• Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

Ben Ankara'da doğdum. İlkokula babamın görevi dolayısıyla bulunduğumuz Erzurum'da başladım. Annem ilkokul öğretmeniydi ve Kahramanlar Köyü İlkokuluna tayin edilmişti. O sıralar beş yaşındaydım. İlk öğretmenim ablam bana okuma yazmayı öğrettiği için okula başlayabilecek haldeydim. Nihayetinde beş yaşında Kahramanlar Köyü İlkokulunda okul hayatım başladı. Daha sonra Ankara'ya döndük. Ankara'da ilk ve orta öğrenimimden sonra lise öğrenimime Özel Fatoş Abla Kolejinde devam ettim. Hayatımın odak noktaları hep edebiyat ve matematik oldu. Matematiğe olan ilgim o dönem ağır bastı sanıyorum ve üniversite öğrenimimi Hacettepe Üniversitesi İstatistik Bölümünde okuyarak tamamladım. Ama öğrenim tabii ki okul hayatıyla sınırlı kalmaz.

• Yazarlık serüveniniz nasıl başladı?

Öncellikle okuyarak başladı diyebilirim. Ben bir odasının duvarları kitaplarla kaplı bir evde büyüdüm. Babamın çok geniş bir kütüphanesi vardı. Çok düşkündü kitaplarına. Bir de meşhur Trabzon bıçakları vardı. Pek kıymetliydi onlar da. Hatta söyleyebilirim ki; ölüm döşeğindeyken bana 'Kitaplarımla bıçaklarıma iyi bakın, tamam mı?' demişti. Tamam, olmaz mı, onlar benim hayatımın en büyük mirası… Ailesi bu kadar okumaya düşkün bir çocuğun edebiyata ilgisiz kalması zaten pek mümkün değil. O yüzden ebeveynlere önce siz okuyun sonra çocuklarınız okur demiyor muyuz? Kitaplar benim bu dünyayı başka gözle, başkalarının gözüyle de görmemi sağladı. İnsanları tanımanın en güzel yollarından biri, okumak… Hatta milletleri de… Şiirlerin tek bir mısrasından, bir tasvirden, bir karakter analizinden insanların ruhuna dokunmak, insanını tanımanın da bambaşka bir yoludur. Okuduklarımızla gördüklerimizi harmanlamak farkında olmadan bizi biz yapar. Ben milletleri, onların insanlarını, okuyarak anlamaya çalışanlardanım. Her yazar eserlerinde, satır aralarında, kendi karakteriyle beraber insanını da anlatır. İstese de istemese de, farkında olmadan… Anlayışlarını, ahlaklarını, kültürlerini tabiri caizse genetik kodlarını eserlerinde şifreler. Hal böyle olunca, insan okumaktan uzak kalamaz. Yazmak, bende çok sonraları başladı. Evet, okul gazetesinde bir köşem vardı, ayrıca günlük tutardım. Ama yazmanın hazzını ilk olarak konuşmaktan ziyade, yazmayı sevdiğimi fark ettiğim gün tattım. Yalnızken daha iyi düşünen ve evet maalesef kendi kendine de konuşan bir insan olduğumu biliyordum. Bu konuşmaları yine uykumun kaçtığı bir gece, kağıda döktüm. Ertesi gün kalktığımda tek düşündüğüm 'Ne harika bir geceydi' olmuştu. Daha ne diyebilirim ki; böyle bir sürü gece yaşamaya karar verdim ve serüven başladı.

ŞARKI SÖZÜ YAZARLIĞI

• Şarkı sözü yazarlığı da yaptığınızı biliyorum. İşin bu kısmına nasıl başladınız?

Eşim müzisyen ve bu konuda mütevazi olamayacağım. Gerçekten iyi bir müzisyen… Çünkü üretiyor. İlk albümü enstrümantal bir albümdü. Albümde Erkan Oğur'un müthiş bir gitar solosunun da bulunduğu bir şarkı üzerine çalışıyordu. Gece tabii yine… Öyle bir dalmışım ki şarkıya, bana notaların hissettirdiğini, kelimelere döktüm. Volkan Yırtıcı'da bu ufak şiiri şarkının bir bölümünde okumak istedi. Şarkı sözü yazarlığı bu şekilde başladı diyebilirim. Daha sonra çıkan 'Düşün' albümünün tüm sözlerini arkasından da bazı müzisyenlerin bestelerine sözler yazdım. • Şu anda yeni bir kitabınız çıktı. 'Son Zeytinler' kitabınızdan biraz bahseder misiniz? Dokuz hikaye ve iki deneme yazısından oluşan bir kitap 'Son Zeytinler'… Kitapta, her hikaye farklı hislere dokunmaya çalışsa da bütününde manevi değerlere önem veren, hayatın içinde kaybolmuş gerçekleri göz ardı eden insanların bunları fark etmesini amaçlıyor. Adını kitaba veren hikaye; Bedri Rahmi Eyüboğlu Hikaye Yarışması'nda teşvik ödülü ile ödüllendirildi. Evlatlarını yetiştirmiş, birbirine sıkı sıkıya bağlı bir çiftin öyküsüdür mesela… 'Yeşil Taş' adlı üçüncü hikaye; materyalist, varlığı; kendisi ve etrafında gördüklerinden ibaret sayan zengin ve başarılı bir reklam ajansı sahibinin başına gelenleri konu alıyor. 'Son Perde' isimli hikaye yine 2012 yılında Edebiyat Sanat ve Kültür Derneği tarafından hikaye dalında ikincilik ödülüne layık görüldü. Genç, şımarık hayatta somut olarak her şeye sahip bir adamın sabaha uyanışı ile başlıyor. Aynı zamanda hayatta tek derdi zenginlik ve güç olan bir tamirci çırağıyla olan anlık buluşmalarında olanlar anlatılıyor. Zaman ve mekanın hiçliği bir tutam içinde barınır hikayenin… 'Kedilerin Kahkahası' yine olağanüstü belki masalsı bir hikayedir. Genç bir adam babasını kaybetmiştir. Cenaze günü kedilerin garip halleriyle başlayan sıra dışı olaylar ve bu esnada babasının, genç adamın hayatındaki etkisini, ona kattıklarını, ruh halini, çevre halkını, yaşadığı yeri anlatan bir miktar uzun bir hikayedir. Yine bir deneme yazısı 'İnsanoğlu'; 2013 yılında Edebiyat Sanat ve Kültür Derneği tarafından deneme dalında birincilik ödülüne layık görüldü. İnsanların gerçekleri göz ardı edişleri, hayatın sadece görünen yüzü içinde çırpınışları, daimi mutluluğu bu dünyada arama çabaları konu edildi. Kitapları tek tek anlatmak yerine, bundan sonrasını okurların takdirlerine ve yorumlarına bırakıyorum.

'YOZLAŞTIK, SIĞLAŞTIK, BAŞKALAŞTIK…'

• Eserleriniz de özellikle hangi psikolojik ve sosyolojik konuları ön planda tutuyorsunuz? Detaylı anlatır mısınız? Ben insanın zarafetini, naifliğini, hassaslığını keşfetmesini çok istiyorum. Özellikle yaşadığım ülkede… Artık saldırgan, somurtkan, tahammülsüz bir milletiz sanki… Gözlemlediğim beni en çok üzen durumlardan biri mesela; çocuğumuz arkadaşına hakaret edip istediğini zorla elde edince, etrafa kafa tutunca onu takdir eden anne babalar görüyorum. Birinin önüne geçip, sırasını alınca 'açıkgöz' deniliyor... Hak yiyoruz ve bundan gurur duyuyoruz. Çok tehlikeli… Yozlaştık, sığlaştık, başkalaştık… Kendimizden başka kimseyi umursamıyoruz. Ama sorsak hepimiz bu durumdan şikayetçiyiz. Ben sığlıktan derinlere gitmeyi amaçlıyorum. Dürüst olmayı, saygı duymayı ve en önemlisi düşünmeyi, analiz etmeyi, öğrenebilmeyi… Tabii kendimce, dilim döndüğünce…

• Ülkemizin sorunu olan toplumsal cinsiyet, kadın erkek eşitsizliği gibi konularda edebiyatın tamir edici rolünü anlatır mısınız?

Edebiyatın ve okumanın tamir edemeyeceği bir şey olduğunu düşünmüyorum. Ama hep tek bir fikir üzerinden giden kitapları değil, farklı fikirlerde, inançlarda yazılmış kitapları da okumalıyız. Her fikri irdeleyip anlamamız gerektiğini düşünüyorum. Kadın ve erkek olarak, hep saygılı şekilde… Kadın ve erkek; bazen birbirine düşman olarak yansıtılan, hep üstünlük kaygısında ve hep birbirine muhtaç iki farklı cins… Beklentim hep saygı… Şiddet asla olmamasını istediğim bir eylem, kimin kime yaptığının bir önemi yok. Erkek kadına, kadın çocuğa, çocuk çocuğa, insan hayvana, insan insana fark etmez… Sadece fiziksel değil tabii, psikolojik şiddet de bir o kadar tehlikeli. Sürekli ezilen bir insan yarın bir gün çok tehlikeli bir kişiliğe dönüşebilir. Hiç hafife almayın ama bazen bir masal bile kişiye öyle iyi gelebilir ki. Sorunlardan, yaşadığı hayattan uzaklaştırıverir. Kısaca; okumak, anlamak ve düşünmek her şeyin üstesinden gelir. İnsanın renkli, coşkulu, derin ruhunu içindeki saklı cevheri; okudukça, ön yargı ve kendi düşünsel sınırını aştıkça; naifliğini ve zarafetini ortaya çok daha rahat çıkarabileceğini biliyorum. 'Son Zeytinler' kitabı ilk çıktığı günlerde bir dostum, bana bu kitabın kadın sığınma evlerindeki güzel kadınlarımıza tekrar hayal kurmayı hatırlatabileceğini söyledi. Bu fikir çok hoşuma gitti. Ve dostumun uğraşısı üzerine ilçemizdeki belediyenin de yardımlarıyla, kitaplarımızı imzaladık ve yılbaşı hediyesi olarak bu güzel kadınlarımıza gönderdik. Hayatımın en özel günlerinden biriydi. Aslında ben onlara değil onlar bana teşekkürleriyle hediyeydiler. Sayelerinde ben bu kitabın başlangıcını çok güzel yaptım. Umarım benim hayallerimle onlarınkiler birleşir; gülümseme, cesaret, güç ve sevgi somutlaşır vücutlarımızda…

• Dil ve anlatım olarak özellikle hangi hususlara dikkat ediyorsunuz?

Her cümlemin anlaşılır olması, denilmek istenenin okuyucuya net olarak aksettirilmesi benim için önemli. Bazen devriktir cümlelerim… O an ne gerekiyorsa, akış neyi gerektiriyorsa ve içimden nasıl geliyorsa… Kalbimin çarpmasını, coşkumu, aklımdakileri bir an önce kağıda dökme isteğimi ne şekilde yansıtıyorsam öyle yazmaya çalışırım. İlk heyecanı kaybetmeden düşüncelerimi bir an önce yazmam gerekiyor bazen… Tabii sonrasında okur, en ince ayrıntıya kadar düzeltmeye çalışırım eksiklikleri… Akıcı olması da çok önemli, okuyucuyu sıkmadan, soğutmadan devam ettirebilmek gerek.

• Yeni nesil çocuklarda internet ve bilgisayar oyunları merakının ruhsal açıdan zararlarına karşın kitapların ne gibi önemi vardır? Bu konuda ebeveynlere düşen görevler nelerdir?

Günümüzde, belki klişe olacak ama sosyal medya canavarıyla, kitapların, okumanın, edebiyatın mücadelesi gittikçe zorlaşıyor. Küçük bir çocuğun sayfaların kokusundan, eline aldığı bir kitabın cildini okşamanın verdiği hazdan bihaber büyüdüğünü görüyoruz. Önce ailelere, anne babalara; kitapları sevmeyi, edebiyatın kıymetini tekrar hatırlatmak gerekiyor. Bunun için mümkün olduğunca edebiyat eserinin yayınlanması, her zevke, her kişiye ulaşabilecek kitapların basılması gerekiyor. Ve tabii çocuğumuz niye kitap okumuyor diye şikayet edeceğimize, ben niye okumuyorum diye öncellikle kendimize kızmamız gerekiyor.

• Geçtiğimiz günlerde imza gününüz oldu. Tepkiler nasıldı ve tekrarı olacak mı?

Evet, çok güzel bir heyecan yaşadım o gün. İnsanın iç dünyasını okuyan kişilerle, göz göze geliyorsunuz. Onlar da size bakıyor ve gözler birbirini tasdik ediyor. Daha fazla konuşmaya gerek yok. Ben beni anlatmışım… Onlar da anlamış ve kendiyle yoğurmuş. Bu duyguların tarifi yok. Neyse, en sevindiğim tarafı söyleyeyim; herkesin favori hikayesi farklı farklıydı. O zaman siz de o favorilere göre karşınızdakini daha iyi anlıyorsunuz. Büyük mutluluk. Bir sonraki imza gününü, yayınevi ile birlikte ATO'da 15-24 Şubat arası gerçekleşecek olan kitap fuarında yapmayı düşünüyoruz. Umarım yeniden bir araya geliriz. Sizlere bu güzel sohbet için çok teşekkür ederim.

Editör: Haber Merkezi