeni daimi zirvesinde liderlerimiz bir araya gelmişti. Burada da New York'ta da Dışişleri Bakanlığı olarak ortak gündemimize ilişkin konuların yakın takibini yapma imkanı bulduk.

Küreselleşmenin sona ermediği ancak raydan çıktığı günümüzde bölgesel dinamikler hız kazandı. Türk devletleri teşkilatımız jeopolitik ve jeo-ekonomik dengelerini derinden sarsıldığı bu dönemde uluslararası alandaki rolünü her geçen gün daha da pekiştirmekte. Türk devletleri olarak ne kadar bütünleşirsek o kadar güçlü oluyoruz. Türk Evi'nde dün teşkilatımızın Dışişleri Bakanları olarak toplandık. 10. zirvemize giden yolda hazırlıklarımızı ele aldık. Gözlemci ülkeler olarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu ve Macaristan Dışişleri Bakanı aramızdaydı.

Türk dünyası olarak yatırımlarımız için ortak fon kurduğumuz, sivil koruma mekanizması tasarladığımız Turan adını taşıyan özel ekonomi bölgesi açacağımız günleri görmekteyiz. Türk devletleri teşkilatının bu kutlu birlikteliğinin bütün Türk dünyasında heyecan uyandırdığını görmekteyiz. Nitekim New York'ta bir araya geldiğimiz Karaçay Türkü kardeşlerimiz de bunu dile getirdiler, bütün soydaşlarımızın Türkiye'yi anavatanı bilen kardeşlerimizin ve ümitlerini milletimize bağlayan mazlumların yanında olmaya devam edeceğiz.

Suriye konusu uluslararası gündemdeki yerini korumakta. Maalesef hala istikrarsızlık üreten bizi de etkileyen bir kriz hali devam etmekte. Rusya Dışişleri Bakanı Sayın Lavrov ve İranlı mevkidaşım ile Astana Dışişleri Bakanları Toplantısı'nda Suriye'yi görüştük. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'nin özel temsilcisi de toplantının bir bölümünde aramıza katıldı. İnsani yardımların devamı, siyasi sürecin canlandırılması, ateşkes ihlalleri ve başta PKK ve DEAŞ olmak üzere terör örgütlerinin yarattığı güvenlik sorununun da ele aldık.

Buradan bir kez daha tekrarlamak isterim. Türkiye olarak PKK, YPG ve DEAŞ dahil tüm terör örgütlerine ve bu tür maşalar üzerinden bölgemizde emperyal tasarımlar yapan çevrelere asla alan ve zemin bırakmayacağız.

Kıymetli basın mensupları, yoğun geçen Genel Kurul haftasındaki görüşmelerimiz bizim için önem taşıyan konulardaki tutum ve önceliklerimizin uluslararası toplumun dikkatine getirilmesi bakımından gayet yararlı oldu. Temaslarımızın Türkiye Yüzyılı vizyonumuzun hayata geçirilmesine yönelik çalışmalarımızın desteklenmesi açısından önemli olduğunu düşünmekteyim. Sizleri de buradaki temaslarımızın ve mesajlarımızın kamuoyuna yansıtılması konusunda yaptığınız özverili mesai ve sarf ettiğiniz emekler için çok çok teşekkür ediyorum.”

SORU-CEVAP

“Azerbaycan'ın yaptığı kontr-terör operasyonu gerçekten artık başka çarenin kalmadığını gösteren bir operasyondu. Biliyorsunuz ateşkes mutabakatından sonra üzerinde anlaşılan konuların bir kısmı maalesef Ermenistan tarafından hayata geçirilmedi. Azerbaycan'ın uzun süredir sabırla beklediği, özellikle iki konu bir Zengezur koridorunun açılması, ikincisi de Karabağ'daki özellikle Ermeni etnik nüfusun yaşadığı bölgede Azerbaycan egemenliğinin pratikte tesis edilmesinin önemi ortada. Bu gerçekleşmediği zaman Azeri kardeşlerimiz haklı olarak sabırsızlıklarını ortaya koydular. Uluslararası toplumun ve görüşmelerin bu konuda bir netice üretmemesi durumunda gerekeni yapma zorunluluğu hissettiler, burada Türkiye olarak biz Azerbaycan'ın bu hareketi yapmadaki zorunluluğunu ve gerekliliğini ilgili muhataplara ilettik.

Zaten bu hareket çok kısa süren bir harekât oldu bildiğiniz gibi sivil nüfusa dokunmayan, belli silahlı unsurların tasfiyesini hedef alan, Azerbaycan'ın bölgedeki yasal egemenliğini yolunu açan noktasal bir faaliyet oldu. Bunu da bütün taraflara anlattık. Tabii bazı tarafların bu konuda ciddi bir ön yargı içinde olduğunu, Azerbaycan'ın yaptığı harekatın sebeplerini ve nedenlerini anlamadan çok ciddi suçlamalar getirdiğini de gördük. Çok ileri iddiaların ortaya konduğunu da gördük ama bizim ortaya koyduğumuz yani rasyonel izahlar yani durumun Azerbaycan'ın lehine anlaşılmasında da etkili oldu diye düşünüyoruz.”

“Bu önemli bir konu. Türkiye'nin Cumhurbaşkanımızın liderliğinde uzun zamandır dillendirdiği bir konu. Var olan artık bir söyleme dönüştü. Bu söylemin politikaya, politikanın da artık uygulamaya geçmesini beklediğimiz bir aşamaya geldik. Şu anda artık ortaya çıkan söylemlerin ne kadar haklı olduğunu hemen hemen bütün dünya kabul etmekte. Bunun ülkeler tarafından kabul edilen bir politikaya dönüşmesi için çok sağlıklı tartışmaların yapılması gerekiyor. Bu konuda ciddi çabalara ihtiyaç var. Özellikle BM Güvenlik Konseyi'ndeki ülkelerin bu konuda samimi olmaları gerekiyor. Dünyadaki düzenin yeniden tesis edilmesi, daha kalıcı, barışı ve adil bir yaşamın mümkün olması için Birleşmiş Milletler reformunun yapılması şart. Bu konudaki tartışmalar şu anda devam ediyor. Üzerinde mutabık kalınmış bir perspektif çerçeve ve şu anda yok. Ama önemli olan bu tartışmanın başlatılmasıydı ve devam etmesi. Ben inanıyorum yani önümüzdeki yakın gelecekte birkaç yıl içerisinde çok sağlıklı kabul edilmiş genel kabul gören formüllerin ortaya çıkacağını düşünüyorum.”

“Amerika'yla gündemde olan birçok konumuz var. Malumunuz yani jeo-stratejik ekonomik güvenlikle alakalı konular var. Bunların başında şu anda özellikle gündemi meşgul eden Rusya, Ukrayna savaşı ve tahıl anlaşması biliyorsunuz, geçtiğimiz ay ve bu ay Türkiye'nin yoğun bir diplomasi trafiği oldu. 17 Temmuz'da nihayete eren Tahıl Anlaşmasının yeniden hayata geçirilmesi için neler yapılabilir, bu konuda Türkiye'nin yoğun çabaları var. Amerikalılar ve diğer müttefik ülkeler Türkiye'nin yönettiği bu diplomasi trafiğinin neticelerini ve detaylarını tabii öğrenmek istiyorlar. O konuda görüşmelerimiz oluyor. Biz de onların bu konuda neler düşündüğünü öğrenme fırsatı buluyoruz açıkçası. Özellikle geçtiğimiz dönemde Tahıl Anlaşmasının iki ülke arasında devam eden savaştan daha ayrı bir şekilde ele alınması konusunda bir konsensüs olmasını olmasını sağlamıştır.

Ama bu yeni dönemde şu izlenimimiz var; gerek Rusya tarafı, gerek Ukrayna tarafı artık muhtemel bir tahıl anlaşmasını dünya gıda güvenliğine katkıda bulunan bir çerçeveden ziyade iki ülkenin genel savaş çabalarının faaliyetlerinin bir parçası olarak görme eğilimindeler. Tabii bu bizim işimizi biraz daha yeni dönemde zorlaştıran bir konu. Ama Birleşmiş Milletlerle olan temaslarımız olsun, taraflarla olan temaslarımız olsun, Avrupalılar, Amerikalılar da dahil olmak üzere bu konuda yoğun adım atmaya devam edeceğiz.

Diğer bir konu da Karabağ meselesiydi, yine Sayın Blinken’le görüşürken gündeme gelen. O konuda yani barışın daimi olması, bölgesel refahın mümkün olması için onlar kendi görüşlerini söylediler. Biz kendi görüşlerimizi ortaya koyduk. Bu noktada belli argümanlarımızın ikna edici olduğu kanaatindeyim. Bölgede atılması gereken adımlar var. Özellikle Batılı bazı müttefiklerimizin Ermenistan'ı yönlendirirken, tavsiye verirken daha isabetli tavsiyelerde bulunmaları gerekiyor. Yoksa belli tavsiyeler, bölgenin gerçekliğine uygun olmayan dışarıdan verilen tavsiyeler, destekler maalesef çözüm yerine, istikrar yerine daha fazla kaosu ve gözyaşını getirmekte.”

“Özellikle liderler düzeyinde yapılan görüşmelerde alınan bir karar var. Her iki lider de pozitif ajandayla konuya yaklaşıyorlar, halklarından aldıkları güçlü destekle ki her iki tarafta da seçim oldu biliyorsunuz. Türkiye-Yunanistan arasındaki sorunları karşılıklı saygıya ve iyi niyete dayalı bir şekilde çözülmesi konusunda bir irade var. Bunu yaparken tabii hayata geçirmesi gereken çok çalışma var. Bunların başında Ege'deki gerginliğin tırmanmaması. İki ülke arasındaki özellikle Ege Denizi merkezli ekonomik potansiyellerin ortaya çıkartılması. İki ülke arasındaki gerek devletten devlete, gerek halktan halka temasın artırılması, şirketlerin ortak faaliyetler yürütmesi gibi çok çeşitli başlıklarda iş birliği alanları var. Ben Sayın meslektaşımla da bu konuları yoğun bir şekilde görüşmekteyim. Pozitif gündemin artırılması, ilerletilmesi ve çeşitlendirilmesi konusunda her iki tarafta neler yapabilir, onu ortaya koyuyoruz.

Aslında bu tartışmalar şunu gösterdi. Türkiye ve Yunanistan arasında uzun yıllardır var eden, bizim jenerasyonlarımızdan önce ortaya çıkmış aslında bir takım sorunların bugün bir fırsata dönüştürülerek daha büyük bir refah ve iş birliği mekanizması bölgede oluşturularak çözülmesi mümkün. Yani bu gerçeklik önümüzde duruyor. Problem buna nasıl ulaşacağız? Hangi metodolojiyle geçeceğiz? Önceden denenmiş metotlar var. Buradan aldığımız dersler var Bunun üzerine ilave edeceğimiz yeni bakış açıları neler olabilir? Yani Türkiye'nin hak ve menfaatlerini kaybetmeden bölgesel istikrarın, barışın ve refahın tesisi tesis edilmesi nasıl mümkün olur? O konuda çalışmalarımız devam ediyor.

Ama şunu memnuniyetle söylemek isterim. Yani Yunan tarafını da son derece yapıcı ve iyi niyetli bir şekilde konuya yaklaştığını an itibariyle görmekteyiz. Ben önümüzdeki günlerde bu yaklaşımın daha somut sonuçlar üreteceğini açıkçası düşünüyorum. Sayın Cumhurbaşkanımızın Selanik'e yapacağı Aralık’taki ziyaret esnasında da bizim bu çalışmalarımızın somutlaşmış halini göreceğimizi düşünüyorum.”

Kaynak: DHA