Türkiye Bilişim Derneği (TBD), Türkiye Bilgi İşlem Sanayicileri Derneği TÜBİSAD), Türkiye Bilişim Vakfı, Atatürkçü Düşünce Derneği, Dil Derneği, Türk-Fransız Mühendisleri Dostluk Derneği, Türk-Japon Dostluk Derneği, Ankara Galatasaraylılar Birliği, Galatasaray Spor Kulübü, Ankara Tenis Kulübü. Gençlere STK'lara üye olma konusunda neler söylersiniz?

Sivil Toplum Kuruluşları, bir ulusu oluşturan bireylerin kendi ilgi alanlarına göre, gönüllü etkinlikler yapabilecekleri derneklere verilen genel addır. Bunlara Demokratik Kitle Örgütleri de denir. Çünkü bir toplumun Uluslaşma Süreci'nde özlenen katılımcı demokrasi biraz da bu tür gönüllü etkinliklerin yapıldığı derneklerde oluşan arkadaşlıklarla oluşur. Geleneklerimiz arasında bu tür gönüllü örgütlenmelere ne denli mutluluk veren olumlu bir kurum olarak yer verildiğini, bunun 'düğün dernek' deyimiyle dilimize de yansıdığını bilmeyen yoktur. Örneğin spor yapmak isteyen gençlerin buluştuğu spor kulüpleri birer dernektir. Atatürk Türk Tarih Kurumu (TTK) ile Türk Dil Kurumu'nu (TDK) bu konulara ilgi duyan her meslekten yurttaşların katılabilecekleri birer dernek olarak kurmuştur. Biz de Türkiye Bilişim Derneği'ni, Dil Derneği'ni (DD), Ulusal Eğitim Derneği'ni (UED) bu anlayışla kurduk ve bugüne değin yaşatmayı başardık. Bilişim konusuna ilgi duyan gönüllü yurttaşların katıldıkları derneğimiz TBD olmasa, onun bir Bilişim Kültürü Dergisi olarak 50 (elli) yıldır yayımlanan üç aylık bilişim dergimiz olmasa, bilgisayar sözcüğünü bilişim, donanım, yazılım, iletişim gibi daha binlerce sözcüğü hangi güç Türk halkına zorla benimsetebilirdi. Örneğin benim lise yıllarımda, atletizme merak sarıp 400 metre ve 400 metre engelli yarışlarına katılmam Galatasaray Spor Kulübü'ne 1956'da üye olmamla gerçekleşmiştir. Dört yıl boyunca bu yarışlarda edindiğim kişiliğimi oluşturan toplam eğitimimin yüzde 51'ini, katıldığım bu atletizm yarışlarına borçlu olduğumun ayrımına yıllar sonra, ellili yaşlarımda vardım.

YAZILIM ENDÜSTRİSİ VE BİLİŞİM ÇAĞI

Türkiye'nin elli yılda gerçekleştirdiği yazılım endüstrisiyle bugün bilişim çağını yakalama yarışının sizce neresinde?

Türkiye bugün yaklaşık 750 bin kişilik bir işgücünü barındıran gelişkin bir bilişim kesimine sahip. Örneğin ulusal yazılım gücümüzle yarattığımız süreç denetim yazılımıyla elde ettiğimiz kaliteli çelik döküm üretimiyle desteklenen otomotiv endüstrisindeki dış satımımız, inşaat projelerinde, gemi yapımı, dokuma, hazır giyim endüstrilerinde, bankacılıkta, iş-kamu yönetiminde, özellikle yazılım üretiminde, kurumsal kaynak yönetimi planlama, insan kaynakları, iş zekası, gibi alanlarda, özetle çevrimiçi bilişim sistemleri tasarım ve gerçekleştirmede dünyanın en büyük deneyimlerinden birine sahip olduğumuzu bir an unutmamalıyız. Küreselleşme ortamında Türkiye'nin yağmaya uğramasını önleyebilirsek, özetle Atatürk ilkelerini yeniden benimseyip bunlara sıkıca sarıldığımızda bilişim, yazılım, yapay zeka gibi alanlardaki elli yıllık dağ gibi teknik birikimimizle, 2050'lerde yeryüzünün 6'ncı ya da 7'nci büyük ekonomisi olarak 21'nci yüzyıl uygarlığındaki seçkin yerimizi alabileceğiz. Ancak son dönemde her yıl 10 bin bilişimci gencimizin yurtdışında çalışmak için Türkiye'den yabancı ülkelere göç ettiğini öğreniyoruz. Oysa daha 2009'da, ABD kökenli Computerworld–Bilgisayar Dünyası Onur Programı, dünya çapında üstün başarıya ulaşmış yenilikçi bilişim projelerine her yıl verdiği ödüllerden altın madalyayı Ulusal Yargı Ağı projemizle, Türkiye'ye vermişti. Cumhuriyet'i kuran büyüklerimizin, çöken Osmanlı İmparatorluğu'nun küllerinden doğan genç Türk Devleti'ni tüm ezilen uluslara örnek yaratacak biçimde 20'inci yüzyılın ilk yarısında bir yıldız gibi yücelten babalarımızın çabalarından, ülkemizi bilişim çağına taşıyan bizim kuşağımızın çabalarından sonra Türkiye'nin doruğa çıkışını genç kuşaklarımız gerçekleştireceklerdir. Onlara güveniyorum.

Yaşamın Gizi adlı kitabınızda 'Babamın keman çalışına, dil merakına, proje çizimlerine, annemin nakışlarına özendim… Radyodaki Karagöz'e, evimizin yakınında gösteri yapan cambazlara imrendim. Sonradan bir 'ip üzerinde yürümediğim' kaldı' diyorsunuz. Kitabınızda meraklı, oyuncu bir çocuğun aile-mahalle-okul çevresindeki gözlemleriyle yaşama uyanış öyküsünü anlatıyorsunuz. Bununla ilgili neler söylersiniz?

'Yaşamın Gizi' adlı kitabım Eylül 2018'de ve Nisan 2019'da okurlarıyla buluştu. Yaşamın Gizi'nde yazar daha yapıtının başında, 'Öğrenmeden, öğretmeden yaşanmış bir gün yok!' diye kestirip atıyor: 'İstanbul. Önce düşlerime giren Hitler'in savaş karabasanları, sonra 14 Mayıs 1950: Menderes'in Küçük Amerika düşü. On yaşındayım.' diye sürüyor yaşanmış bir ömrün romanı. Meraklı, oyuncu bir çocuğun aile-mahalle-okul-kent çevresindeki gözlemleriyle yaşama uyanış öyküsü. Meşrutiyet'i, Balkan Savaşı'nı ninesinden, Sarıkamış'ın Allahuekber Dağı'nı dedesinden, Cumhuriyet'iyse öteki aile büyüklerinden öğrenen çocuğun anlatısıyla bütünleşen, yazarın geçmişten geleceğe uzanan gözlemlerine dayalı anlatısı, bütün değer yargılarının eriyip çözüldüğü, yaşamın kurallarının, alışkanlıkların yeniden yapılandığı, savaşlarla yaralı, masalsı bir 20'nci yüzyıl tanıklığına dönüşüyor. 'Sanki yaşanmış bir roman değil de eğitim denen ve yaşama yön veren o gizemli yolculuğa ilişkin destansı bir eski çağlar masalı. Karanlığa karşı özgür düşüncenin ışımaya başladığı bir Ortaçağ masalı. Bir değişim, bir dönüşüm, sanki bir yeniden doğuş masalı.

'Başlangıçta eğitim oyundu' dediğiniz Toplumsal Oyun adlı kitabınızla okuyuculara ilginç dünyalara sürüklüyorsunuz bununla ilgili neler söylersiniz?

Evet 'Başlangıçta eğitim oyundu.' diyorum. Büyüdükçe, insanları tanıdıkça eğitim öğretim, daha karmaşık bir oyuna, toplumsal oyuna dönüşüyor. Ortaokulu Galatasaray Lisesi'nde yatılı okuyan delikanlının özgürlüğü uğruna kendi isteğiyle çıktığı gizemli eğitim yolculuğunun yanı sıra 1950'li yıllara ilişkin çarpıcı gözlemlerle Çağın Tanıklığı sürüyor. Ortaköy'deki bir yıllık Oyun Cenneti, ortaokulda yabancı dille öğretimle Çin işkencesine dönüşüyor. Yatılı okulda özgürlük için sabır gerekiyor. Akşamları Türkçeye yaslanarak elbirliğiyle kendilerini yetiştirmeye çalışıyorlar… Dışarısı Beyoğlu. Orta sonda coğrafya meraklısı genç, Lisenin Gezi Kolu Başkanı olunca kısıtlamalar kalkıyor. Yurt gezilerinde, doğayı, yurtseverliği, insanlığı öğreniyorlar. Derken 6-7 Eylül 1955 olayları: İstanbul'un iki bin yıllık uygarlık birikimi gözleri önünde sanki bir günde yıkılıyor. Sözde demokraside de işler sarpa sarıyor. Beş delikanlı yoksul Türkiye'nin parlak geleceğinde kendilerini arıyorlar.

'ARAYIŞ VE TUTKU'

Bu arada yeni bir kitaplarınız da bildiğim kadarıyla yolda bu kitabınızla ilgili neler anlatırsınız?

Üçüncü Kitap 'Arayış' önümüzdeki Nisan-Mayıs aylarında çıkacak. Dördüncü Kitap ise 'Tutku' başlığı altında yine 2020 yılı içinde yayımlanması öngörülüyor. Böylece, toplam yüz bölümde dört kitaptan oluşan bu yapıtı, '21. Yüzyılda 20. Yüzyıl Tanıklığım' olarak tasarladım. Bu bir Anı Roman, bir birini izleyen, ama dört ayrı kitap olarak okunabilecek bir 'Çağın Tanıklığı Romanı.' Üçüncü kitap Arayış… Büyüdükçe, insanları tanıdıkça toplumsal oyuna dönüşen çocukluk çağı oyunları, delikanlının akıl çağında 'arayış'a dönüşüyor. Çağın Türkiye'sinden örnekler, Galatasaray Lisesi'nin daimi yatılı sınıfından çok ilginç gerçek karakterlerle bunlar arasındaki ilişkiler sürükleyici bir dille anlatılıyor: Yatılı okul yaşamı 'İnsanı baştan çıkaran Beyoğlu'nun ortasında bir şenlik!' Tuzaklar da çok! Öğrencilerin meraklarına değer verilen okulda delikanlı, sanat denilen kavramı tiyatro meraklılarından öğreniyor. Bunun bir bedeli olduğunu da. Resim, müzik, edebiyat, geziler, müzik, spor derslerden daha ilginç. İyi öğretmenler gerçekten bir şans. Birkaç İngilizce sözcük, gemide işe yarıyor. Almanca kurslarında ise, kızlarla ilişkiler öne çıkıyor. Oysa 12 Fen'de, tarikata kapılan bir arkadaş, ezan sesini duyunca kapıyı çarpıp dersten çıkabiliyor. Sınıfta siyasal tartışma başlıyor. İyi arkadaşları var: Atletizmde yarışıyor; yüzme öğreniyor; sağlık kazanıyor. Müzik Kolunda sahneye çıkıyorlar; Gezi Kolu ise doğa, yurt, insan sevgisi, özgüven demek…

Dışarıda Menderes'in Vatan Cephesi protestolarında bir öğrenci öldürülüyor; Rektör polisçe yerlerde sürükleniyor. Hukuk, ekonomi çöküyor: 27 Mayıs 1960 darbesi. Menderes'le iki bakanın ölüm cezaları ile Devrim otomobilinin sonuna ilişkin acıları, delikanlı, öğrenim için gittiği Avrupa'da duyacaktır. Dördüncü Kitap 'Tutku Oyun'da. Meraklı genç mühendislik öğrenimi için gittiği Fransa'da gözlemlerini sürdürüyor. Avrupa'yı gençlik hanlarında dolaşıyor. Irk ayrımına, savaşın acımasız izlerine tanık oluyor: Diller-ekinler, çıkar çelişkileri, devrim-karşıdevrim süreçleri. Soğuk, açlık, gazete satmanın güçlüğü, Almanya'ya giden işçi kızlar. Almanya, İtalya, İspanya, İsviçre, Fransa'ya ilişkin gözlemleri izleyen 'biz kimiz? Nereden geldik nereye gidiyoruz?' başlıklı bölümde genç mühendisin yurda dönüş yolundaki duyguları, askerlikle ilgili gözlemleri anlatılıyor. Kitapta Mustafa Kemal'in Cumhuriyeti'i emanet ettiği gençlik benim olgusunun var olduğu kitapta, 'Türk olmanın, insan olmanın dayanılmaz karmaşıklığı' üzerine gözlemlerle iş, eş, arkadaş ararken başına gelenlerden sonra, genç adamın girdiği işte 'bilgisayar' adını vereceği makineyle ve eşi Gülden'le tanışmasıyla 'tutku' bölümüyle son buluyor.

https://www.baskentgazete.com.tr/ozel-haber/turkler-yeterli-birikime-sahip/haber-27135Ülkemizi çağdaş uygarlık düzeyine yükseltmeye çalışırken, bilişim toplumunu gerçekleştirme doğrultusunda, bütün endüstri ve hizmet kesimleriyle ortak çabaların arka planında nasıl sağlam temellere, köklere dayalı bir direnme ve eğitim çabası bulunduğunu, her meslekten her yaştan insanla paylaşma denemesi olarak değerlendirilebilir, yaşlı bir yazarın yaklaşık on yılını almış olan bu çağdaş yazın serüveni. Üç katmanlı özgün bir anlatım düzeniyle, okurda bir serüven filmi izlediği duygusu uyandıran sinematografik anlatım dili, özenli Türkçesi, kurgusu ve kapsamıyla birtakım yazınsal yenilikler içerdiği söylenen bu yeni yapıtımın, bana ulaşan iletilere bakılırsa, okurlar düzeyinde ilgi ve merak uyandırmış olması bana gerçekten mutluluk veren güzel bir duygu.

Editör: Haber Merkezi