Kimi filmler ya da kimi tiyatro oyunları ya hikayeleriyle ya karakterleriyle ya da müzikleriyle yüreklere dokunur. Keyfe ve kedere eşlik eden ezgiler anıların da vazgeçilmez parçası olur. İşte bize o duyguları yaşatan isimlerden biri de Fatih Veli Ölmez. Hani kimi ezgiler hangi ruh halinde dinlenirse dinlensin bir tebessüm kondurur ya insanın yüzüne; veya ezgilerin hüzünlü hali bile rengarenk gelir göze... İşte tam da böyle bir tanıma yaraşır haldedir Fatih Veli Ölmez'in müzikleri. Onun ezgileri, dünya müziğinden geleneksel dokulara, folk müziğin alternatif tınılarından adeta coğrafyaları bir araya getiren masalsı bir dile sahip. Ölmez'in dünden bugüne beraberlerinde getirdikleri tüm renkler, ceplerindeki bütün kırıntılar narin, zaman zaman ananevi ninnilere ama özellikle de masalsı ve kadim ezgilere dönüşüyor. Ölmez'in ezgileri herhangi bir coğrafya yahut rastgele bir çağdan kulaklarımıza taşınırcasına ahenk ve sihirle yankılanıyor. Devlet, şehir ve özel tiyatrolarda yüzlerce eserin müziklerine imzasını atan Fatih Veli Ölmez ile tiyatroyu ve 36 yıldır yaşamına sığdırdığı müzik yolculuğunu konuştuk.

SİYASAL'DAN SONRA ODTÜ HİÇ ÇEKİLMEDİ

• Siyasal'dan ODTÜ'ye, Hacettepe'den Anadolu'ya…

Dört üniversite okudum ama hiçbirisini bitirmedim. Hepsi yarım kaldı. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden ODTÜ İşletme Bölümü'ne, Hacettepe İngiliz Dili ve Edebiyatı'ndan Anadolu Üniversitesi İktisat Bölümü'ne... Aldığım eğitimlerin daha fazlasının işime yaramayacağını düşünüp yarım bıraktım. Siyasal'ı son sınıfta bıraktım. ODTÜ'yü sevmediğim için bıraktım. Siyasal'dan sonra ODTÜ hiç çekilmedi. Daha basit geldi. Aslında Hacettepe İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü çok seviyordum. Fakat ders programı çok ağırdı, yaşamımı sürdürebilmem için para kazanmam gerekiyordu ve gece çalışmak zorundaydım. Memur çocuğuyum ben. Babam, ilk zamanlar öğretmenlik yapıyordu sonrasında ise memurluğa geçti. Tek maaşla üç çocuk yetiştirdi. Dolayısıyla hep çalışmak zorundaydım. O sıralar bir de çok hastalanmıştım, onun üzerine Hacettepe'yi bırakmak zorunda kaldım. Çünkü her zaman için çalışmak zorundaydım. Hacettepe'yi biraz ekonomik kaygılardan bıraktım aslında orada okurdum orayı çok seviyordum. Zaten o dönemler müzik yapıyordum. Müziğe çok erken yaşta başladım. Müzikte 17 yaşımda profesyonelleştim. Eskiden müzisyenlikte çok iyi para vardı 'Kaymakam olsam ne olacak' dedim. Bundan daha iyi bir hayat yaşamayacağımı düşündüm.

'DÜNYANIN ORTASI'

• Bize müzik okulu deneyiminizden bahsedebilir misiniz?

Baba memleketim Akşehir ama doğma büyüme Ankaralıyım. Akşehir, Konya ile Afyon'un tam ortasındadır. Sosyokültürel yapısı da farklıdır Akşehir'in. Ne Afyon'a benzer ne Konya'ya benzer. 1991'den 1994 yılına kadar Akşehir'deydim. Akşehir'de bir müzik okulu açtım. 3 yıl boyunca köy çocuklarına ders verdim. Bu süreçte inanılmaz keyif aldım. Orada bir avukat arkadaşım var Şahabettin Genç diye. Eski matematik öğretmeni. 12 Eylül'de öğretmenlikten atılmış, sonrasında hukuk fakültesini kazanıp avukat olmuş. Şahabettin Genç beste yapar, çok ünlü besteleri vardır. İşte 'Sevgi Kuşun Kanadında', 'Biçare', 'Kızımın Adı Sevgi Oğlumun Adı Barış' gibi yüzlerce bestesi meşhur olmuş. Besteleri ünlü ama kendisi değil. Biz onunla Akşehir'de bir müzik grubu kurduk, hala o grubumuz devam ediyor. 'Dünyanın Ortası' diye bir albüm yaptık. Konserler de yapıyoruz. Her şey çok güzel fakat para alamıyoruz. Örneğin bir öğrencimizin babası terzi, aybaşında para ödeyeceği zaman gelip benim ölçümü alıyor ve ertesi gün bir tane ceketle gömlekle geliyor, öbürü iki tane tavuk getiriyor, diğeri bir çuval bulgur getiriyor. Ben bu durumdan hiç şikayetçi değilim ama yılsonunda acı bir gerçekle karşılaştık: vergi ödemek gerekiyormuş. Vergiyi bulgurla ödeyemiyorsun, vergi dairesine takım elbise de veremiyorsun. Öyle öyle battı okul.

• Çaldığınız bir enstrüman var mı?

Basgitar çalıyorum. Solistlik yapıyorum. 15 yıldır tiyatro müzikleri yapıyorum. Tiyatro, film, belgesel reklam cıngılları gibi... Hatta bir dönem sadece bunları yapıyordum. Uzunca bir dönem sahne yapmadım.

BİR ISLIKLA MIRILDANIRSAM HATIRLARIM BELKİ

Şu an Ankara Devlet Tiyatrosu'nda bir oyun çalışıyorum. Tek başıma performanslar yapıyorum, sahne alıyorum. Aslında eskiden beri sürdürdüğüm konserlerim var. 'Bir Islıkla Mırıldanırsan Hatırlarım Belki' diye bir konser dizim var. Değişik kentlerde konserler veriyorum. Bir programı olmayan, ilk aklıma gelen şarkıları söylüyorum. Biraz teatral, hem arada konuşuyoruz hem de o dönemin hikayelerini anlatıyoruz. Genelde bu dinletileri tiyatro salonlarında yapıyorum. Çünkü her şarkının bir hikayesi, bir dönemi var. O dönemin de ayrı bir hikayesi var. Şarkıların hikayeleri anlatıldığı zaman daha başka bir anlam kazanmaya başlıyor. Şarkıyı dinlediğiniz zaman o dönemin yapısını bilmeden o şarkıyı gerçek yerine oturtamazsınız. Ama o hikayeyi, o dönemi bildiğiniz zaman o şarkı başka bir anlam kazanıyor. Masal anlatır gibi o hikayelerin ezgilere dönüşme sürecini anlatıyorum.

• Sevdiğiniz veya idol aldığınız biri var mı?

Beatles çok önemlidir benim için. Müziğe hararetli bir şekilde başlamamın en büyük nedenlerinden birisidir. Sinemada izlediğim 'Beatles' filmi beni çok etkilemişti. O, artık benim kaçınılmaz olarak müzik yapacağımın belirtisiydi.

BU İŞLER MADALYON GİBİ

• Film müzikleri de yaptım dediniz. Örnek verebileceğiniz film ya da belgesel var mı?

Ben kısa metrajlı çalışırım, festival ağırlıklı. Belgeselleri artık hatırlayamıyorum çünkü çok fazla var. Festival filmlerini çok seviyorum, daha sanatsal ağırlıklı buluyorum. Diğerleri biraz daha ticari ağırlıklı. Bir de tabii diğerleri belirli bir tekelin elinde. Tiyatro da büyük oranda öyle. Biz hasbelkader o zincirin içerisinde bir yer bulabildik kendimize. Bu işler böyle biraz kapalı devre yürütülen işler. Bu alan ikiyüzlü bir alan, yani iki tane ayrı yüzü var. Madalyon gibi bir iş bu işler. Sizin paylaştığınız, sizin gördüğünüz kısım var, bir de arkada bizim yaptığımız iş var. Madalyonun arka kısmı var. Bunu öbür taraf bilmiyor. Aynı zamanda tiyatro dünyanın en paylaşılan, en kolektif yapılan işidir. Yani müzik üretilirken de tüketilirken de kolektiftir.

• Grafikerlik de yapıyorsunuz değil mi?

Grafikerlik benim zorunlu olarak yaptığım bir işti. İş başa düştü. O zamana kadar benim böyle bir niteliğimin ya da yeteneğimin olduğunu bilmiyordum. Yapınca ortaya çıktı, hevesim de yoktu. Resmi çok severim ama yapmak kısmı eğlenceli gelmiyor bana. Ben bakmayı, yapan birisini izlemeyi daha çok seviyorum.

MÜZİKAL YAPMAK İSTİYORUM

• Geleceğe dair bir projeniz var mı?

Var. Halen daha uğraştığım, bir türlü yapamadığım, Terzi kendi söküğünü dikemez hikayesi bir projem var. Tiyatro oyunları için yaptığım 10-15 kadar şarkıyı revize ettim. Çünkü bazıları oyun için yapılmış çok spesifik ezgiler. Onlarla kendime bir albüm yapmak istiyorum. Gitsin orada burada satsın diye değil de ne bileyim çocuğuma kalsın diye, anı gibi. Öyle bir şey var kafamda. Bir kaç senedir fırsatım oldukça onunla uğraşıyorum. Kendi yaptığımı beğenmiyorum, dolayısıyla da çok ağır ilerliyorum ama herhalde bitireceğim bu sene.

YÖNETMEN MEHMET ULUSOY İLE ÇALIŞTIM

• Sizde farklı bir yer edinen bir oyununuz var mı?

Devlet tiyatrolarına 80 tane oyun için müzik yaptım, bir o kadar da özel ve şehir tiyatroları için yaptım. Büyük bir bölümü çok severek yaptığım işler. Ben taşrada çok çalıştım. Erzurum, Trabzon, Diyarbakır, Sivas, Antalya devlet tiyatrolarında çalışmayı daha çok seviyordum. Şehir tiyatrolarından da Eskişehir, Kocaeli ve İstanbul'a tiyatro müzikleri yaptım. Devlet tiyatrolarında 3-5 oyunda oynadım. Tiyatroda da oynadım diyebilirim. Dünyanın sayılı en büyük tiyatro yönetmenlerinden Mehmet Ulusoy ile çalıştım. Türkiye'de çok bilinmez ama dünyanın çok saygın yönetmenlerinden birisiydi. Uzun yıllar Paris'te kendi tiyatrosunda çok büyük işler yaptı. Ankara Devlet Tiyatrosu'nda en son 'Çamaşırhane' diye bir oyun yaptım. Çok hoşuma gidiyordu o oyun, çok güzel bir oyundu. 13 tane kadın oynuyor oyunda. 1'inci Dünya Savaşı çıkmadan bir gün önceki günü anlatan bir oyun. Oyun bir çamaşırhanede geçiyor. Çamaşırhanede farklı kişilik özelliklerine sahip, farklı yaşantılardan/geçmişlerden gelen, hayattan beklentileri birbirinden değişik bir grup kadının hikayesi var. Bir tanesi fahişe, bir tanesi ev kadını, bir tanesi patron... 13 tane kadın var. Hepsinin hikayesi 'Çamaşırhane'de buluşuyor. 1914'te 1'inci Dünya Savaşı'nın ilan edildiği gün, günün erken saatlerinde başlayıp, akşama doğru biten bir saat aralığında sürüyor. Oyun savaşın ilanıyla bitiyor. Bu oyun da 'öykü ve masal anlatıcılığı' da kullanılan tekniklerden. 3 yıl oynadı oyun. 'Guguk Kuşu', 'Küheylan', 'Fareler ve İnsanlar' oyunlarının müziklerini de ben yaptım. Küheylan Peter Shaffer'in yazdığı çok iyi bir oyundur. Çok sevdiğim oyunlardan birisidir. At bakıcısı bir genç durduk yerde atların gözlerini oyuyor, alıp onu bir psikiyatriste götürürler, doktorla diyaloglarda delirme nedenleri ortaya çıkıyor ve olaylar öyle gelişiyor. Eskişehir Şehir Tiyatrosu için yaptığım 'Aslan Asker Şvayk', 'Jeanne D'arc'ın Öteki Ölümü' oyunu da benim için özel. İzmir Devlet Tiyatrosu için 'Masanın Altında' yine Ankara Devlet Tiyatrosu için de Eugene İoenscu'nun 'İki Kişilik Hırgür' oyunun müziklerini yaptım. Hatta orada çok küçük bir rolüm de vardı. 'Islıkçı' var Çetin Altan Ankara Devlet Tiyatrosu'nda oynadı. Sivas Devlet Tiyatrosu için de 'Gulyabani'nin müziklerini yaptım. Yerli motiflerle yaptığım tek oyundur. Onu da çok severek yapmıştım. Trabzon Devlet Tiyatrosu'nda 'Parkta Güzel Bir Gün', Erzurum Devlet Tiyatrosu'nda Montserrat (Özgürlüğün Bedeli) Bolivya'daki devrimi anlatan bir oyun. O da çok hoş bir oyundu. 'Maskeliler', 'Çıkmaz Sokak Çocukları' çok severek çalıştığım oyunlar. Say say bitmez o kadar çok ki...

İÇİMDE BİR DOKTOR YOK

• Müziğe kim yönlendirdi sizi, neden konservatuar okumadınız?

Ailem kesinlikle yönlendirmedi. Babamın benden çok büyük umutları vardı. Hatta Siyasal'a girdiğim zaman kızdı. Çok isteyerek girdim Siyasal'a. Aslında o dönem Mülkiyeliler'de basketbol oynuyordum, orada idman yapardık. Antrenmanlarımızı Siyasal Bilgiler Fakültesi'nin spor salonunda yapardık. Oradaki ortamı çok severdim, tek istediğim yer Siyasal Bilgiler'di. Üniversite tercihlerimin hepsini babam yapmıştı, tıp fakültesi yazdı ben de hepsini silip Siyasal Bilgiler'i yazdım ve girdim. Babamın beklentileri çok yüksekti. Doktor veya mühendis olmamı çok istedi. Derslerim iyiydi fakat ben istemiyordum. İçimde bir doktor yoktu, hala daha yok. İçimde mühendis de yok. Konservatuar deseydim vururdu beni. Müzikle uğraşmamı hiç istemedi. Müziğe gizli saklı başladım kaçak göçek. Babam beni çok az dinlemiştir. Tepki geliştirdim babama, hiç çalmadım. O dönemde televizyon programları yapıyordu, babam beni televizyondan izleyebiliyordu. O zaman inandı benim bu işleri yaptığıma, beni hiç ciddiye almadı. Babam hiç bir şeyi beğenmezdi. Köy enstitülü ya garip bir huyu var, enstitüler hiçbir şeyi kolay kolay beğenmezler. Müzik yaptığıma da inanmadı ama televizyondan falan görünce ikna oldu. Anneme 'Bizim oğlan bu işi yapıyor galiba' diyormuş. Konservatuar okuma şansım olmadı okumak isterdim, tiyatroda da okumak isterdim.

Editör: Haber Merkezi