Öykü, şiirin yolunda yürümeyi ve kendini var etmeyi benimsemiş, özümsemiş çok özgün bir dil zenginliğidir. Semra Güney Eren’in “Yoğun Bakış” isimli öykü kitabı da özgün bir dile sahip. Öyküleriyle yaşamımıza dokunan yazar, kimi zaman hayatın içindeki hikâyeleri kimi zaman da ütopik bir yaşamı okura aktarıyor. Okuduğunuz her yeni öyküsü ile öyküyü çok sevdiğinizi hissettiren Semra Güney Eren,  kalemiyle kesintisiz ve derin bir nefes aldırıyor…  Semra Güney Eren ile yeni çıkan kitabını, yazarlığını ve yazma ritüelini konuştuk.

•  Eğitiminiz ve kısa bir özgeçmişinizle başlayalım isterseniz. Bize kendinizi anlatır mısınız?

Ankara doğumluyum ilk orta ve lisans öğrenimlerimi Ankara’da tamamladım. Türkçe öğretmeniyim. Ankara’da yaşıyorum.

• Yazma ile nasıl kesişti yolunuz?

Çocukluk dönemimde yazdığım bir mektubun ailem ve yakınlarım tarafından beğenilmesi ve yazının insanlarla aramda kurduğu derin bağ beni yazma konusunda yüreklendiren bir adım oldu. Kendimi yazarak daha iyi ifade ettiğimi fark etmemle birlikte atölye süreçleri başladı, atölyeler ve orada yaptığım çalışmalar yazı maceramın renklenmesi ve köklenmesine vesile oldu.

“YOĞUN BAKIŞ ON SEKİZ ÖYKÜ VE BEŞ KÜÇÜREK ÖYKÜDEN OLUŞUYOR”

• Biraz kitabınız hakkında konuşalım, ne kadar sürede yazdığınızı ve bizi nasıl bir hikâyenin beklediğini biraz açabilir misiniz?

Yoğun Bakış, bir öykü kitabı. On sekiz öykü ve beş küçürek (kısa öykü) öyküden oluşuyor. Yaklaşık on yıllık bir zaman diliminde yazdığım birçok öykü arasından elediğim ve elimde kalan öykülerden oluşturduğum bir ilk kitap Yoğun Bakış. Okuru bekleyen öykü için “Yazarın lafı çok dolandırmadan, insanların üzerinde gezdirip indirdiği bir kameradan hafızasında kalanları yazdığı öyküler.’’ denilebilir.

“EDEBİYAT HERKESE AÇIK TERTEMİZ BİR ALAN”

• Edebiyat dünyası da birçok alan gibi ‘erk’  bir hâkimiyet içerisinde. Bu kurgunun içinde kadın olarak var olmak konusunda ne gibi zorluklar yaşıyorsunuz?

Doğrusu ben içinde bulunduğum alanda erkeklere dair bir hakimiyet duygusunun baskınlığını hissetmedim. Ben ve benim gibi yazan birçok kadınla bu süreçte yolum kesişti, birbirimize destek olduk, var olmaya çalıştık. Zamanımız elverdiğince buluşup öyküler okuyoruz, birlikte yazıyoruz. Öykü için kafa yoruyoruz, öykü işçiliği yapıyoruz. Edebiyat herkese açık, tertemiz bir alan… Lafı olan söyler ve mutlaka onu duyacak kulaklar vardır, biz boşluğa savuruyoruz biraz da, bu işin güzelliği de buradadır, sözün kime çarpacağı belli olmaz.

“Her ressam aslında kendi hikâyesini anlatır” “Her ressam aslında kendi hikâyesini anlatır”

• Okuduğunuz ve beğendiniz yazarlar kimlerdir?

O kadar çok ki… Son dönemde beni en çok etkileyen yazar, öyküde atmosfer kurmadaki ustalığı ve kendi dünyasına okuru ortak etmedeki mahirliği nedeniyle Şenay Eroğlu Aksoy’dur. Şiir de öyküyü besleyen gürül gürül bir ırmak olan Gülten Akın bana her daim ilham olmuştur. Carver’in öyküleri, öykü için bir okul adeta. Türk edebiyatında Tahsin Yücel, Pınar Kür beğendiğim yazarlar. Paul Auster’in özgünlüğü etkileyici. Psikoloji alanında Engin Geçtan’ın insana dair tespitlerini de çok besleyici buluyorum.

“ANLATICI DA ÖNEMLİ”

• Hangi tür kitapları okumaktan hoşlanıyorsunuz? Kitap seçerken belirli bir tarzınız var mı? Kişinin bir tarzı olmalı mı? Yoksa her türden kitabı okumak mı gerekir?

Öykü ve roman okumayı seviyorum, son dönemlerde biyografiler de ilgimi çekiyor. Tabii anlatıcı da önemli. Kitap seçerken yazar odaklı gittiğimi söyleyebilirim. Yazarı etkileyici ve derin bulduysam bütün kitaplarını okumaya çalışıyorum. Bize yeni esinler getiren, hayata dair yepyeni bir pencere açma iddiasında olabilecek her türlü kitaba kapımız aralı olmalıdır.

• Yazma ritüelinizden bahseder misiniz? Örneğin hangi ortamda, hangi müzikle yazmayı tercih ediyorsunuz?

Yazıyla en yakın olduğum zamanlar, herkesin hayattan elini eteğini çektiği gece saatleri oluyor, sessizlik başlıbaşına bir anlatıdır bence. Bu da beni kendisine eşlik etmem yönünde teşvik ediyor.

Muhabir: Makbule AKGÜL