Tamer Levent, Devlet Tiyatroları'nda önce oyuncu daha sonra yönetmen olarak çalışmalar yaptı. Devlet Tiyatroları genel müdürlüğü ve genel müdür yardımcılığı görevlerinde bulundu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dış İlişkiler Bölümü'ne kayıt yaptırıp sonrasında tercihini Ankara Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü'nde okumaktan yana kullanan Levent, 170'e yakın ülkede ders verdi.Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi'nde, Eskişehir Anadolu Üniversitesi'nde, New York Üniversitesi tiyatro bölümünde, Berlin Yüksek Sanat Okulu tiyatro bölümünde, İngiltere Yorkshire BrettonHallCollege'de ve Warwick Üniversitesi'nde ve şimdi de Yeniyüzyıl Üniversitesi'nde yaratıcı oyunculuk dersleri veriyor. 'Sanata Evet' kampanyasının mimarı olana Levent, Devlet Tiyatroları Opera ve Balesi Çalışanları Vakfı TOBAV'da 35 yıl başkanlık yaptı. Tamer Levent 24'üncü Ankara Film Festivali'nde 'Tepenin Ardı' filmindeki rolüyle En İyi Erkek Oyuncu seçildi ve devamında birçok ödüle layık görüldü. Cesur ve Güzel'in Tahsin Korludağ'ı, İstanbullu Gelin'in Garip'i ile Çağdaş Drama Derneği ile Ankara Üniversitesi'nin ortak düzenlediği 29'uncu Uluslararası Eğitimde Yaratıcı Drama Kongresi'nde drama, sinema ve tiyatroyu konuştuk.

Hem oyuncu hem yönetmen hem de yazarlık ve bir de drama eğitmenliği yapıyorsunuz. Bu kadar işi bir arada nasıl yürütüyorsunuz?

Bütün alanlar birbiriyle ilişkili, hepsinin özü drama. Drama 'durum' demek. Tiyatronun, hayatın, yazarlığın ve eğitmenliğin özünün drama olduğunu düşünüyorum. Eğitimde drama ya da yaratıcı drama dediğimiz çalışmanın özünde rol oynamak; tiyatrocu gibi ya da sinemadaki oyuncu gibi olmuyor. Daha çok söz konusu durumun canlandırılarak onun herkes tarafından anlaşılmasını sağlıyor. Sonrada o durumu inceliyoruz çözümlüyoruz. O da durum çözümlemesi demek yani dramuturji. Türkiye'de durum çözümlemesi bir kültür olarak eğitimde okutulmuyor esasında okutulması lazım.

SİYASAL'DAN KONSERVATUARA

Aslen İzmirlisiniz ama üniversite hayatınız Ankara'da geçmiş. Ankara sizin için ne ifade ediyor?

Ankara, benim için kültür başkenti. Şimdi hala öyle olduğunu sanmıyorum ama ben Ankara'ya geldiğimde Ankara Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü'nün sınavına girdim. Sınavı kazanmak başlı başına bir olaydı bir de üstelik Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dış İlişkiler Bölümü'ne kayıt olmuştum. Konservatuara girdim işte 3- 5 ay yaşım geçmiş. Onun için üstün yetenek sınavına girmem gerekti ama kazandım. Kazanınca da Siyasal Bilgiler Fakültesi yerine konservatuarı tercih ettim.

Ankara için kültür başkenti tanımlaması yaptınız ama artık öyle olduğunu sanmıyorum dediniz. Böyle düşünmenizin nedeni nedir?

O yıllar Ankara'nın çok parlak bir dönemleriydi. Mesela, ben Milli Kütüphaneye, tiyatroya, operaya, senfoniye, baleye gittiğim zaman kendimi başka alemde hissediyordum. Sürekli sanatsal faaliyetler oluyordu Ankara'da.Bende onların hep içerisindeydim. Müthiş parlak bir atmosferdi insanı çok etkiliyordu. Ankara'da o dönem caz festivalleri yoktu sonrasında yapılmaya başlandı galeriler açıldı. Mesela Ankara'da o dönemde özel tiyatro pek yoktu. Şimdi sinema festivalleri de yapılıyor. Ama, o dönemin ruhu ve heyecanı yok bence. O zamanlar çok heyecanlıydım çünkü televizyon ve telefon o kadar yayılmamıştı. Bilgisayar kavramı çok uzaktaydı dolayısıyla bu heyecanla bir iş yapmak çok özel bir duyguydu ve o duyguda özel bir atmosfer yaratıyordu.

YENİ SAHNE'NİN YIKILMASI İÇİMİ ÇOK ACITTI

Yeni Sahne vardı devlet tiyatrosunda. Orada çok oyun oynadım. SonrasındaYeni Sahne yıkıldı.Yerine Ormancılar Derneği (Yeni Sahne'nin olması gereken yere) otopark yaptı. Yeni Sahne'nin yıkılması içimi çok acıttı. Senfoninin cuma konserlerinin ardından cumartesi sabahları da matinesi vardı. Ünlü birçok tanınmış keman virtüözü ve piyanist orkestra şefleri geldiği zaman hem cuma gecesi hem de cumartesi sabahları gider izlerdik. Artık senfonide cumartesi matineleri kalkmış. Senfoniye bir bina yapılması söz konusuydu o bina hala bitmedi. Devlet halk dansları da çok önemliydi o dönem devlet halk danslarının okullaşması söz konusuydu. Ben okullaşması için çok uğraştım orada eğitmenlik yaptım. O zamanlar 'Bugün genç olan bu dansçılar 10-15 sene sonra dans edemeyecek o zaman buradaki öğrencilerin eğitmen olması gerekiyor. Bir okul olması gerekiyor ve bu kültür devam etmeli' dedim. Türk halk danslarının dünyaya tanıtılmasında bu kadar etkili olan Devlet Halk Dansları şimdi eskisi kadar aktif değil.

EVRENSELLİK VURGUSU

Peki bunda iktidarın bir rolü var mıdır?

Şimdi, şu söz herkesi çok mu motive ediyor acaba. 'Türkiye, çağdaş uygarlıklar düzeyine çıkmadı hatta çağdaş uygarlıklara geçmedi' bu heyecan verici bir söz gibi geliyor bana. Dolayısıyla bu söz anahtar gibi yani kilit açan bir sözdü. Bu sözün peşinden giderek bir proje yapmak istediğiniz zaman çeşitli sorunlar bile olsa sanki bir hikaye yaratmak gerekiyor diye bir hava oluşuyordu. Şimdilerde bu sözün çok kullanıldığını duymuyorum. Bu dönemde Türkiye'nin çağdaş uygarlıklar düzeyine çıkması konusunda kendi kendine yöresel olarak bir çözüm aradığını varsayıyorum. Ama; bu yöresel çözüm arayışın da evrenselliğin bitirilmemesi gerektiğini düşünüyorum.

Mesela Çin içine kapalı bir toplumdu. Şimdilerde ise Çin'de dünya çapında piyanistler, operacılar, baleciler var. Çin'in kendi halk kültürü hala devam ediyor. Japonya bile tuhaf bir şekilde sanatsal alanda neredeyse dünyayı etkiliyor, çok yeni buluşlar yapıyorlar insanın yaşamını iyileştirmeye dair. Çok büyük buluşların yanı sıra ufak tefek buluşlarda yapıyorlar onlar bile insana bir hoşluk veriyor. Yaşama artı değer katıyor.

YAŞAMIN HEYECANINI YENİDEN YAKALAMAK GEREKİYOR

Bu nedenle 'Sanata Evet' diyorum. Sanat kavramının yaşamın her alanda kullanılmasını, teknoloji ile bu kadar buluşan insan topluluğunun yaratıcılığını geliştirebileceğini ve insanın mutluluğunu sağlayacak buluşlar yapması gerektiğini düşünüyorum. Bunun da adının sanat olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla Türkiye biraz durakladı. Umut ediyorum ki bu duraklamanın önü açılır. Bir de tabii bu Ortadoğu'daki savaşlar, politikadaki iniş çıkışlar, bu süreçler Türkiye'yi çok etkiler oldu. Belki eskiden o kadar çok bilmiyorduk ama şimdi herkes her şeyi biliyor. Dolayısıyla bu çerçevede dünyanın yeni bir beklentisi var diye düşünüyorum. Yaşamanın heyecanını yeniden yakalamak gerekiyor.

Birçok üniversitede yaratıcı oyunculuk dersi de vermişsiniz. Hala devam ediyor musunuz eğitmenliğe?

Tabii, 170 ülkede ders verdim. O zaman dünyada ülke sayısı 175 filandı. Şimdi 200'e çıktı galiba. Peki yeni ülkeler mi geliyor? Hayır, o ülkeler bölünüyor. Mesela Eskiden Yugoslavya tek bir ülkeydi şimdi 5 ülke oldu. Kuzey Afrika'daki bazı ülkeler başka isimle anılıyorduşimdi tek ülkeden iki isim çıktı. Tabii çok ilginç eskiden Türkiye'de drama kavramı o zamanlar 'acıklı' olarak anlaşılıyordu. Türkiye'de dramanın'durum' olarak anlaşılması için ben çok çaba sarf ettim. Bu konuyu tartışmaya açtım espriler yaptım ters köşeler yaptım insanları düşündürmek için. Şimdi zannediyorum bütün Türkiye değil ama dramayı'durum' olarak anlayan bayağı kalabalık bir kitle var. Hala eğitmenliğe devam ediyorum. Yeni Yüzyıl Üniversitesi'nde oyunculuk eğitmenliği yapıyorum.

EN İYİ AKTÖR ÖDÜLÜ

'Ahlat Ağacı' ve 'Tepenin Ardı' filmlerinde oynadınız bu iki film büyük bir ilgi gördü. Ne söylemek istersiniz?

'Tepenin Ardı' filmi dünya çapında 45'in üzerinde ödül kazandı. Ben de o filmde bir çok defa 'En İyi Aktör Ödülü'nü kazandım hem dünyada hem Türkiye'de. 'Kış Uykusu' da Cannes'da Altın Palmiye Ödülü'nü kazandı. 'Ahlat Ağacı' ödül kazanmadı ama ödül kazanmış kadar 15 dakika boyunca alkışlandı. Bende oradaydım salondaydım. Bütün dünya televizyonları da bu 15 dakika alkışlanmayı çekti ve bütün dünyada yayınlandı. Bence ödül almış kadar oldu. Bir 'Altın Palmiye Ödülü'nü almış kadar oldu. Yılmaz Güney, 1982'de senaryosunu yazdığı ve Şerif Gören'in yönettiği 'Yol' filmiyle Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye ödülünü Yunanlı yönetmen CostaGavras'ın 'Missing' (Kayıp) filmiyle paylaşmıştı. Ama Türkiye,bu ödülü hiç bir zaman tek başına almamıştı. Nuri Bilge Ceylan'ın 'Kış Uykusu' filmi ilk defa Türkiye'nin tek başına ödül aldığı filmi.

OSCARA ADAYDIM

Gürcistan'da oynadığım bir film vardı 'Mısır Adası' diye. Gürcistan, Almanya, Fransa, Çek Cumhuriyeti, Kazakistan, Macaristan ortak yapımı olan Mısır Adası, Gürcüce, Abhazca, Rusça dillerinde ve ufacık bir alanda çekildi. O filmde Oscar'a adaydı. Oscar da sistem şu; 15 filmden 9 filme, 9 filmden 5 filme düşüyor sonrasında ise 5 film yarışıyor . Biz dokuza kadar düştük. Şimdi 'Ahlat Ağacı' filmi de Oscar'a aday. Türkiye, 'Ahlat Ağacı'nı bu sene Oscar'a aday gösterdi.

Devlet Tiyatroları'nda Genel Müdür Yardımcılığı bir de TOBAV'da Genel Başkanlık yapmışsınız? Bu görevleriniz devam ediyor mu?

Devlet Tiyatroları'nda oyuncu, yönetmen, genel müdür yardımcılığı yaptım. Sonra da TOBAVkongresinde devlet tiyatrolarına yöneticilerin seçimle gelmesinin doğru olacağını söyledik. Sonra seçim yapıldı Devlet Tiyatroları Genel Müdürü oldum. TOBAV'ın ilk kurucuları ve ilk genel başkanıydım 35 yıl genel başkanlık yaptım.

SANATA EVET KAMPANYASI

TOBAV'da da uluslararası bir çok proje yaptık. Oyun yazma yarışmaları yaptık. TOBAV'da drama, festivaller, atölye çalışmaları, yayınlar yani Türkiye'de ilk olabilecek bir sürü şey yaptık. Devlet Tiyatroları Genel Müdürü olduğum yıllarda da Tasarruf Tedbirleri Yasası vardı. Tasarruf Tedbirleri Yasası'nın bizi kapsadığı zannediliyordu ama ben bizi kapsamadığını iddia ettim ve bunu kabul ettiler. Bunun üzerine tasarruf tedbirlerini uygulamadık. 'Sanata Evet' kampanyası zaten vardı. 'Sanata Evet' kampanyası doğrultusunda bir de Türkiye'de gazete toplanma kampanyası başlattık. Türkiye'de 15 günde 160 ton gazete topladık. Tasarruf Tedbirleri bünyesinde Devlet Tiyatroları'nın birçok demirbaş malzemesini aldık. Gazeteleri SEKA'ya satıp büyük bir para aldık. Hem tasarruf tedbirlerinden Başbakanlık muaf tuttu bizi, hem de böyle bir artı kazanılmış oldu. O günden beri 'Sanata Evet' kampanyası çok etkili devam etti.

Editör: Haber Merkezi