• Öncelikle kısaca kendinizden ve viyolaya başlama serüveninizden bahseder misiniz?

1964 yılı Lüleburgaz doğumluyum. İlkokul 1'inci sınıfın ikinci yarısında, eğitimci olan anne ve babamın tayinleri neticesinde Ankara'ya taşındık. Annem kulağım iyi olsun diye bebekliğimde, transistörlü küçük bir radyoyu baş ucumda tutarmış hep. Çocukluğumda da evde, çok sık, dedemden duyduğu ve kendisinin sevdiği Türk Sanat Müziği eserlerinden söylerdi. Babam ise Türk Pop ve Klasik Batı Müziği eserlerini ya radyodan ya da o zaman için herkesin evinden bulunmayan kasetlerden her fırsatta çalardı, doğal olarak ilk müziksel çevrem evde oluştu diyebilirim. Besteci olan dayım İstemihan Taviloğlu'nun evine gittiğimizde, dayım bize masalları piyanoda oluşturduğu efektler ya da çocuk parçaları çalarak anlatırdı. Müthiş hoşuma giderdi. İlkokulda benim zamanımda 23 Nisan'larda okullarda beden eğitimi hocalarının seçtiği öğrenciler stadyum- da toplu olarak, seçilmiş müzikler eşliğinde beden hareketleri gösterileri yaparlardı. 4'üncü sınıfta okul olarak katıldığımız bu gösteride yer almıştım. Sonraki yıl beden öğretmenimiz aynı koreografi ile okul içi bir etkinlik düzenlediğinde bizlere müziği çalacak bir akordeoncuya bir yıl önceki müzikleri ezgi olarak söylemiş ve etkinliğe önemli bir katkıda bulunmuştum. (Konservatuvarda öğrenci olduktan bir süre sonra bu ezgilerden birinin, bale derslerinde sıklıkla çalınan, Chopin'in valslerinden biri olduğunu öğrendim.) Bir yıl önce duyduğum beş kadar ezgiyi hatırlıyor olmam iyi derecede bir müzik hafızam olduğu gösteriyor. Ailemin yönlendirmesi ile Ankara Devlet Konservatuvarı yetenek sınavlarına girdim ve başarılı bulundum. Viyola kemandan biraz büyük bir enstrümandır. Bugün hoca olarak belirtirsem, çalanların tercihen uzun kollu, uzun parmaklı, biraz boylu gibi fiziksel özellikleri taşıyor olması çalgıyı çalmaya uygun gördüğümüz fiziksel özelliklerdir. Ben de kendi neslime göre 11 yaşında uzunca bir çocuktum. Sanırım beni de bu nedenlerle viyolaya seçmişler. İlköğretim, lise, lisans eğitimimi aynı okulda tamamladım. Konservatuvar lise devresini bitirdikten sonra, Devlet Opera Balesi Orkestrası'nda konuk sanatçı olarak çalmaya başladım, aynı zamanda okulda lisans eğitimime devam ettim. Mezun olduğum gün hocam Prof. Koral Çalgan istersem okulda asistanı olabileceğimi, tercihi bana bıraktığını söyledi. 1985 yılında okulda kadrolu olarak çalışmaya başladım. Gazi Üniversitesi Müzik Eğitimi Bölümü'nde ilk yüksek lisansımı yaptım. Daha sonra konservatuvarda icra yani çalma üzerine olduğu için ikinci yüksek lisansımı ve sonrasında da 'Sanatta Yeterliliği'mi tamamladım. Şimdi, Türkiye'nin Cumhuriyet dönemi ilk Müzik ve Sahne Sanatları okulu Ankara Devlet Konservatuvarı, 1982 yılında YÖK ile birlikte Hacettepe Üniversitesi'ne bağlanan ve artık adı Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı olan Türkiye'nin önemli sanatçı yetiştiren bu kurumunun Müzik Bölümü, Yaylı Çalgılar Anasant Dalı, Viyola Sanat Dalı'nda öğretim üyesi olarak görev yapmaktayım.

AŞK VİYOLOSI

• Viyola çok bilinen bir çalgı mı, nasıl anlatırsınız bu çalgıyı?

Viyola Klasik Batı Müziği tarihinin oluşum sürecinde orkestrada kullanılan, ara sesleri, akorları dolduran bir çalgı olmakla birlikte, Klasik Türk Müziği'nde de Sine-i Viyola ismi ile kullanılan bir çalgı. Viyolanın atası Viyola da Amour yani Aşk Viyolası. O dönemlerde çalgıyı boyun ile omuz arasında değil sol tarafta kalbe yakın bir tutuş ile çalmaktan olsa gerek bu isim verilmiş. İnternet sayesinde viyola hakkında görsel ve işitsel olarak bilgiye ulaşmak mümkün. Viyolanın gövde boyu kemandan büyük, telleri inceden kalına doğru la-re-sol-do olarak akort edilir. Ses rengi koyudur, tiz seslerde ses frekansı kulağı rahatsız etmez. Bu tarif viyolayı teknik açıdan tanımlar. Ancak sadece viyola değil, tüm çalgıların bir karakteri vardır ve o çalgıyı çalan kişinin de zaman içinde karakteri çalgı ile bütünleşir. Nasıl ki bir kişinin sporcu olduğunu düşünüp hangi spor dalından olduğunu vücut dilinden kestirebiliyorsunuz, ya da bir hekimin hangi alanda olduğuna ilişkin tahmin yürütüyoruz çalgı çalan biri için de bu tür tahmin yapılabilir. Klasik Batı müziği ekseninde değerlendirirsek orkestra eserlerinde viyola için ritim ve armoni açısından dengeyi sağlayıcı özellikte bir müzik yazısı kullanılır. Kuşkusuz tüm eserlerde değil, genel olarak diyebiliriz. Çalgının orkestra içindeki sorumluluk ve yazı yoğunluk derecesi kanımca zamanla enstrümanı çalanlara da işleyen bir duruma dönüşüyor. Viyolanın sakin, çevresini gözlemleyen, dinleyen, takip eden bir karakteri vardır. Bu, çalgının orkestra içindeki sorumluluğuna benzer bir karakterdir. Muhakkak ki kişilerin kendi özellikleri de var. Kanımca, sadece viyola çalmak değil, bir çalgıyı hakkı ile çalmak için gösterilen düzenli çalışma, kaliteli bir ses rengi arama, teknik kullanımları en iyiye ulaştırma gayreti dolaylı ya da doğrudan kişiliğin gelişiminde olumlu olarak etki yaratıyor.

VİYOLAYA BAŞLAMANIN BELLİ BİR YAŞI VAR MI?

• Peki bu tür enstrümanlara başlamanın bir yaşı var mı sizce?

Evet var. Ülkemizde konservatuvarlarda eğitim ilköğretim 5'inci sınıfta yani 10 yaşında başlıyor. Bazı ülkelerde özellikle kemanda başlangıç yaşı 3'e kadar düşmüş durumda. Sosyal medya kanallarında bu çocukları izlemek mümkün. 10 yaşını geçenler keman ya da viyolaya başlamak için geç kalmış demek doğru olmaz. Çalgı eğitimi biraz dil öğrenmek gibi, ne kadar erken yaşta başlarsanız ve yaşantınızda eğitim ve çevresel olarak temas halinde iseniz o kadar iyi donanıyorsunuz. Ancak mesleki olmadığı durumlarda bir çalgı öğrenme isteği ve merakı olan herkes, her yaşta öğrenmeye başlayabilir.

• 'Viyola teknik açıdan da kemana çok benzer. Parmak ve yay tekniği, pozisyonlar ve değişik ses renklerini elde etme yöntemleri kemandan farksızdır. Fakat viyolanın genelde koyu, derin ve can alıcı bir ses rengi vardır.' deniyor ki siz bunu nasıl değerlendirirsiniz?

Sorunuzun içerdiği tarif doğru, keman ve viyola kullanım tekniği olarak benzerdir. Ancak ses ve renk elde etmede farklılık yaratan ince ayrıntılar vardır. Viyolanın telleri daha kalındır, yay kullanımı bu amaca uygun bir teknikle kullanılır ayrıca ses çıkarmada viyolaya özgü bir renk ve ton ortaya konmalıdır. Daha önce bahsettiğim gibi, her çalgının bir karakteri vardır, çalgıyı çalan o ruhu yakalamak için emek verir. Keman çalan biri viyolayı çalar ama viyoladan beklenen renk ve kişiliği gösteremeyebilir. Sorunuzdaki ifade gibi, o can alıcı ses rengini yakalaması gerekir viyolacının.

VİYOLANIN BİLGE HALİ

• Bazı müziklerde daha dokunaklı keman sanılan ses viyola mı?

Olabilir. Seslere karşı duyarlı ya da eğitilmiş bir kulak keman ile viyola arasındaki renk farkını hemen anlayabilir. Düzenli ve dikkatli müzik dinleyen bir dinleyici de ayırt edebilir. Bu farkı hissettirecek şu an aklıma gelen viyola solosu net duyulan iki film ismi vermek isterim. Biri 'Ulysses Gaze', 'Them Variation' diğeri de 'The Path of Silence.' Birinci eserde viyola tiz seslerde duyuluyor, ikinci eserde ise koyu viyola tonunu duyuran rengi hemen fark edeceksiniz. Viyola için eser yazan bestecilerden Şostakoviç, Brahms, Bruch, Glinka, Bartok ancak hayatlarının son dönem bestelerinde solo viyola için eser yazmışlar. Viyolanın bilge hali ancak hayatı idrak ettikleri noktada bu bestecilerde eser yazma isteği uyandırmış olmalı.

• İnsanlar viyolayı tanıyor mu?

Kendi deneyimlerimden yanıtlayacak olursam, müzisyen olduğumu söylediğimde ilk sözleri 'a ne güzel sesiniz çok güzeldir' oluyor. Hemen konservatuvarda hoca olduğumu söylüyorum, bu kez, 'a ne güzel bütün çalgıları çalabiliyorsunuzdur' oluyor. Bu kez viyola hocası olduğumu söylüyorum, genelde bir sessizlik oluyor ve yanıt şu oluyor: 'Ayakta çalınan büyük çalgı değil mi?', ben 'Hayır' deyince, 'ha şu iki diz arasında çalınan?', ' Yok' diyorum, 'omuzda çalınıyor, kemandan biraz daha büyük ama çalınışı aynı olan.' Ben bir yol bulmuştum, diyordum ki; hani radyoda karşınıza çıktığında kapadığınız bir müzik var ya, ben o müziği çalıyorum. Toplum olarak klasik müzik eserlerini bir konsere gidip izlemesek bile aslında izlediğimiz reklamlarda, özellikle eski klasik Türk filmlerinde, bazı yabancı dizilerde dinliyoruz. Hiç unutmuyorum bir Türk filminin gerilimli bir sahnesinde Stravinski'nin 'Ateş Kuşu' bale müziğinden bir bölüm çalıyordu. Dikkat gösterilirse, filmin içeriğine bağlı olarak o dönemlerde sadece yerli filmlerde değil, yabancı filmlerde de Klasik Batı müziğinin ünlü ya da az ünlü besteleri ile karşılaşırsınız. Günümüzde artık çekilen dizi veya filme özgü müzikler bestelenmekte. Tüm dünyada bu alanda hizmet veren şirketler kurulmuştur. Otuz yıl öncesine göre, konservatuvar sayısı arttı, yaygın eğitim dediğimiz özel kurslar nerede ise her ilimizde var. Öğrenciliğim zamanında bir çalıştaya gitmek çok ama çok büyük bir olaydı. Son on yıldır sayıları onları aşan çalıştaylar, gençlik orkestraları, tarihi yerlerde konserler gerek yaz gerek kış aylarında aralıksız devam ediyor. Bu etkinlikler, yapıldıkları yerlere de gerek kültürel, gerek ekonomik olarak çok katkı sağlıyor diye düşünüyorum.

• Türkiye'deki klasik müzik algısını nasıl değerlendirirsiniz?

Klasik müzik algısına gelecek olursam, bunu şöyle anlatmak isterim. Benim annem ressamdı, adı Oya Kınıklı idi. (Yakın zamanda kaybettim, ışıklar içinde uyusun) Sergisini gezen bir izleyici yanına gelip demiş ki: Ben resimden anlamam ama resimleriniz hoşuma gidiyor. Annem de şöyle yanıtlamış, resimden anlayan benim, amacım da yaptıklarımın sizin hoşunuza gitmesi. Anlama, bilme endişesi ile sanat etkinliklerine katılmakta çekinik bir toplum olmakla birlikte, yukarıda da bahsettiğim gibi klasik müzik çalgılarını öğrenmek isteyen büyük bir kesim var. Hatta son zamanlarda özel kurslarda yetişmiş çocuk ve gençler uluslararası, değişik düzeylerde yarışmalarda bile boy gösterebiliyorlar.

TARİHİ MEKANLAR HAYAT BULUYOR

• Müzik festivalleri hakkında düşünceleriniz neler?

Çok olumlu buluyorum. Çünkü sponsor arayışında hem sponsorlar kültürel etkinliklere yardımda bulunmuş oluyor. Ülkemizin içinde sanatçıların yerlerini bulmalarını değerlerini bulmalarını sağlıyorlar. Uluslar arası önemli sanatçıların da getirilmesiyle yurt dışına gidip dinleyemediğimiz ünlü sanatçıları bu festivallerde dinleme fırsatı buluyoruz. Diğer yandan sanatçılar, dinleyicilerle buluşuyorlar. Bir de bu festivallerde antik tiyatrolar gibi tarihi mekanlar konserlerle yeniden hayat buluyor.

• Üniversite öğrencilerinin klasik müziğe bakışını nasıl gözlemliyorsunuz?

Aslına bakarsanız yaygın kanının tam tersine gençler de klasik müziğe gayet olumlu bakıyor. Mesela Eskişehir'de Anadolu Üniversitesi'nde öğrencilerin klasik batı müziğinden hiç kaçmadıklarını, aslında insanların bu beklenti içinde bu tür müziğe de açlık duyduklarını gördüm. Ayrıca klasik müzik seçicilik isteyen bir uğraştır. Onlara bu alanı sağladığınızda istediğinizi alabilirsiniz diye düşünüyorum.

Editör: Haber Merkezi