Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Yükseköğretim Kurulu 2023-2024 Akademik Yılı Açılış Töreni’nde konuştu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasında şunları kaydetti;
Üniversitelerimizin 2023-2024 Akademik Yılı Açılış Töreni vesilesiyle bugün birlikteyiz. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'ne, milletin evine bu gazi mekana hepiniz hoş geldiniz. Yeni akademik yılın ülkemiz, milletimiz özellikle de sevgili öğrencilerimiz için hayırlara vesile olmasını rabbimden niyaz ediyorum. Yükseköğretim kurulumuzun 2023 üstün başarı ödüllerini takdim edeceğimiz bilim insanlarımızı ve üniversitelerimizi şahsım ve milletim adına tebrik ediyorum.
Üniversiteler ne kadar dinamik, ne kadar üretken, özgür, gelişmiş olursa toplum da bundan o derece olumlu etkilenir. Tersi bir durumda ise toplumun önce durağanlaşması ardından eğiti, kültür, sanat, bilim ve sanayide gerilemesi kaçınılmazdır. Gerek kendi geçmişimize, gerekse dünya tarihine baktığımızda bunun sayısız örneği ile karşılaşıyoruz. Geçtiğimiz 1400 yıla damgasını vuran Emevi, Abbasi, Endülüs, Babür, Selçuklu ve Osmanlı gibi geride iz bırakan devletlerin ayırıcı vasfı ilimde yakaladıkları seviyedir. Bilim alanında ileride olduğumuz asırların insanlık tarihine damga vurduğumuz dönemlerle aynı olması elbette tesadüf değildir. Bu dönemler İslam şehirlerinin giriş kapısına bilgi ve erdem, kılıç ve silahtan üstündür yazıldığı örnek dönemlerdir.
Ne zaman ki önceliklerimiz değişmiş, ilmiye sınıfı topluma rehberlik etme vasfını yitirmiştir işte o vakit gerileme ve çöküş de başlamıştır. İlmin merkezinin doğudan batıya kaymasıyla birlikte askeriyede, ticarette, üretimde, diplomaside, kültür ve sanatta da merkez yer değiştirmiştir. İslam dünyası yerinde sayarken veya kan kaybederken üniversitelerin öncülüğünde Amerika ve Avrupa yükselen güç haline gelmiştir. Tarihin bize öğrettiği hakikat şudur; Bilgiye sahip olan insanlığa yön verir. Buna karşılık ilim ve akademide geriye düşen diğer alanlarda da geriye düşmekten kurtulamaz. Sürekli gelişmenin, ilerlemenin, gücünü muhafaza etmenin yolu bilimde, kültürde ve sanatta mümbit bir iklime sahip olmaktan geçer. Bizim üniversitelerimizin üzerine titrememizin arkasında işte bu anlayış vardır.
Üniversiteler araştırmaları ve ilmi keşifleri ile öne çıkarak insanlığın ortak bilgi hazinesine katkı yapabiliyor, yetiştirdikleri bilim adamları ile isimlerinden söz ettiriyorsa hem millet hem de devlet güvende demektir. Ama bunların herhangi birinde sıkıntı varsa bunun olumsuz sonuçlarını da toplumun tüm fertleri hissedecektir. Biz gerek bir asırlık cumhuriyet tarihimiz gerekse bu topraklardaki bin yıllık senercanımız boyunca her iki duruma da şahitlik ettik. Nitekim 27 Mayıs darbesi öncesinde üniversitelerin görevlerini yapmak yerine vesayet planlarının bir parçası olarak kullanıldığını gördük. Aynı şekilde 12 Mart ve 12 Eylül'den önce de üniversitelerimiz karışmış ideolojik çatışmaların merkezi haline gelmiştir. Daha yakın tarihte 28 Şubat döneminde ise üzülerek ifade etmek isterim ki hafızamıza yüksek öğretim adına utanç verici sahneler kazınmıştır. Okulu ile inanç değerleri arasında tercihe zorlanan başörtüsünden dolayı ikna odalarına alınan kızlarımızın yaşadığı zulmü asla unutamayız.
Özgürlüğün ve özgür düşüncenin simgesi olan üniversitelerde üstelik de bizzat hocalar kullanılarak başlatılan cadı avını daha dün gibi hatırlıyoruz. Benzer durumları maalesef biz de yaşadık. Hükümetlerimizin ilk yıllarında kimi üniversiteler milli iradeyi hazmetmekte zorlanmış vesayet dönemlerinden kalan alışkanlıklarını devam ettirmeye çalışmışlardır. Darbe çığırtkanlıklarının yapıldığı cumhuriyet mitinglerinden kılık kıyafet konusunda ısrarla sürdürülen yasakçı tavra kadar çeşitli çığırtkanlıklara şahitlik ettik.
Biz de buna şahitlik ettik. Ancak hayata geçirdiğimiz reformlarla statüko bekçiliği olarak gördüğümüz bu direnci kırmayı başardık. Demokrasiyi güçlendiren, özgürlükleri artıran, temel insan hak ve özgürlüklerinin kullanımını bir ayrıcalık olmaktan çıkartan hamlelerimizden üniversitelerimizin de istifade etmesini sağladık. Böylece bu kurumlarımızın asıl varlık gayelerinin önündeki tüm engelleri kaldırdık. Üniversite sayısını 76'dan 208'e çıkartarak isteyen her gencimizin evine en yakın yerde yüksek öğrenime katılmasının yolunu açtık. Üniversitelerimiz vasıtasıyla bilginin, kültürün ve bilimin 81 vilayetimizin tamamına yayılmasını kolaylaştırdık. Kontenjanları artırarak üniversite kapılarındaki yığılmanın önünü kapattık. Yüksek öğretime erişimin kolaylaşması ülkemizdeki kimi elitleri rahatsız etsede bu gayretlerimiz milletimiz tarafından takdirle karşılandı.
Aslına bakarsanız bu kesimler sadece üniversite sayılarının artmasından değil yollardan tünellere, hastanelerden havalimanlarına, barajlardan köprülere kadar ülkeye çağ atlatacak her yatırımdan rahatsızlık duydular. Gezi olaylarında yeri değiştirilen üç beş ağacı bahane ederek sokaklarımızı ateşe vermekle kalmadılar, Yavuz Sultan Selim Köprüsü'nden İstanbul Havalimanı tüm devasa projelerimizin de durdurulmasını istediler. Başörtüsü düzenlemesi dahil hak ve özgürlükler yolunda attığımız her adımı çeşitli yöntemlerle engellemeye çalıştılar. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken başlattığımız üniversite öğrencilerine burs uygulamasını Anayasa Mahkemesi'ne götürerek iptal ettirenler daha sonra dönüp bundan şikayetçi bile oldular. Kendi çocuklarına hak gördükleri yüksek öğretim imkanından fakir fukaranın evladının da faydalanmasına bir türlü razı olamayanların tutarsızlıkları hiç bitmedi. Ama biz bunların hiç birine takılıp kalmadık sadece ülkemizin ve milletimizin ihtiyacı neyse onu yapmanın onu hayata geçirmenin mücadelesini verdik. Hamdolsun verdiğimiz sözlerin önemli bir kısmını da yerine getirdik.
Yüksek öğretimi herkes için erişilebilir kılarken diğer taraftan da buna uygun kurumsal uygun alt yapıyı oluşturduk. Bu sayede 2002 yılında yüzde 14 olan yüksek öğretimde net okullaşma oranı üç kattan fazla artışla 2023 senesinde yüzde 45'e yükseldi. Bu oran OECD ülkelerinin ortalamasından çok daha ileridedir. Türkiye'de yüksek öğretimde kız-erkek eşitliği oranı 0,98 ile tam eşitlik durumuna çok yakındır. Yani üniversite öğrencilerimizin yarısını kız öğrencilerimiz teşkil ediyor. Bu konuyu istismar malzemesi yapanların üniversitelerde etkin oldukları dönemlerdeki çarpık tabloyu en iyi sizler biliyorsunuz. 7 milyonun üzerindeki öğrenci sayımızla Avrupa yüksek öğretim alanındaki genişlemeye paralel olarak akademisyen sayımızı da artırdık.
Bundan 22 sene önce 70 bin olan toplam öğretim elemanı sayısı üç kat artışla bugün 184 binin üzerine çıktı. Öğretim üyesi sayısında da benzer bir durum söz konusudur. Profesör sayımızı 9 bin 396'dan 32 bin 488'e, doçent sayımızı 5 bin 367'den, 20 bin 768'e, doktor öğretim üyesi sayımızı ise 11 bin 190'dan 71 bin 700'e ulaştırdık. Öğrenci sayımız çoğalırken doktoralı akademisyen istihdamımız da sürekli artış göstermiştir. Toplam öğretim elemanlarının yüzde 46'sının kadın olması bizim için ayrı bir mutluluk kaynağıdır. Bu sene ilk defa daha önce yüksek öğretim imkanı bulamamış 34 yaş üstü kadınlarımız için devlete ait yüksek öğretim kurumlarında 21 bin kişilik ek kontenjan ayırdık. Ayrıca şehit ve gazi yakınlarımız için vakıf yüksek öğretim kurumlarında 3 bin 774 kişilik kontenjan oluşturduk. Bu kazanımlardan geriye gidişe kesinlikle izin vermeyeceğiz. Üniversitelerimizin bir daha asla yasakla, baskıyla, kavgayla veya ideolojik dayatmalarla anılmasına müsaade etmeyeceğiz.