Yaşamdan Usanmak

Zorlu yaşam koşulları nedeniyle gülmeye hasret bir toplum haline geldik.

Çevreye bir nazar atmak yeterli gelip geçenlerin nasıl bir ruh hali içinde oldukları konusunda fikir edinebilmek için.

Asık suratlar,

Çatık kaşlar,

Mutsuz bakışlar…

Hemen her yerde aynı manzara…

Sanki “birilerinin kazayla omuzuma çarpmasını bekleyen insan seli…

Çarpsın ki, canının sıkıntısını ondan alsın…

Yüzünün asıklığı gitmese de, en azından yüreğindeki sıkıntı hafiflesin.

Söylemesi kolay, yapması zor ama gülmek için mutlu olmayı beklemek de doğru değil.

Yaşam koşullarının, pembe bir tablo sunmasını hayal etmek de olmayacak duaya amin demekten öte bir anlam taşımıyor.

Ama onca olumsuzluğa rağmen iyimser olmak gerek…

Gülmeyi unutmak, yaşamdan usanmak değil midir?

Gülmeden gülmeye de fark vardır elbet…

Kimi hayata bağlar, kimi o bağları kopma noktasına getirir

Bir çocuğun gülüşü örneğin…

O masum gülüş, yaşama bağlanmanın iksiri değil midir?

Kimi gülüşler farklıdır…

Yaşamdan soğutur…

“Açız’’ dersin, “pasta ye” diye gülümseyerek akıl verir…

“Batıyoruz” diye feryat edersin “dünya bizi kıskanıyor” diye üste çıkar

Doğrusu, yerinde ve zamanında gülmektir bence.

İnsanı zıvanadan çıkaran pişkin gülüşler mesela…

Bence iflahı olmayan kötü bir hastalıktır.

Vardır böyleleri…

Kuyumcu dükkanını soyarken yakalanmıştır, emniyet görevlilerinin nezaretinde karakola götürülürken bir marifetmiş gibi yaptığı, çevredekilere sırıtır durur.

Sokak ortasında tekme-tokat dövdüğü kadının feryatlarına sırıtarak karşılık veren koca görüntülerine az mı tanık oluyoruz tv ekranlarında...

Bakışlarıyla kin tohumları saçıyor etrafa..

Gözlerinden kötülük akıyor.

Ama sırıtıyor hayasızca…

Kimileri mütebessim, kimileri dehşet içinde izliyor…

Öyle bir noktadayız ki…

Gülmeyi unuttuk…

Daha doğrusu…

Neye gülüp, neye ağlayacağımızı da…