Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümü mezunu olan Birkan Akça, 2008 yılında mezun olduğunu ilk atölyesini mezun olmadan önce açtığını söyledi. Türkiye'de sanata ve sanatçıya değer verilmediğini söyleyen Akça, '5 ay Kore'de kaldım orada çalışmalar yapıp sergiler açtım. Türkiye'de ise hiç sergi açmadım. Çünkü önemsenmiyor ve bir değer biçilmiyor sanata. Türkiye'de çömlek işiyle uğraşana 'çömlekçi' deniyor ama Arjantin'de, Kore'de 'usta' ya da sanatçı olarak ifade ediliyor. Türkiye'de geleneksellik önemsenmiyor.' ifadelerini kullandı. Melika Akça ise seramiği 'Çokça sabır ve çalışma gerektiren, hayal kırıklıklarından bile tat almayı öğrenmemiz gereken bir dünya.' diye ifade etti. Akademiyi reddettiğini söyleyen Akça, 'Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'ni kazandım ama gitmeyi tercih etmedim. Okulun beni sınırlandıracağını ve kalıplara sokacağını düşündüm. Her şeyin aynılaştığı ve kusursuzlaştırılmaya çalışıldığı bir evrende 'onlar'dan biri olmak istemedim' dedi. Güzel sanatlara olan ilgisinin babasının sayesinde başladığını söyleyen Melika Akça liseyi bitirdikten sonra Ankara Devlet Resim Heykel Müzesi'nde 1,5 yıl Vural Yurdakul ile çalıştıktan sonra da Cafer Tabak'tan ders aldığını söyledi. Melika ve Birkan Akça ile çamuru, çömlekçiliği, tornayı, geçmişi, geleceği ve aynılaşmayı konuştuk.

Seramik sizin için neyi ifade ediyor?

B.A: Üniversitede resim okumak istedim ama seramik okudum. Seramiği sevdim çok mutluyum. İlk atölyeyi açtığım sıralarda 'tornam' yoktu. (Seramikte ne kadar fazla aletin olursa o kadar iyi olur yapacağın iş. Mesela fırının olmazsa seramik yapamazsın.) Bu nedenle tornamız olmadığı için ilk başta tablo ve rölyef çalışmalar yapıyorduk ve birde pano yapıyorduk. Mesela seramik resim gibi değil. Bir ressam kendi sanatını sunup sergi açıp para kazanabilir. Fakat seramik, bir ressamın yaptığı bir resim gibi avantajlı olmaz. Seramiğin endüstriyel alanı gibi bir çok avantajı da var. Örneğin, atölyede hediyelik eşya vs. gibi başka işlerde yapılabilir. Bir şekilde para kazanabilirsiniz. Seramik sergilerine galericiler ev sahipliği yapmak istemiyor. Galerilerin seramik ürünlerini sergileyebilmesi için korunaklı camekanlar yapması gerekiyor, çünkü seramik çalışmalar kırılabilir. Mesela resimler duvarları süsleyebiliyor ama seramik duvarları süsleyemiyor. Seramiğin duvarda da bir yeri olması lazım. Okullarda hala rölyef vs. gibi bir ders bile yok. Biz şimdi güzel rölyef yapan bir insan bulamıyoruz. İnsanları bu yönde eğitmiyorlar. Üniversitelerde buna yönelik dersler yok. Resim satılıyor niye? Buradan alınıp başka bir yere asılabiliyor ama seramik öyle değil.

M.A: Seramiğe Birkan sayesinde başladım. Çamura dokunduğunuzda çok etkileniyorsunuz. Tornada bir şeyler oluştururken kendi kalp atışımı ve oluşumumu düşünüyorum. Kendimi buluyorum, anlıyorum ve de çözmeye çalışıyorum. Seramiğe başladıktan sonra insanların biraz daha kendisi gibi olması gerektiğini fark ettim. Samimiyetin olmadığını fark ettim yaşamda çok bir karşılığı yokmuş gibi... Şu an insanlar beni inanılmaz korkutuyor. Arjantin'e gittiğimde bunu daha iyi anladım. Ayakkabım yırtıkmış üstüm başım kirliymiş bunu umursamıyorum. Günlerce böyle dolaşabilirim. Aslında seramik bana güven verdi.

Arjantin bana çok farklı bir kapı açtı. Oradaki insanlar hep mutlu çünkü sanatla uğraşıyorlar ama bizim toplumumuzdaki gibi bir sanat değil. İnsanlar Türkiye'de mutlu değil. Çünkü insanlar mutlu oldukları işi ve yaşamı tercih edemiyor. Ben, mutlu olduğumda her yerde yaşayabilirim. Bana üretmeyen insan 'kısır' geliyor. Bir şeyler üretmeyince kızıyorum. Eskiden teknoloji o kadar yoktu ama biz çok mutluyduk. Hayatımızda bir şeyler arttıkça daha mutsuzlaşıyoruz. Açıkçası, ileride insanoğlunun daha mutsuz olacağını düşünüyorum.

KALIPLARI REDDEDEN KADIN

M.A: Neden üniversiteyi tercih etmediniz?

Üniversiteye gidersem özgürlüğümü kaybedecekmişim bir kalıbın içine girecekmişim gibi hissediyordum. Tabi ki bir şeylerin eğitimini almak gerekiyor ama bunun için okula gitmek gerekmiyor.

Okul kavramını reddediyorsunuz diyebilir miyiz?

M.A: Evet. Okul şart değil biraz istemekle ilgili bir şey. Tornayı öğreniyorum. Birkan'ı gözlemliyorum ya da torna ile ilgili ustaları izliyorum. Gözlem yeteneğime çok güveniyorum. Bir şeyi yapmak istiyorsak ilk olarak gözlemlemek gerektiğini düşünüyorum.

Torna sizin için ne ifade ediyor?

B.A: Zaman zaman farklı teknikler kullanmaktan hoşlansam bile şimdi hala işimin merkezine tornayı yani çömlekçi çarkını koyuyorum. Tornada dönmüş bir parçanın biricikliğinden de, sürecin kendisinden de büyük keyif alıyorum.

M.A: Tornada yapılmış bir parça, o çarkın üzerinde hızla ya da yavaşça döndüğü zaman diliminde ve sadece o anda oluşmuş bir evrenin kaydı gibi geliyor bana. Bu büyülü, sürprizli bir zamandır ve o sırada pek çok şey olur: çamur bir şey der, elleriniz bir şey der ve çark döner. Aslında sadece ellerinizle değil, bütün bedeninizle, aklınızla, hayata bakışınızla oradasınızdır. Bazen çamur gücenir ya da yorulur. Bazen de öyle güzel ve dengeli bir konuşma olur ki size çarkı durdurup seyretmek kalır.

Neden Kore?

B.A: Hacettepe'de Koreli Kim, Yong Moon diye bir sanatçı vardı. Kore'ye onunla beraber gittik. Birlikte çalışmalar yapıyorduk orada. Kore'de Macsabal diye bir müze var. Orada hem kalma fırsatınız hem de çalışma fırsatınız oluyor. Aynı zamanda sergi açabiliyorsunuz ve workshop çalışmalar yapabiliyorsunuz. Çok ciddi bir atölyeydi, şimdilerde kapandı. Dünyada çok önemli bir yeri vardı oradaki siyasi sebepler yüzünden kapandı. Hatta orada 'Seramik Darbuka' servisi yapmıştık. Gerçi onu ilk burada yapmıştık. İl sergi Kore Kültür Merkezi'nde olmuştu. Arjantinli bir sanatçı buraya gelmişti workshop için. Kim Yong Moon'un Kızılay'da bir atölyesi var orada beraber çalışmalar yapıyorduk. Burada ilk 'Macsabal Drum' isimli bir sergi açılmıştı. Sonra Kore'de de aynı sergiyi açtık. Ben, Kim Yong Moon ve Arjantinli sanatçı Cristina Fiorucci Kütralton beraber Kore'ye gitmiştik. Üç farklı kültürden sanatçılar aynı sergide buluşmuştuk. 'Macsabal Drum' (Darbuka) ismiyle sergi açtık.

Neden darbuka? Nasıl belirlediniz?

B.A: Birlikte belirledik. Buradaki serginin ismi 'Macsabal Drum'dı ama Kore'de bu 'Darbuka' diye çıktı. 3'üncü sergide Arjantin'de oldu. Arjantin'e gittik. Orada da 1 aydan fazla kaldım. Kore'de iki farklı galeride sergi oldu. Arjantin'de de 1 ay boyunca çalışmalar yaptık. Orada da Şili'den, Arjantin'den ve Türkiye'den sanatçılar vardı. On yılı aşkın bir süredir atölyede çalışmalar yapıyoruz. Piyasaya panolar yapıyoruz. Onun dışında sempozyumlara katılıyoruz.

GELENEKSEL SERAMİK ÖNEMSENMİYOR

Kore ve Arjantin'e gitmeniz size ne kattı?

B.A: Türkiye'de şu an geleneksel seramik çok fazla yok. Tabii bu dünyada da böyle. Geleneksel seramik önemsenmiyor daha kavramsal soyut işler ön planda. Ben Kore'ye gitmeden önce acaba 'Bütün dünyada böyle mi' diye sorguluyordum. Kore'ye gittikten sonra geleneksel seramiğin çok önemli olduğunu öğrendim. Yurtdışında geleneksel seramik çok ciddi bir yer tutuyor. Avrupa'da da artık öyle oldu çünkü farklı pişirim teknikleri var.

İlkel pişirim tekniklerinden odun fırını, çukur, raku, zağar gibi teknikler var. Artık form biraz daha geri planda kaldı şimdilerde yüzeyde oluşan formlar daha ön plana çıktı. Kore'ye gittiğimde bocaladım. Atölyeyi ilk açtığımızdan itibaren sanattan ne kadar uzaklaştıysak o kadar para kazanmaya başladık. Piyasaya dönük işler yaptıktan sonra daha iyi para kazanmaya başladım. Kore'ye gittiğimde şunu gördüm: Piyasa işi yapmıyoruz yine özgün formlar çıkarıyoruz. Astarlıyoruz, renkler uyguluyoruz, fırınlamalar yapıyoruz. Yine orijinal işler çıkartıyoruz.

Türkiye'de hala seramiğin ismi 'çömlekçilik' olarak geçiyor. Kore'de bunun öyle olmadığını farkettim. Kore'de macsabal (kase) bile o kadar değerli ki. İlk gittiğimizde 2 bin 100 tane macsabal yere serilmiş bir durumda ama her biri çok değerli. Bizim burada olsa bu pazarcılık gibi algılanır. Her bir parçaya ayrı değer veriliyor. Seramiğin onların kültüründe çok değerli bir yeri var. Orada çalıştığım atölyelerden ve Kim Yong Moon'dan çok şey öğrendim. Kore'de farklı teknikler öğrendik. Türkiye'de çömlek işiyle uğraşana 'çömlekçi' denir ama Arjantin'de, Kore'de 'usta' ya da sanatçı olarak ifade ediliyor. Türkiye'de geleneksellik önemsenmiyor.

M.A: 'Tulip Osmanlı Laleri' isimli ilk sergimi Arjantin'de açtım. Şimdilerde yine bir sergi açmayı düşünüyorum. Seramik uçsuz bucaksız bir dünyayla karşılaşmamızı sağladı. Ben elbette kendimi hala bir öğrenci olarak kabul ediyorum ve meraklı gözlerle etrafı seyrediyorum. Söz konusu çamur ve ona form vermek olduğunda sonsuz bir ufka bakıyormuşsun gibi geliyor. Yönünü ellerinle buluyorsun kusursuzluğun burada olduğunu düşünüyorum...

TÜRKİYE'DE SERGİ AÇMADIM!

İleriye dair projelerinizden bahsedebilir misiniz?

B.A: Sanat camiasında genç sanatçılar desteklenmiyor. Çok iyi işler yapıyorsun ama desteklenmiyorsun. Önceden şöyle düşünüyordum: 'Güzel işler yapayım sergiler açayım.' Hala Türkiye'de sergi açmadım. Çünkü Türkiye'de değerli olduğumu düşünmüyorum. Her yurtdışına çıktığımda şunu hissediyorum; 'Ben değerliymişim'

Türkiye'de öyle bir şey yok. Okul sürecinde de öyleydi. Yüksek lisansı kazandım. Sınava girmeden önce 'Beni almazlar' diyordum. Çünkü haksızlığa gelemiyorum sürekli eleştiriyorum ya. (Sınavı 2'ncilikle kazanmıştım) Akademinin gereksiz bir şey olduğunu düşünüyorum. Çünkü desteklenmiyor. 10 yıldır atölyem var. Bir hocam gelmemiştir. Fakat yurtdışında böyle değil. Orada değer buluyorsun. Bu nedenle şimdilik Türkiye'de bir sergi açmayı planlamıyorum. Yani atölyeye girdin ve dünyanın en iyi eserini yaptın ama atölyede durduğu sürece bir anlamı yok ki. O yüzden yurtdışında yapmak istediğim çok şey var ama Türkiye'de sergi açmayı düşünmüyorum.

M.A: Sergi açmak istiyorum. Tornada kendimi daha çok geliştirmek istiyorum. Rölyef yapmak istiyorum. Türkiye'de rölyef showroom yok bunu yapmak, üretmek ve mutlu olmak için istiyorum.

Editör: Haber Merkezi