• Sizi tanıyabilir miyiz?

Üniversiteye kadar Malatya'da Beydağı'nın gölgesinde, o coğrafyanın yaşam biçimi ve masalları ile büyüdüm. 1986 yılında Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu Radyo ve Televizyon Bölümü'nü kazanınca dağları aşıp Ankara'ya ulaştım. Başkent'in kültürü, ülkenin farklı yerlerinden gelen arkadaşlar ile hayat okulunda yeni bir aşamaya geçtim. Üniversiteden mezun olduktan yıllar sonra 2013 yılında İstanbul Üniversitesi Açıktan ve Uzaktan Eğitim Fakültesi Sosyoloji Bölümü ile okul hayatına geri döndüm. İlk üniversitemde daktilo dersi almış biri olarak ikinci üniversitemin internet üzerinden eğitim vermesi, benim için yeni bir hayat penceresi demekti. Sosyoloji bölümünden mezun olmak sadece bir diploma kazandırmadı. Bugün 'çevrim içi hayat' olarak tanımlayacağımız hayata atılma cesaretini, çağa ayak uydurmanın yaşı olmadığı bilgisini de kazandırdı. 2019 yılında Haliç Üniversitesi Sürekli Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi Sanat Terapisi Sertifika Programına katıldım ve sertifika aldım. Bu süreç, yaratıcı yazı çalışmalarıma yeni bir boyut katmama yardımcı oldu. Yazı terapi ile ilgilenmeye başladım. Şu anda doğduğum gün başladığım hayat okuluna devam ediyorum. Bir yandan da yüksek lisans sınavına hazırlanıyorum. Öğrenci olmayı, o bakış açısı ile yaşamayı seviyorum.

• Senaryo yazarlığı süreciniz nasıl başladı?

Yazmak, yazmayı öğrendiğim günden beri yaşamımın bir parçası. Çocukluğumun en büyük keyfi öykülerin ve romanların kurmaca dünyasında yolculuklara çıkmaktı. En büyük hayalim de bir gün okuduğum kitaplar gibi bir kitap yazabilmekti. Evimizde televizyon olmayan yıllardı, o zaman senaryo yazarı nedir onu bile bilmiyordum. Profesyonel anlamda yazmaya, Ankara'da yerel bir reklam şirketinde reklam metinleri yazarak başladım. Senaryo yazarlığına giden yolun ilk adımı bir gazete ilanı oldu. Patronum Nermin Hanım, elinde bir Cumhuriyet gazetesi ile geldi. 'Ferhunde Hanım ve Kızları' dizisinin yapım şirketi Oda Yapım, gazeteye 'senarist aranıyor' ilanı vermişti. Nermin Hanım sayesinde o ilanı gördüm ve başvurdum. Hiç ummadığım bir anda karşıma çıkan bir şanstı. İki aşamalı elemeden geçerek işe alındım. Dizinin yönetmeni Murat Karahüseyinoğlu, hem çalıştığım ilk yönetmen hem de bana senaryo yazmayı öğreten kişidir. Okulda aldığımız eğitim ile sektörde karşılaştığımız dünya çok farklı. Bu anlamda çok şanslıyım. Murat Karahüseyinoğlu ve projenin ana senaristi Yeşim Olcay, senaristlik yolunda bana çok şey kazandırdı. İşe alındıktan sonra yazdığım ilk bölüm birkaç düzeltme ile yayınlandı. O bölümü izlerken hissettiklerimi sözcüklere sığdırmak zor. Herkes için günlük dizinin bir bölümüydü. Ben ise çocukluk hayalimin gerçekleşmesini izledim.

'ANLATACAK ÇOK HİKAYEMİZ VAR'

• Günümüz tiyatro, dizi, film senaryolarına yönelik eleştirileriniz var mıdır?

Bu bağlamda dünyada hangi noktadayız? Geliştirmek için ne yapılmalıdır? Bir senarist olarak görüş bildireceksem kendi alanım olan dizilerden söz etmek daha uygun olacak. Ülkemizde yetenekli ve çok güzel fikirleri olan birçok senarist ve yönetmen var. Ancak üretilen projelerin önündeki en büyük engel, sektördeki tekelleşmiş yapımcı unsuru. Birbirinin benzeri diziler ve Kore uyarlamaları, daha iyisini yazacak senaristler olmadığı için yapılmıyor. Bu sorun temelde yapımcının dayatması ile ilgili. Sektör, birkaç yapım şirketinin tekelinde yürütülüyor. Bu tekele girmek ve bir proje kabul ettirmek gerçekten çok zor. Tekel zihniyeti, dijital yayıncılıkta da bir sorun. Ancak bir yandan da bağımsız girişimci için büyük sermaye ve belirli yayın kanalları dışında da var olma şansı sunuyor. Gerçekten farklı bir hikayeniz varsa ve onu hayata geçirecek savaşı verebilirseniz, fark edilirsiniz. Olumsuzluklarının yanında ülkemizdeki dizi sektörü, şu an dünya pazarına iş yapan ve talep gören bir sektöre dönüştü. Güzel işler yapılıyor. Yapımcı vizyonunun değişmesi ve gelişmesiyle birlikte bu alanda çok daha başarılı olacağımızı düşünüyorum. Anadolu, birçok kültürün mitolojisi, masalı ve yaşam öyküsüyle beslenen çok zengin bir coğrafya. Anlatacak çok hikayemiz var. Dünya pazarına girmiş olmamız, özgün projelerin hayata geçmesi için bir fırsat olacak. Hem uluslararası dili yakalamış hem de kendi kültürü ile özgün bir dil oluşturmuş projelerin çoğalacağını umuyorum.

• Sanat terapisinin tarihte çıkış noktasını anlatır mısınız? Bu ihtiyaç niçin doğdu?

Aslında sanat terapi, insanın doğasında var olan bir kavram. Günlük yaşantımızda farkına varmadan bu yöntemi kullanırız. En güzel örneğini çocukların oyunlarında görürüz. Hayal güçleri ile yaşam gözlemlerini birleştirerek oyunlar oynar, bu oyunlarla duygularını ifade ederler, sezgisel olarak kendilerini tanırlar. Örgü örmek, dikiş dikmek, tahta oyuncaklar yontmak, çiçek yetiştirmek, topluluğun katıldığı yemekli, müzikli eğlenceler, toplumsal ritüeller özünde insanın duygularını, sanatsal bir araçla dışa vurması ve paylaşmasıdır. Arjantin'de binlerce yıl öncesine ait bir mağara resmi bulunmuş. Ellerini duvara yaslayıp, boya püskürtme tekniği ile el izlerini duvara çıkarmışlar. Uzmanlar bu resmin, av rotası ya da başka bir bilgi aktarmak için değil, bugün sanat ve estetik olarak adlandırdığımız kavramlar kapsamında yapıldığını söylüyor. Aslında sanat şemsiyesinde yer alan yaratım süreci ve yaşattığı haz, barınma, beslenme ve güvenlik ihtiyacı gibi bizim temel ihtiyaçlarımızdan biri. Yaşamın zorluklarıyla baş edebilmek, ruhun yükünü hafifletmek, yaralarını sarmak, kendimizi tanımak ve geliştirmek için doğal olarak kullandığımız bir yöntem. İnsanın doğası, kendi iyi halinin sürmesi için gereken bilgiyi sezgisel olarak barındırıyor. Zamanla değişen yaşam biçimi insanın doğasına aykırı bir hal alınca, ruhumuzu iyileştiren bu yönümüz de zayıflamış. Doğal becerimiz olmaktan çıkıp bize tekrar öğretilen sanat terapi adlı bir yönteme dönüşmüş. 1940'lı yıllardan itibaren ABD'de ayrı bir meslek dalı olarak tanımlanmaya başlamış. Sanat terapi bugünkü anlamıyla; Ruhun iyileşmesi ya da iyilik halinin sürmesi için sanatla iş birliği yapan bir terapi yöntemidir. Sanat amaç değil araçtır. Modern dünyanın bozduğu insan doğasını tamir etme ihtiyacından doğmuştur.

'YAZI TERAPİSİ SANAT KAYGISI TAŞIMAZ'

• Sanat terapisi nasıl uygulanır?

Sanat terapisi, öncelikle modern psikolojide bu işi yapma ehliyeti olan psikiyatrist ya da psikologların tedavi amaçlı kullandıkları yöntemlerden biridir. Resim, müzik, yazı, dans, drama gibi birçok alanda sanat terapi çalışmaları, hastanın ya da danışanın ruh sağlığının iyileştirilmesi için kullanılır. Hastasının ya da danışanının ortaya koyduğu ürünü ya da performansı, psikiyatrist ya da psikolog değerlendirir, gerek duyarsa hastasını ya da danışanını yönlendirir. Bir de sanatın bir alanında uğraşanların, katılımcılarıyla birlikte yaptıkları çalışmalar vardır. Burada bir tedaviden söz edemeyiz. Amaç, katılımcının sanatın bir alanıyla uğraşarak duygularını ifade etmesi, üreterek rahatlaması ve kendini tanımak için ürettiklerinden faydalanmasıdır. Uygulamayı yapan, katılımcıyı yönlendirmez, yorum yapmaz. Benim yaptığım yazı terapi çalışmaları da bu başlık altında yer alıyor. İlk tanımı işin yetkililerine bırakıp kendi yaptığımı açıklamak isterim. Yazı terapi atölyesinde, katılımcının duygularını ifade etmesini kolaylaştıran, ruh halinin iyi kalmasını sağlayan, yaratıcılık yönünü besleyen, günlük kaygı ve sıkıntılar karşısında rahatlamasını amaçlayan bir yazma süreci vardır. Katılımcı, yazdıklarını kendisi değerlendirir ve yorumlar. Ben sadece ona bu alanı açıp, kendini ifade etmesini sağlayacak ipuçlarını sunarım. Yaratıcı yazı ile ilgilenenler kadar sadece yazarak rahatlamak, içindekini kağıda dökerek hafiflemek isteyenler de bu çalışmalara katılmaktan keyif alıyorlar. Başarma, beğenilme ya da eleştirilme kaygısı olmadan üretmek onlara iyi geliyor. Yazı terapi alıştırmaları, özel bir bilgi ya da çalışma gerektirmez, sanat kaygısı taşımaz. Alıştırmalar, katılımcının iç dünyasına bakmasına yol açacak, hayal gücünü harekete geçirecek bir yapıda hazırlanır. Amaç katılımcıya kendisini arama kaygısına kapılmadan kendisini bulmasını sağlayacak bir alıştırma sunmaktır. Bazen soru ve cevaplarla bir öykü oluştururuz. Bazen de katılımcı, belirlenen bir konu hakkında kısa bir öykü ya da mektup yazar. Bir tablonun ya da fotoğrafın onda çağrıştırdıkları hakkında bir yazı yazar. Karakter analizi yapar. Çalışma sonunda yazdıklarını hangi gözle değerlendireceğine dair ipuçları sunarım. Bu çalışmalar, katılımcılar için hem keyifli hem de şaşırtıcı deneyimlere dönüşür. Yazı terapi atölyemin sloganı, 'Yazdıklarınızın satır aralarında kendinizle tanışmak ister misiniz?' sorusudur. Bu soru, yazı terapi çalışmasını da bir cümleyle özetlemiş olur.

• Sanat terapisinin ruh ve akıl sağlığımıza etkileri nelerdir?

Sanat etkili bir ifade biçimidir. Bastırdığımız ya da farkında olmadığımız duygularımızla yüzleşmemizi sağlar, kendimizi ifade etmemizi kolaylaştırır. Duygularımızı dışa vurur, rahatlarız. Duygularını doğrudan ifade etmekte zorlananlar için de etkili bir yöntemdir. Atölye çalışmalarında çoğunlukla yetişkin katılımcılarla çalışıyorum. Yetişkin, ebeveyn, eş ya da çalışan kimliğinden sıyrılıp, sadece kendileri olarak orada bulunmaları bile onlar için büyük bir değişiklik oluyor. Çocukluklarında ya da gençliklerinde bıraktıkları, onlara zenginlik katan bakış açılarını geliştiren hayal dünyalarına tekrar kavuşuyorlar. Benim gibi uygulayıcılar eşliğinde yapılan sanat terapi çalışmalarında amaç ruh sağlığımızın bozulmasını engellemek, onu korumak için katkıda bulunmaktır. Bu yöntem, ruhu besleyen sağlıklı besinlerden biridir.

'KENDİNİZİ GÖRMEYE BAŞLAYIN'

• Herkes bu terapiden yararlanma imkanına sahip midir?

İnsanlar kendi başlarına bu terapiyi uygulayabilirler mi? Sanat terapiden isteyen herkes yararlanabilir. Yaş, cinsiyet, eğitim durumu gibi hiçbir ölçütü yoktur. Kişinin ilgi alanına, ihtiyaca ve beklentiye göre değişik çalışmalar yapılır. Tek ya da grup olarak uygulanabilir. Yazı terapi atölyesi için tek koşul, katılımcının okuma ve yazma bilmesidir. Başta da belirttiğim gibi sanat terapi, zaten doğamızda var olan bir yöntem. İlla bir atölye çalışmasına katılmanız gerekmiyor. Günlük tutmak, sevdiğimiz birine mektup yazmak da bu terapinin kapsamına giriyor. Burada dikkat edeceğimiz şey, yazdıklarımızı tarafsız bir gözle, kendimize saygı ve şefkat duyarak gözden geçirebilmek. Bunu arkadaşlarla ya da ailemizle birlikte yapıyorsak bir başkasının yazdığını eleştirmemek, yorumlamamak, düzeltmemek sadece bir gözlemci gibi anlamaya çalışmak. Çocuğunuzla birlikte masal okumak da bir terapidir. Ancak bu süreçte ona harfleri öğretmek, okuyuşuna müdahale etmek, bu etkinliği bir terapi olmaktan çıkarır. Amaç okuma çalışması değil, duygularımızı ifade etmek ve bundan rahatsızlık duymamak, bir beklentiye girmemek olmalıdır. Hep, kendimizi tanımaktan ve başkalarını tanıma çabamızdan söz ediyoruz ya işte size bunu için bir alıştırma. Sevgilinizle, çocuğunuzla ya da arkadaşınızla birlikte daha önce hiç görmediğiniz bir resmi ya da fotoğrafı karşınıza alın. O resmin ya da fotoğrafın öyküsünü yazmayı deneyin. Herkes kendi başına yazsın. Sonra yazdıklarınızı paylaşın. Karşınızdakini eleştirmeden dinlemeye sabrınız var mı? Onun fikirlerine ne kadar saygı duyuyorsunuz? Kendi yazdıklarınızı okurken yazınızı yetersiz mi buluyorsunuz? Hayal gücünüzü kullanmaya cesaret edebildiniz mi? Daha öykünün ne olduğunu bile bilmeden kendinizi görmeye başlarsınız

Editör: Haber Merkezi