Türk Toraks Derneği’nin 28. Yıllık Kongresi 23-27 Nisan tarihleri arasında Antalya’da bir otelde gerçekleştirildi. Mottosu “Dünyamızın Değişimi Nefesin Geleceği” olarak belirlenen kongrede tütün bağımlılığı, sağlık politikaları, çevresel ve mesleksel akciğer hastalıkları gibi konular, yüzlerce akademisyen konuşmacı tarafından ele alındı. Kongrede düzenlenen basın toplantısında konuşan Prof. Dr. Sibel Naycı da sağlıklı bir gelecek için kongrenin mottosunun “dünyamızın değişimi, nefesin geleceği” şeklinde belirlendiğini belirterek, “Kongremizin mottosu dünyamızın değişimi ve nefesin geleceği olarak belirledik. Gezegenin sağlığına yönelik tedbirlerin aciliyet kazandığı bu çağda sağlıklı bir geleceğin ancak sağlıklı bir gezegen ile mümkün olabileceği inancıyla bu mottoyu seçtik.” dedi.
Toplantıda Türk Toraks Derneği Başkanı Prof. Dr. Nurdan Köktürk, sağlık hizmeti hakkında bilgi verdi. Köktürk, “Son dönemde akademideki öğretim üyesi sayısı giderek azalıyor. Bu bir erime. Pek çok öğretim üyemiz bulundukları konumu bırakıp emekli olup muayenehane açıyorlar ve üniversitedeki öğrencileri okutacak öğretim üyesi sayısı azalıyor. Bunun bir erime olduğunu düşünüyoruz, bu erimenin pek çok nedeni olduğu belli ve enine boyuna tartışmak gerektiğini düşünüyoruz.” diye konuştu.
Köktürk, üniversite sayılarının arttığına değinerek, şunları söyledi:
"Şu anda 208 üniversite var ve 2007 senesinden bugüne hızla artıyor toplamda 7 milyon üniversite öğrencisi var ve 180 bin öğretim üyesi var. Tıp fakültelerine bakıldığında 1970'lerde 9 tıp fakültesi varken 2022’de 118 tıp fakültesi var. Tıp fakülteleri eğitim açısından donanımlı olması gereken fakülteler hepimizin canı oradaki eğitime bağlı. Öğrenci sayısı ise o yıllarda 1900 iken 2023 senesinde yüzde 75 artarken öğretim üyesi artışı yüzde 37'de kalmış. Elbette öğretim üyesi sayısı ve öğrenci sayısı eşit olmamalı öğretim üyesi sayısı belli bir oranda öğrenciyi kapsayacak şekilde olmalı ancak yetememe durumu olduğunu düşünüyoruz burada. Hastane sayılarına bakarsak 2002-2023 yılları arasında kamu hastanesi sayısı 773’den 933’e çıkmış. Üniversite hastanelerine baktığımızda ise sayı 50’den 68’e çıkmış. Ancak özel hastane sayısına bakarsak o yıllarda 271 olan hastane sayısı 565’e çıkmış. Buna bağlı olarak yatak sayısına baktığımızda artışlar abartılı değil ancak nasıl özel hastanelerde belirgin artış varsa yatak sayısında da özel hastanelerde belirgin bir artış görülmekte. Diğer kamu hastanelerinde ve üniversitelerdeki artışa nazaran özel hastanelerdeki yatak sayısındaki artış dikkatimizi çekti. Son yıllarda dikkatimizi çeken bir başka konu ise 2010’dan itibaren dev şehir hastaneleri gerçeğimiz. Şu an 25 aktif şehir hastanemiz var, yatak sayılarına baktım şehir hastanelerine baktığımızda Ankara Bilkent Şehir Hastaneleri 3 bin 700 yatak sayısına sahip, Ankara Etlik Şehir Hastaneleri 3 bin 600 yatak sayısına sahip ve İzmir Bayraklı Hastanesi 2000 yatak, İstanbul Başakşehir Çam Sakura Şehir Hastanesi ise 2600 yatak sayısına sahip bulunmakta ve şehir hastaneleri 2025 bütçesinin yüzde 11’ini alıyor. Göğüs hastanelerine baktık, 9 göğüs hastanesi var 2966 yatağı var. Göğüs hastanelerinin giderek değiştirildiği ve yatak sayılarında değişimler olduğunu biliyorsunuz. Süreyyapaşa Hastanesi gerçeğini bir kez daha hatırlatmak lazım. Tüberküloz yatak sayılarındaki azalmayı ve sanatoryumdaki yatak sayılarının azalmasının bizim için olumsuz bir gelişme olduğunu tekrar belirtmek istedim.”
Yatak ve yoğun bakım yatağı alanında Avrupa’dan daha iyi olduğumuzu aktaran Köktürk, sözlerini şöyle sürdürdü: “Yatak ve yoğun bakım yatağı sayısı bakımından Avrupa’dan daha iyi bir ülkeyiz. Covid-19’daki mücadelemiz bu anlamda hızlı aksiyonumuzu gösterdi. Avrupa’daki pek çok ülkeden daha hızlı aksiyon aldık doktorlarımızın adaptasyon yeteneği çok güçlü bunun nedeni bu ülkede doktorlar günde 70-100 hasta bakmayı biliyorlar. Sevgili arkadaşlar 2023 verilerini paylaşacağım sizinle, kişi başına düşen yıllık başvuru sayısı 11.4’dür. Yani bir kişi 11.4 kez hastaneye başvuruyor. Aile hekimlerine başvuru sayısı 416 milyondur, Kamu Hastanelerine başvuru sayısı 424 milyondur. Avrupa Birliği ülkelerine baktığımızda kişi başı hekim müraacatı ortalaması 6’dır. Avrupa Birliği ülkelerinin iki katı civarı kişi başı hekim başvurusu var.”
Köktürk, “Ülkede yoğun bir sağlık hizmeti istihdamı varken biz kişi başı hastanelere düşen başvuru sayısını azaltamıyoruz. Mutlaka referasyon sistemi gelmeli. Aile hekiminin baktığı sayıda ikinci basamak hasta hizmeti vermiş. Neden aynı hastaya iki kere bakıyoruz. Neden üçüncü basamak boğazı ağrıyan hastaya baksın. Referasyon sisteminin etkin çalışması her basamağın etkin görevlendirilmesi, sayıya değil kaliteye bakan bir sistem getirilmesi gerekiyor. Biz kaliteli hizmet vermek istiyoruz hekim olarak.” diye konuştu.
“TÜRKİYE’NİN HAVASI EN KİRLİ ŞEHİRLER IĞDIR VE MALATYA”
Doç.Dr. Merve Erçelik, deprem bölgesinde 3 yıllık hava klitesi değerlendirmesi yapıldığını anlatarak şunları söyledi: “Biz bu kongrede deprem bölgesinin 3 yıllık hava kalitesini değerlendirdiğimiz bir çalışma yaptık. Deprem yılında Hatay'da hava kirliliğinde yüzde 42'lik bir artış saptadık. Deprem zamanında ise İskenderun Merkez'de yine hava kirlilğinde yüzde 42 bir artış söz konusuydu. Deprem yılında, deprem bölgesinde hava kirliliğinin yükseldiğini ve sonrasındaki yılda bu kirlilik hala normal düzeylere inmemişti. 2023 yılında Türkiye'de hava kirliliğine bağlı erken ölümleri değerlendirdiğimizde, hava kirliliğinin en önemli etken maddelerinden olan partikül maddeye bağlı 53 bin erken ölüm gerçekleştiğini belirledik. Bu hava kirliliği ile savaşabilseydik eğer 53 bin erken ölümü engelleyebilirdik. Bu ölümler, 30 yaş üstündeki ölümlerin yüzde 11'ini oluşturuyordu. Yani her 10 kişiden 1'i bu nedenle hayatını kaybetti. 2024 yılında PM 10 (Partikül Madde 10) açısından Türkiye haritasını yaptığımızda ülkemizde 341 istasyon vardı ancak yüzde 77'sinde yeterli ölçüm yapılmıştı. Yani istasyonumuz aslında var ancak yeterli ölçüm yapmıyoruz. Yeterli ölçüm yapılan merkezlerin hava kalitesine baktığımızda ülkemizdeki tüm şehirlerde limit değerlerin üstünde kirlilik mevcuttu.”
Erçelik, havası en kirli şehirlerin Iğdır ve Mlalatya olduğunu belirterek, şu ifadelerde bulundu: “Özellikle hava kirliliğinin en fazla olduğu iller Iğdır ve Malatya en kirli şehirlerdi. 3 büyük şehirde de hava kirliliği, Dünya Sağlık Örgütü'nün belirlediği limit değerlerin iki ila 3 katı üzerindeydi. Kongrede kent ve çevre sağlığı ile ilgili bir oturumumuz oldu. Kentlerdeki trafik, sanayi, çarpık kentleşme sonucunda ormanlarda azalma ve ısı adası etkisi meydana gelmekte ve bu nedenle çocuklarda astım, çocukluk çağı kanserleri, düşük doğum ağırlığı, erişkinlerde kronik akciğer hastalıkları, kalp damar hastalıkları ve kanserler ortaya çıkmakta. Biz eğer iklim krizine dayanıklı kentler yapabilirsek bu sağlık sonuçlarının hepsinin karşısında durabiliriz.”
"HAVA KİRLİLİĞİ DEĞİL ŞEHİRLER DE HALK SAĞLIĞI SORUNU HALİNE GELMİŞTİR"
Dr. Orbay Tutku Seren de hava kirliliğinin önemli bir halk sağlığı sorunu olduğunu belirterek, “Şu anda Türkiye'nin en önemli halk sağlığı sorunlarından birisi hava kirliliğidir. 2024 hava kirliliği verilerine baktığımızda Türkiye'de ince partikül madde dediğimiz, tozdan yeterli ölçüm yapılamadığını ve varolan tüm verilerde de kirli hava soluduğumuzu açıklar durumda sonuçlar gördük. Hava kirliliği ile ilgili Dünya Sağlık Örgütü limitler belirlemiştir. Türkiye'de de hava kirliliği parametrelerini gösteren bir limit değer yoktur ve bununla ilgili düzenlemelere ihtiyaç vardır. Ayrıca hava kirliliği değil de halk sağlığı sorunu olarak şehirlerimiz de önemli bir halk sağlığı sorunu haline gelmiştir. Artan betonlaşma, azalan yeşil alan sebebiyle gün geçtikçe şehir ısısı bu nedenle artmaktadır. Kanal İstanbul gibi projeler, şehirlerin yeşil alanının azalıp, beton yoğunluğunun artmasına ve kentlerin daha da ısınmasına neden olmaktadır. Bir yandan kirli hava, bir yandan artan sıcaklıklar sağlığımızı tehdit etmektedir.” ifadelerinde bulundu.
Dr. Selin Çakmakçı ise “İkizköy Akbelen'de ormanlık alanın yok edilip kömür madeninin çalışmaya başlamasından sonraki yapılan 1 aylık ölçümlerde PM 10 seviyelerinin, Dünya Sağlık Örgütü'nün önerdiği sınır değerlerinin yaklaşık 4.5 katına çıktığını saptadık. Bu değer Muğla, Milas ve Yatağan'daki değerlerden belirgin şekilde yüksekti. Yatağan'da kömürlü termik santral açısından ciddi maruz kalım seviyesi olduğunu ve bu değerlerin onun dahi üzerinde olduğunu söylemek mümkün. Türkiye'de yapılan madencilik faaliyetlerinin artık vahşi madencilik uygulamasına dönüştüğünü görmekteyiz. Bu faaliyetlerin çevre ve halk sağlığı üzerindeki etkileri göz ardı edilmektedir” şeklinde konuştu.