Sağlık

Ağrı 10 yaşa kadar düştü

Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Hicran Uşan, ağrının artık daha genç yaşlarda görüldüğüne dikkat çekiyor. Hareketsizlik, beslenme, teknoloji gibi faktörler nedeniyle ‘Ağrı artık 10 yaşa kadar düştü’ diyor.

NURSEL DİLEK MANAVBAŞI 

Son yıllarda hareketsizliğin artmasıyla birlikte ağrı yaşayan kişi sayısı giderek artıyor. Eskiden 40-50 yaş üzerinin problemiyken ağrı, artık daha genç yaşlara inmiş durumda. Ağrı tedavisinde etkin isimlerden biri Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Hicran Uşan. Kendisi Türkiye’nin ilk osteopati doktorlarından. Osteopati, vücut içerisinde bulunan kas-iskelet, organ, sinir sistemi ve dolaşım sistemini, bu sistemlerin birbiri ile ilişkilerini inceleyen; sistemi oluşturan tüm etmenlerin birbirleri ile olan uyumluluklarını araştıran bilimsel terapiler bütünü olarak tanımlanmakta. Alman Osteopati okulundan mezun olan Dr. Uşan, orda da eğitmen aynı zamanda. 

Dr. Uşan, ağrının giderek yaygınlaşmasının nedenini teknolojinin gelişmesi ve son yılarda COVİD Pandemisiyle birlikte hareketsizliğin artmasında görüyor. Buna bağlı olarak çocuklarda telefon-tablet alışkanlığının postür bozukluğu meydana getirdiğini söyleyerek ağrının 10 yaşa kadar düştüğüne dikkat çekiyor. Uşan, ağrı tedavisinde ilaç yerine bütüncül bir bakış açısını önemsiyor. ‘Ağrı zaten susuyor önemli olan bedeni düzeltmek’ diyor. Doğru beslenme, teknolojiyi azaltmak ve egzersizi hayatımıza sokmakla yüzde 50 ağrıların düzelebileceğini ifade ediyor.  

Uzman Dr. Hicran Uşan www.baskentgazete.com.tr Sorumlu Yazı işleri Müdürü Nursel Dilek Manavbaşı’nın sorularını yanıtladı. 

-Ağrıyı nasıl tanımlarsınız? 

Ağrı bizim için bir sinyalci, bir mesaj aslında. Ağrı vücudun yardım çağrısıdır, vücudumuz bize bir şey anlatıyor.

-Ağrı çeken hasta sayısı giderek artıyor mu? 

Eskiden ağrı 40-50 yaş üstünün problemiydi. Vücudun yıpranmasıyla, yaşlanmasıyla birlikte ortaya çıkan bir problemken zamanımızda 13-14 hatta 10 yaşlarına kadar düştü. Sırt, kas, boyun ağrıları, postür bozuklukları... Bunun en büyük etkenlerinden biri hayatımıza teknolojinin girmiş olması. Hareketsizleşmiş olmamız. Eskiden o yaş grubu dışarda oynardı. Bir de son yıllarda yaşadığımız evde kalma süresinin artması teknolojiyle daha fazla vakit geçirme durumumuz arttı. O süreçler bitmiş olsa da çocukları dışarı çıkartamıyoruz. Çünkü öyle alıştılar. Tablet, telefon kullanımı postür bozukluğuna yol açtı. Vücudumuzda biyomekanik değişiklikler yapıp ağrıların artık çok erken yaşta görünmesine sebep oldu.

Sadece teknoloji mi peki başka nedenleri var mı?

Beslenme burada önemli bir etken. Bundan yıllar öncesine dayanan değişiklikler ve bozulmalarda ağrıya sebep oluyor. Rafine ve işlenmiş gıdaların hayatımıza girmiş olması önemli bir etken. Bunların içindeki katkı maddelerin, kimyasalların çok artmış olmasıyla, vücudumuza girmesiyle o kimyasal maddeler bağ dokumuza zarar veriyor.  Bağ dokusu demek kas demek. Dolayısıyla oradaki birikimler sinir uçlarının uyarılmasına neden olarak ağrı hissetmemize neden oluyor. 

-Yaklaşık ne kadar kişi ağrı çekiyor? 

Klinik gözlem itibariyle şunu söyleyebilirim. Aşağı yukarı her 5 hastadan 4’ü ağrı çekiyor. 

-En çok hangi ağrıyla geliyor hastalar?

En çok baş ağrısı diyebiliriz; ama modern çağın getirdiği süreçle birlikte en çok boyun ve sırt ağrısı. Sonra sıralama yaptığımızda baş, bel ağrıları diyebiliriz. 

BÜYÜK BİR MİKRODALGANIN İÇİNDE YAŞIYOR GİBİYİZ! 

-Ağrı tedavisinde nelere dikkat etmek gerekiyor? 

Ağrıda bence tedavi yaklaşımı olarak korunmak çok önemli. Ağrı oluştuktan sonra onu yok etmeye çalışmak daha zor oluyor; ama ağrı hiç yokken ya da hafifken ağrının ilerlememesine yönelik önlemler almak lazım. İlk başta egzersiz, postüral düzeltmeler ve beslenmemizi düzeltmek gerekiyor. Biz bunları yapmaya çalışmazsak bir yandan düzeltirken tekrar bozulacak. Ağrı tedavisinde birinci basamak postürün düzeltilmesi, düzenli egzersiz yapılması en basit yarım saatlik bir yürüyüş bile çok kıymetli. Çocukların çok fazla teknolojiyle değil dışarı çıkmalarını sağlamak, yüzme, yürüme, beslenmeye dikkat etmek. Anti enflamatuar dediğimiz bir beslenme tarzı var.  Vücutta enflamasyon yapan sinir uçlarını uyararak ağrıya neden olan bu besinlerdeki kimyasal katkı maddelerini mümkünse beslenmeden çıkarılması. Tüm hastalıklar için geçerli aslında bu. Çünkü teknoloji kullanımı sadece postür bozukluğu değil bir de elektromanyetik dalgaya maruz kalmamıza neden oluyor. Bir nevi aslında büyük bir mikro dalganın içinde yaşıyor gibiyiz.

-O döngüden nasıl çıkabiliriz? 

Doğru beslenme, teknoloji azaltmak ve egzersizi hayatımıza sokmak. Buna dikkat edildiğinde yüzde 50 ağrılar düzelebiliyor. Vücuda bunlar girdikçe vücut bunu bir yabancı madde olarak algılıyor.  O enflamasyonda zaman içerisinde hem ağrıya hem de kronik hastalıklara neden oluyor. Bunu azaltmamız lazım. Vücudu bu atıklardan temizlememiz lazım. Bütün bu önlemlere dikkat ettikten sonra yine böyle kalıcı kronik ağrılar varsa medikal tedavi yöntemler devreye giriyor. 

İLAÇ YARDIM ÇAĞRISINI SUSTURUR 

-İlaç tedavisinin ağrı üzerindeki etkisi nedir? 

Tabii tıpta klasik ilaç kullanımı çok yaygın. Biz ilaç tedavilerini çok da tasvip etmiyoruz. Çünkü ilaç yardım çağrısını susturuyor. Biraz önce bahsettiğim nedenlerle birlikte vücutta bazı bozucu alanlar meydana gelebiliyor. Bunlar genelde geçirilmiş ameliyatlar, ameliyat izleri vs. olabiliyor. Geçirilmiş bademcik, idrar yolu enfeksiyonu gibi enfeksiyonlar buna neden olabiliyor. Bir de asıl bozucu alanımız dişlerimiz mesela.  Dişlerdeki çoğu problemde kronik bir ağrıya neden olabiliyor. Mesela dişteki herhangi bir siniri tedavi ettiğimizde migren iyileşebiliyor.  Migrenin yüzde 80’i diş kaynaklı. Yanlış yapılan dozlar, kişinin yaşadığı diş eti enfeksiyonları, apseler vs. bunların hepsi migreni tetikleyebiliyor. Zaten migren hastalarını sorguladığınızda çoğunlukla çocuklukta diş problemi olduğunu görüyorsunuz. Bizim problemli baktığımız alanlar ameliyat bölgeleri ve dişler. O bölgeleri düzenlemeye yönelik enfeksiyon tedavileri düzenliyoruz. Ve vücut regüle oldukça ağrı kendiliğinden geçiyor zaten. 

-Ağrının genetik yatkınlığı var mı?

Evet ağrıda genetik mekanizmaların etkisi var. Aileler içinde de ağrı patolojilerini daha sık görebiliyoruz. Anne babada fibromiyalji, bel, baş ağrısı varsa çocuklarda daha sık görülebiliyor. Çünkü bazı genler ağrıya yatkınlığı arttırabiliyor. Ağrı duyusunu daha fazla hissetmemize neden olabiliyor. Epigenetik denilen bir şey var. Genlerimizdeki kodları değiştirmiyor; ama o genin işlevsellik kazanıp kazanmayacağını sağlıyor. Epigenetik de spor, doğru beslenme, egzersiz, vitaminler genler üzerinde etki yapıyor. Ağrıya zemin hazırlayan genler varsa bu doğru beslenme egzersizle, sporla, vitaminlerle o yerleri susturabiliyoruz. 

Ağrının psikolojiyle ilişkisi nasıl? 

Ben bu konuda kendi bakış açımı söyleyim. Bu konuda fibromiyalji hastaları çok muzdarip. Onlar ailesi ve yakın çevresi tarafından da ‘Sen artık hastalık hastasısın, senin bir şeyin yok’ gibi şeylere maruz kalabiliyorlar. Fibromiyalji de yapısal hiçbir şey yoktur. MR ya da röntgende vs.de bir şey çıkmayınca hasta psikolojik olarak etiketlenir. Ama öyle değil. İlla yapıda bir sıkıntı olamayabilir fonksiyonda sıkıntı olabilir. Yapı normaldir işleyişte sıkıntı olabilir. O yüzden biz daha çok bütüncül bakış açısıyla bakıyoruz. Biz o bedende sinir sisteminin ve kan dolaşımın işleyişinde ve fasya dediğimiz bir doku var. Onun işleyişinde sıkıntılar oluyor.   Bunların işleyişinde nerelerde sorun var bunlara bakıp ona yönelik tedavi uyguladığımızda fibromiyalji hastalarımızın iyileştiğini görüyoruz. Ağrıların yüzde 80-90’u psikolojik kaynaklı değil. Gerçekten temelde bir fonksiyonel bozukluk oluyor. Bunun altında yatan sebep bulunmuyor. Böyle olunca da kişinin zaman içerisinde psikolojisini bozabiliyor. Ağrı yaşamak hiç kolay değil. Buraya her yerden hasta geliyor. Artık çaresiz kalmış yıllardır ağrı çeken insanları tedavi ediyoruz. Algoloji daha çok ağrıyı susturmaya yönelik. Biz daha farklı bir bakış açısına sahibiz. Ağrı zaten susuyor önemli olan bedeni düzeltmek.  

Bazı ameliyatların da ağrıya neden olduğu söyleniyor. Doğru mu? 

Evet, mesela sezeryan kronik sırt, bel ağrısına yol açabiliyor. Fibromiyalji hastalarının çoğunda bademcik problemi vardır. Bademciğin siniri önemli bir sinir. Sırta, bağırsağa giden sinirlerle komşu sinirler. O yüzden fibromiyaljide İBS hastalığı da çok görülür. Hepsi aslında anatomi ama bunlar unutulmuş. Bunlar kadim bilgiler, tıp birazda MR doktorluğuna döndü. Çuvaldızı kendimize batıralım. Ancak 2014’te Sağlık Bakanlığı çok önemli bir şey yaptı. Geleneksel ve tamamlayıcı tıp alanında usulsüz ve bilgisizce yapılan uygulamaların önüne geçti. Yayınladığı yönetmelikle bu uygulamaları yetkisini yalnızca bu alanda sertifikalı eğitim programlarını başarıyla tamamlamış isimlere bıraktı. Bende 2016’da yurt dışına gittim. Hollanda ve Almanya’da bulundum osteopati, refleksoloji gibi bunların orada eğitimlerini aldım. Osteopati olarak ilk mezun grubuz. Türkiye’nin ilk Osteopat doktorlarıyız. Bir hasta bir ağrısıyla ilgili gelince tepeden tırnağa bakıyoruz. Çünkü bir mide-karaciğer problemi de omuz ağrısı yapabilir. Çok değişik bağlantılar olabiliyor. Bu bakış açısını sağlıyor ben aynı zamanda Alman Osteopati okulundan mezunum. Orda da eğitmenim aynı zamanda. Beden bir bütün olarak bakmak lazım. Her şey birbiriyle bağlantılı. 

-Covid sonrası ağrı çekenlerde artış var mı? 

Covidden sonra ağrılar arttı. Özellikle post covid dediğimiz durumlar var. Nöropatik ağrılar, kaygı bozukluğu, saç dökülmesi gibi çok yakınmalarla karşılaşıyoruz.  Ellerde ve ayaklarda uyuşmalar arttı. Bu bakış açısının Türkiye’de artmasını temenni ediyorum. Ağrı çok inanılmaz bir şey. Ağrıyı çeken bilir. Keşke tüm meslektaşlarım arasında bu bakış açısı yaygınlaşsa da insanlar daha kaliteli bir yaşam sürme fırsatı bulabilseler.