Gecenin ilerleyen saatlerine kadar oturunca ertesi gün yataktan kalkmak zor oluyor.

Öyle olunca da pandemi nedeniyle tanınan kısıtlı özgürlük süresinin benim durumumdakiler, yani 65 yaş ve üzerinde olanlar için hiçbir anlamı kalmıyor.

Hareketsizlikten yorgun düşmüş vücudun, toparlanıp kendine gelmesi zaten bir saati buluyor.

Kahvaltı, duş filan derken kalan iki saatlik süre de dolmuş oluyor.

Sonuçta, bizim gruptakiler 24 saat kesintisiz ev hapsine maruz kalıyor.

Tabii sözüm, daha çok, kitap kurtları ve beyaz cam tutkunları için geçerli.

Bir de saatler 21.00'i gösterdiğinde tıpış tıpış yatak odasının yolunu tutanlar var.

Pencereden gördüklerim kadarıyla sayıları da 5'i, 10'u ancak bulan.

Soluklanmak, hareketsiz kalan bedenlerini diri tutmak için ağır-aksak adımlarla kısıtlı özgürlük süresini değerlendirmeye çalışan ''erkenci''ler.

Kitabı, tv'yi çıkarınca yaşamdan 3 saatlik özgürlük yetiyor zahir.

İyimser bir yaklaşımla durumun, bizim gruptakiler için olumlu yönleri yok da değil.

Yıllardır ihmal ettiğim, yüzlerini neredeyse unuttuğum, seslerine bile hasret kaldığım dostlarla telefon aracılığıyla da olsa konuşup, sohbet etmek, bu sıkıcı süreçte ilaç gibi geliyor.

Vakit bol olunca, bizim grupta yer alanlardan arayanların da aradıklarımın da sayısı giderek artıyor.

Tabii telefon başında geçirilen süreler de…

Meğer ne çok ihmal etmişiz birbirimizi.

''Pandemi'' sözcüğü öylesine geçiyor sohbetlerde.

Ne kadar gözü korkmuşsa herkesin…

Daha çok özlem üzerine gelişiyor sohbetler.

Hep, benzer temennilerle sonlanıyor:

''En kısa zamanda görüşelim''

Ve elbette ki dudaklardan dökülen o dostça istek:

''Kendine iyi bak''

Evet, kendimize iyi bakalım…

Kadını, erkeği,

Genci, yaşlısı…

Tehlike kol geziyor…

Virüs, kapıyı tıklatmak için fırsat kolluyor…

Adını anmak istemesek de…