Marmara Üniversitesi Endüstriyel Tasarım Bölümünü kazandıktan iki yıl sonra fotoğraf bölümünde çift ana dal yapan ve o yıl içinde yapmak istediği işin fotoğraf olduğuna karar veren Şener Yılmaz Aslan, çektiği karelerle yaşamı sorguluyor. Fotoğrafa ilgisinin lise döneminde başladığını ama o süreçte fotoğraf makinasının olmadığını belirten Aslan, 'Liseden mezun olduktan sonra bazı fotoğraf web sitelerini takip etmeye başlamıştım ama bir fotoğraf makinem yoktu. Yorumları okuyarak fotoğraf makinesinin teknik yapısını öğrenmeye başladım. Bir süre sonra fotoğraf alanında üretmek istedim; ancak uzun bir süre amatör bile olsa bir makine edinemedim. Tarayıcı ile çeşitli bibloları ve odamda bulunan farklı nesneleri tarayarak fotografik görüntüler elde etmeye çalıştım. Elde ettiğim görüntüleri bilgisayar programı yardımı ile düzenleyip çeşitli kurgular oluşturuyordum.' diye konuştu. 'Keşke herkes kendi mesleğinin yanı sıra fotoğrafçı, ressam, müzisyen olsa, o zaman dünya daha farklı bir yer olurdu!' diyen Aslan ile fotoğraf yolculuğunu konuştuk.

• Bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?

1986 Malatya doğumluyum. Lise ve ön lisans eğitimimi bilgisayar programcılığı üzerine Mersin'de aldım. O yıllarda web yazılımı ve görsel tasarımı ile ilgileniyordum, yazılım konusunda sorun yoktu ancak görsel anlamda eğitimim olmadığı için sıkıntı yaşıyordum. Bu yüzden lisans eğitimimi tasarım üzerine almaya karar verdim. Bir senem Ankara'da resim eğitimi ile geçti ve sonunda Marmara Üniversitesi Endüstriyel Tasarım bölümünü kazanarak İstanbul'a yerleştim. Yüksek lisans eğitimime Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde devam ediyorum.

• Sizin fotoğrafçılık hikayeniz nedir, bu serüven nasıl başladı?

2004 yılında Mersin'de liseden mezun olduktan sonra bazı fotoğraf web sitelerini takip etmeye başlamıştım ama bir fotoğraf makinem yoktu. Yorumları okuyarak fotoğraf makinesinin teknik yapısını öğrenmeye başladım. Bir süre sonra fotoğraf alanında üretmek istedim; ancak uzun bir süre amatör bile olsa bir makine edinemedim. Tarayıcı ile çeşitli bibloları v e odamda bulunan farklı nesneleri tarayarak fotografik görüntüler elde etmeye çalıştım. Elde ettiğim görüntüleri bilgisayar programı yardımı ile düzenleyip çeşitli kurgular oluşturuyordum. Aynı dönemde Sabit Kalfagil'in bazı fotoğraflarından çok etkilenmiştim; yıllar sonra Marmara Üniversitesi'nde kendisinin öğrencisi oldum, bu vesile ile kendisini de anmış olayım. Marmara Üniversitesi Endüstriyel Tasarım bölümünü kazandıktan iki yıl sonra fotoğraf bölümünde çift ana dal yapmaya başladım ve o yıl içinde yapmak istediğim işin fotoğraf olduğuna karar verdim.

'KENDİMİ İFADE EDEBİLECEĞİM BİR ALANA YÖNELDİM'

• Neden fotoğraf?

Endüstriyel tasarım bölümü okurken hocalarımın yaptığım tasarımlara yönelik 'Bunu nasıl satacaksın?' sorusu beni tasarımdan soğuttu. O soru ile birlikte nerede olduğumun farkına vardım. Evet, zaten var olan, kullanılan bir nesneyi/aleti başka bir marka için yeniden tasarlamamız ve aynı 'tüketicilere' farklı renk ve formla tekrar satmamız gerekiyordu. Bu da bir öncekinin çöpe atılması demekti. Ancak zaten var olan ve bir eksikliği olmayan herhangi bir aleti tekrar tasarlama fikri bana çok anlamsız geliyordu. Dünya kaynaklarını bu tür şirket rekabetleri için harcama fikri giderek rahatsız etmeye başladı ve bu rahatsızlık beni fotoğrafa yani sanata daha çok yaklaştırdı. Bir süre sonra da tamamen fotoğrafa odaklanmamı sağladı. Çünkü üretilmiş şeyleri yeniden ve yeniden üreterek dünya kaynaklarının sömürülmesine yardımcı olmaktansa kendimi ifade edebileceğim bir alana ihtiyacım vardı.

'HERKES SANATLA İLGİLENSE DÜNYA FARKLI BİR YER OLURDU'

• Son zamanlarda yeni dünya – yeni medya düzeni gibi kavramlar ortaya çıktı. Özellikle sosyal paylaşım sitelerinde insanların üzerinde oynayabildikleri, efekt uygulayabildikleri hazır programlarla fotoğrafların paylaşıldığı bir çok platform var. Siz sosyal medya kullanımı hakkında ne düşünüyorsunuz?

İnsanların bol bol fotoğraf çekebiliyor olmalarını çok değerli ve olumlu buluyorum. Tabii gündelik an paylaşımları değil kastettiğim. Bazı insanların işi fotoğraf olmasa da fotoğraf çekmeyi ciddiye alıyor ve her gün daha iyi fotoğraf çekmeye çalışıyor. Bu da onların gözünün gelişmesine katkıda bulunuyor, gözün gelişmesi demek dünyaya daha farklı bakmak demek. Yani herkesin gördüğünün dışındaki detayları da görmek demek. Bu detaylar her zaman gözümüzün önünde olan şeylerdir ancak ciddiyetle resim yapanlar, fotoğraf çekenler, kitap okuyanlar ve hatta müzikle uğraşanlar bu detayları daha kolay görürler ve bu da yaşam kalitesini zenginleştirir. Dolayısı ile ben fotoğraf çeken hiç kimseye 'herkes de fotoğrafçı oldu' gözü ile bakmam, hatta keşke herkes kendi mesleğinin yanı sıra fotoğrafçı, ressam, müzisyen de olsa, o zaman dünya daha farklı bir yer olurdu diye düşünüyorum. Efekt konusuna gelirsek, izleyiciler bir fotoğrafı beğendiğinde aslında çoğunlukla o fotoğrafa uygulanan efekti değil, o fotoğrafın konusunu beğenir. Efekt yalnızca fotoğrafın baharatı olabilir ve evet baharat ta tabii ki önemlidir ama fazla kullanıldığında sonuç pek iç açıcı olmaz.

• Peki her fotoğraf sanatçısının karanlık odayı ve analog çekimi bilmesi gerekiyor mu sizce?

Sanatçılar yaptıkları işin hem teknik hem de teorik tarihine hakim olmakla yükümlüdür ancak bu bir zorunluluk değildir. Bir ressam desen çizmeyi öğrenmeden de belki ressam olabilir fakat bir şeyler hep eksik kalır. Çünkü deseni doğru çizemeyen biri onu deforme edip kendi istediği gibi de şekillendiremez. Fotoğraf da biraz öyledir, işin teknik tarihine hakim olmak size daha fazla alan açacaktır, ufkunuzu genişletecektir. Çünkü karanlık oda fotoğrafın temelidir, bu temeli bilmediğinizde enstantane ve diyafram gibi temel mekanizmaları anlamak ve hakim olmak zorlaşır.

'SANATÇI MUHALİFTİR'

• Ülke gündemi, siyasi çalkantılar, politik tavırlar fotoğrafınızı/sanatınızı etkiliyor mu? Sansür ya da oto-sansür kaygılarınız var mı?

Türkiye'nin anlık değişen siyasi durumunu bir fotoğrafçı olarak görmezden gelmem mümkün olamaz. Bu bağlamda daha çok belgesel işler üretiyorum. Zaman zaman bu, sanatsal imgelere de dönüşebiliyor. Gündem, sanatçı için bir üretim kaynağıdır. Muhalif sanatçı tabirini kullanmak istemiyorum çünkü sanatçı zaten muhaliftir. Dolayısı ile Türkiye, gündemi yoğun bir ülke olduğu için bu anlamda sanatçıyı daha üretken kılar. Tabii bir de üretim aşamasında ve üretim sonrası sunum aşamasında ne kadar özgür olabildiğimiz gerçeği var. Bir eserin bir düşünce olarak var olmasından bir sanat eserine dönüşüp sunulduğu ana kadar olan süreçte, her açıdan özgür olduğunuz bir ülkede avantajlısınız demektir. Ben sansür ile oto-sansürü birbirinden çok ayırmıyorum. Sansür kaygınız varsa; toplum- sal, siyasi bir baskı altındaysanız, bu direkt olarak oto-sansüre dönüşüyor zaten. Buradaki ince nokta, bir şeyleri göze alabilmekten geçiyor. Tabii ki burada bu cesareti göze alamayanları da kimse suçlayamaz, suçlu bu sansür ortamını yaratanlardır. Ama ben yine de herkesin en azından başarabildiği kadarıyla bir şeylere cesaret etmesi gerektiğini düşünüyorum. Aksi takdirde yerimizde sayar dururuz.

'BELGESEL FOTOĞRAFLARIM RASTLANSALLIKLA İLERLİYOR'

• Peki üretim yönteminiz nedir?

Her projeyi planlı programlı mı üretiyorsunuz yoksa doğaçlama, kendiliğinden gelişen projeleriniz de oluyor mu? Aslında her ikisini de yapıyorum. Önceden düşünüp tasarladığım bir mekan arayışı olabildiği gibi öngörmemin mümkün olmadığı an fotoğraflarının bir araya gelmesiyle de bir seri çıkabiliyor. Özellikle fotoğrafçılığa başladığım ilk yıllarda, zamanımı İstanbul'u analog makinem ile birlikte tavaf edip sürprizler arayarak geçiriyordum. Elimde güzel diyebileceğim birkaç kare olsa da birbirleri ile bağlantısız olmalarından dolayı işe yaramaz buluyordum. Ancak ben o zamanki çalışmaları zaten birer eskiz olarak düşündüğümden bunu yapmaya da devam ediyordum. Bir süre sonra da belirli konulara kendiliğimden odaklanmaya başladım. Şimdilerde belgesel fotoğraflarım halen rastlantısallıkla ilerliyor; bazen olayın içindeyken, çoğu zaman da bilgisayar başındayken işe yarar olup olmadığına karar veriyorum. Mesela 'Tavaf' isimli seri, öncesinde ve sonrasında birçok hesap, kitap ile ortaya çıktı; spontane olan tek şey fotoğraflardaki insanlardı.

'MÜZİĞİN ETKİSİ ÇOK BÜYÜK'

• Sanatında müziğin yeri nedir? İşlerine etkisi oluyor mu?

Çocukluğumda halk müziği ve lise sonrasında da uzun süre protest özgün müzik dinledim. Grup Yorum, Ruhi Su, Grup Kızılırmak, Ahmet Kaya gibi sanatçıların şarkılarını ezbere biliyordum. Bu tür müzikler hayata bakışımı etkilediği gibi bununla birlikte fotoğraflarımı da büyük ölçüde etkiledi. Ancak bu etkilenme fotoğraflarımdaki ritim ve kompozisyondan daha çok sanata bakış açımda oldu. Hala eylemlerde belgesel fotoğraf çekiyor olmamda bu müziklerin etkisi büyüktür. Üniversiteye başlamamla klasik müzik başta olmak üzere daha farklı müzikler de dinlemeye başladım.

• Türkiye'de ve dünyada sizi etkileyen ve takip ettiğiniz sanatçılar kimler?

Jeff Wall, Andreas Gursky gibi isimlerin yanı sıra Cindy Sherman, Nan Goldin, Hans Bellmer'in işlerini de severek izlerim. Bunların dışında belgesel fotoğraf anlamında Magnum, Noor, VII gibi fotoğraf ajanslarını da takip ediyorum. Theo Angelopoulos, Krzysztof Kieslowski, Pedro Almodovar ve Michael Haneke gibi yönetmenlerin filmlerinin de etkisi büyük.

Editör: Haber Merkezi