'Bize tarih derslerinde öğretildiği gibi genç sultan Fatih Mehmet'i Bizanslı kadınlar ellerinde çiçeklerle karşılamadılar. Şehir, o dönemin savaş ilkeleri gereği üç gün boyunca yağmalandı. Kan gövdeyi götürdü. 'Aşk ve İsyan' da Osmanlı'da şiddeti, o korkunç despotik yönetimi sorgulayan bir roman. Ama, aynı zamanda ironik bir anlatı. Romanımın bu özelliğinin altını çizmek isterim.' diyen Nedim Gürsel ile son kitabı 'Aşk ve İsyan'ı konuştuk.

• Fransa başta olmak üzere 25 ülkede kitaplarınız yayınladı. Fransa Bilimsel Araştırmalar Ulusal Merkezi'nde araştırma başkanı olarak görev yapmışsınız. Nedim Gürsel kimdir?

Bize kendinizden bahsedebilir misiniz? Kendimden söz etmek çok kolay değil ama sanırım Nedim Gürsel'i Paris'te yaşayan bir Türk yazarı olarak tanımlayabiliriz. 50'ye yakın kitap yazdım. Kendimi edebiyatın her türünde üreten bir yazar olarak tanımlayabilirim. Roman, öykü, gezi, deneme ve inceleme kitapları yazdım. Hayatımın bir döneminde küçük erotik şiirler de yazdım. Onlar da 'Uzun Bir Ayrılık İçin Kırk Kısa Şiir' adıyla bir kitapta toplandı. Ama tabi tek bir kitapla şair olunmaz onun için kendimi şair olarak görmüyorum. Şiir üzerine kitaplar yazdım. Nazım Hikmet'in şiirleri üzerine kapsamlı bir inceleme kitabım var. Ayrıca, Aragon üzerine de yazdım.

Doktora teziniz de Nazım Hikmet ve Aragon şiirleri üzerine galiba…

Evet, Paris Sorbonne Üniversitesi Modern Fransız Edebiyatı bölümünü bitirdikten sonra aynı üniversitede Nazım Hikmet ve Aragon üzerine karşılaştırmalı edebiyat doktorası yaptım. Ama daha çok romancı ve öykü yazarı olarak tanınıyorum. Son romanım 'Aşk ve İsyan' ise tarihsel bir anlatı.

'VAROLUŞUMUN ÖNEMLİ BİR PARÇASINI YAZMAYA ADADIM'

• Günlük hayatında Nedim Gürsel neler yapar?

Kovid-19 başımıza bela olmadan önce çok seyahat eden bir yazardım. Seyahatler beni hep besledi ve seyahatler boyunca aldığım notlar kitaplara dönüştü. 15 gezi kitabı yazdım. 'Bana İtalya'yı Anlat', İspanya'yı konu edinen 'Güneşte Ölüm', ya da derin Fransa'yı anlatan 'Hatırla Barbara' gibi. Örneğin İran üzerine 'Mehdi'yi Beklerken' adlı kitabım geçen yıl yayınlanmıştı. Günlük hayatımın bir kısmı seyahatlerle geçti diyebilirim. Ama gençliğimde bu kadar verimli değildim, yaşla birlikte böyle bir verim oluştu. Varoluşumun önemli bir parçasını yazmaya adadığımı söyleyebilirim. Bir de doğrudan Fransızca yazdığım ve Fransız basınında yayınlanan siyasi yazılarım da var. Onlar da kitap olarak geçen yıl yayınlandı. Dolayısıyla; basın ve gazeteler de benim yazarlık uğraşımın ayrılmaz bir parçası. Dışarıdan katkıda bulunduğum yayın organları da var. Uzun yıllar Milliyet'in Pazar ekinde seyahat yazıları yazdım. Sonra Hürriyet'te yazdım. Seyahat etmediğim zamanlarda günlük hayatım büyük ölçüde yazmakla geçiyor.

'50 YILDIR BİR YAZARLIK SERÜVENİ'

•Yazma serüveniniz nasıl başladı?

Çok küçük yaşlarda başladım. Benim çocukluğum Balıkesir'de geçti. Annem ve babam lise öğretmeniydi. 9 yaşında şiirler yazmaya başladım. Kahramanlık şiirleri tabii. Çünkü o dönemde bize verilen eğitim bunu gerektiriyordu. Ama asıl Galatarasay Lisesi'nde yazdığım öyküler dönemin kalburüstü edebiyat dergilerinde yayınlanınca yazarlığa adım attım. İlk öyküm Vedat Günyol'un yönettiği 'Yeni Ufuklar'da yayınlandı. Mehmet Fuat'ın yönettiği 'Yeni Dergi' ve Cemal Süreya'nın yönettiği 'Papirüs' dergilerinde öykülerim art arda yayınlanmaya başlandığında 16-17 yaşlarındaydım. Dolayısıyla edebiyat dünyasına çok erken adım attım. Bunun bir avantajı var yola erken çıkıyorsunuz ama bir de dezavantajı var o da yazarlık evrimini okurun gözü önünde gerçekleştiriyorsunuz. Dolayısıyla 50 yıllık bir yazarlık serüveni söz konusu.

'ÜÇ KEZ KENDİMİ YARGI KARŞISINDA BULDUM'

• Zorlukları, keyifli yanları ve birçok kimsenin bilmediği yönleriyle nasıl bir meslek yazarlık?

Kolay bir meslek değil. Bir meslek mi değil mi o da tartışılır. Ama benim için bir varoluş biçimi. Eğer piyasa için yazmıyorsanız yaratıcı yönü olan bir uğraş da aynı zamanda. Özellikle Türkiye'de riskli de bir uğraş. Sırf kitaplarım nedeniyle üç kez kendimi yargı karşısında buldum. İlk kitabım 'Uzun Sürmüş Bir Yaz' 1976 yılında Türk Dil Kurumu Ödülü'nü almıştı. Ben Ankara'yı seven ender İstanbullulardanım. Ödülü, dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün elinden almıştım. O sıralar 26 yaşındaydım. Sonra o kitap 12 Eylül Darbesinden sonra orduya hakaretten yasaklandı. Oysa bana ödülü eski bir oramiral olan dönemin Cumhurbaşkanı vermişti. Ülkemizde böyle çelişkiler var ne yazık ki. Sonra, 'İlk Kadın' adlı romanım müstehcenlik gerekçesiyle toplatıldı. Sonra 'Allah'ın Kızları' kitabım ise halkın dinsel değerlerini alenen aşağılamak gerekçesiyle Türk Ceza Yasası'nın 216'ıncı maddesi gereğince toplatıldı. Evet, yargılandım ama her defasında da aklandım, bu şansa erişmemiş bir çok yazar var ülkemizde.

• Bunu bir şans olarak mı görüyorsunuz?

Tabii ki. Ama gönül isterdi ki düşünceleri ve yazdıkları kitaplar nedeniyle kimse hapse girmesin. Bir yazarın, bir aydının ya da herhangi bir vatandaşın görüşlerine katılmayabilirsiniz ama o insanlar görüşlerini açıklama durumunda olmalılar. Eğer gerçek anlamda bir ifade özgürlüğü söz konusu ise…

• 'Aşk ve İsyan'dan konuşalım biraz da ne kadar sürdü yazma süreci?

Yazma süreci çok uzun sürmedi. Romanımı, Osmanlı Elçisi Yirmi Sekiz Mehmet Çelebi'ye Paris'e benden önce geldiği için ve Kovid-19 eve kapanıp bu romanı yazmama yol açtığı için onlara ithaf ettim. Dolayısıyla bu mart ayında eve kapanma zorunluluğu ortaya çıkınca üç ay çok yoğun çalışarak bu romanı yazdım. En çabuk yazdığım roman. Örneğin 'Boğazkesen' romanım hem Türkiye'de hem yurtdışında en fazla ilgi gören kitaplarım arasında. O romanı dört yılda yazmıştım. 'Resimli Dünya' batı ve doğu uygarlıklarının sanat tarihi üzerinden karşılaşmasını ve buluşmasını anlatan kapsamlı bir romandır. Uzun bir sürede yazmıştım 'Resimli Dünyayı' da.

'KİTABIN OSMANLIYLA HESAPLAŞAN VE BİZDEN GİZLENEN GERÇEKLERİ İFŞA EDEN BİR YÖNÜ DE VAR'

• Kitapta okuru ne bekliyor?

'Aşk ve İsyan' ironik ve erotik bir kitap; bir tarih kitabı değil öyle okunmamalı. Kitapta ayrıca Osmanlıya ironik bir yaklaşım var. Kitabın; Osmanlıyla hesaplaşan ve bizden gizlenen gerçekleri ifşa eden bir yönü de var. Ve bu romanı yazma nedenlerimden bir tanesi de bu Osmanlı hayranlığına karşı çıkma. Özellikle son dönemde bir otomanya olarak tanımlayabileceğimiz bir Osmanlı hayranlığı ortaya çıktı. Bu artık bıkkınlık verdi. 'Ecdadımızla ne kadar övünsek azdır' söylemi beni çok rahatsız etmeye başladı. Çünkü Osmanlı Devleti aslında çok despotik bir devlet. Osmanlı tarihi boyunca sorgusuz sualsiz tam 44 sadrazam katledilmiş. Ve Osmanlı hanedanı kendi aralarında birbirlerini boğazlamışlar. Hatta Fatih'ten bu yana da meşruiyet kazanmış bu kardeş katli. Öldürülen şehzadelerin haddi hesabı yok. Bunu ironik bir bakışla anlatmaya çalıştım. Lale Devri'nde geçtiği için kitapta 3. Ahmet konuşuyor. Kendi hanedanının aslında ne kadar gaddar olduğunu anlatıyor. Okura bu şaşırtıcı gelebilir. Ama Osmanlı Devleti'nin despotik yapısı üzerine bu romanda anlatılanlar ve söylenenler tarihsel gerçeklerle birebir örtüşüyor. Kitapta bunu iddia ediyorum.

HAMAMLARDAKİ DÖŞEK YOLDAŞLIĞI DA VAR KİTAPTA

• Aşk ve İsyan'da Fransız yazar Voltaire'in Candide ya da İyimserlik romanına farklı bir yan kurgu ekliyorsunuz. Böyle bir kurgu için nerden yola çıktınız?

Voltaire'in Candide ya da İyimserlik anlatısı İstanbul'da sona erer. Candide, saf oğlan dediğim. Voltaire'in yarattığı roman kahramanı. Candide, sevgilisi Cunegonde'a İstanbul'da kavuşur. Ben oradan kalemi ele aldım. Voltaire'in bıraktığı yerden Candide saf oğlanı İstanbul'da Lale Devri'nde dolaştırdım. Ve onun başına gelen nice serüven üzerinden 'fena halde' Osmanlıyla hesaplaştım. Okur, tarihsel gerçeklik taşıyan ama bazıları da hayal gücümden kaynaklanan bazı anlatı karakterlerle karşılaşacak. Örneğin büyük bir ölçüde Patrona Halil İs- yanı'nın ayrıntılarına da yer verdim. Bu isyan Lale Devri'ni sona erdirdi. Korkunç bir sonla noktalanıyor Lale Devri. Çok kanlı ve şiddet içeren de bir isyan. Her isyan gibi… Patrona Halil anlatı karakterlerinden birisi III. Ahmet. Bir de tarihsel gerçeği olmayan benim hayal gücümden kaynaklanan karakterler var. Örneğin hamam tellağı. Turşucuzade Arnavut Hüsnü gibi… O, döşek yoldaşlığı yapıyor hamamlarda. Bütün bunlar bize anlatılmadı. Hamamlarda eşcinsellik çok yaygın. Birtakım delikanlılar cinsel istismara uğradıktan sonra hamamda döşek yoldaşlığı yapıyorlar. Parayla peştamal çözüyorlar. Osmanlı bu aynı zamanda, tabi önemli bir uygarlık. Şair Nedim gibi o dönemde yetişmiş büyük bir sanatçı ve Levni gibi bir minyatür ustası var. Lale Devri ilk kez Osmanlı'nın Batı'ya açılma deneyi. Bütün bunlar var bunları yadsımıyorum. Ama bize anlatılmayan ve çok da fazla gurur duyamayacağımız olaylar da var. Şair Nedim de anlatı karakterlerinden biri ve Şair Nedim'in şiirlerinde eşcinsellik çok ön planda. Yani gizlemenin imkanı yok. Şair Nedim eşcinsel diye büyük bir şair değil mi? Tabi ki böyle bir şey iddia edilemez. Ama onun eşcinselliğini gizlemek de doğru değil. Oysa bütün lise eğitimi boyunca divan edebiyatı bize öğretilirken hiç bunlardan söz edilmiyor. Lisede Kas Hilmi lakabındaki tarih hocamız, İstanbul'un fethini anlatırken Bizanslı genç kadınların ellerinde çiçeklerle Fatih'i karşıladığını söylemişti. Fatih İstanbul'u fethettiğinde 19 yaşındaydı. Genç bir padişah kadınlar ellerinde çiçeklerle 'Hoş geldiniz Padişahım' diyorlarmış. Böyle bir şey mümkün mü? Şehir üç gün yağmalanıyor. Kan gövdeyi götürüyor. Biz Türkler kimsenin burnunu kanatmadık diye bir tarih anlayışı egemen. İşte 'Aşk ve İsyan' bu anlayışa karşı yazılmış bir kitap.

• Candide nasıl bir karakter, anlatır mısınız?

Adı gibi saf bir karakter. İri yapılı bir delikanlı ve çok iyimser. Aslında savaş var dünyada. 18. yüzyıl şiddetin yoğun olduğu bir dönem. Fakat Voltaire yine de iyimserlikten yana, aynı zamanda iyimserlikle dalga geçiyor. Çünkü iyimser olunabilecek bir ortam yok. Bugün de öyle iyimser olabileceğimiz bir ortamda değiliz. Onun için inadına iyimserlik üzerine bir roman 'Aşk ve İsyan' ama hem de iyimserliğin içinde yaşadığımız dünyada çok da fazla işe yaramayacağını anımsatan bir roman. Gözü sevgilisinden başkasını görmeyen bir delikanlı Candide. Ben ona saf oğlan diyorum 'Aşk ve İsyan'da. Yani tek eşli. Ama içinde yaşadığı ortam çok daha başka… III. Ahmet'in 50 ya da 60 kadar kız çocuğu oluyor sadece. Osmanlılar hem kan döküyor, hem birbirlerini boğazlıyor hem de eski deyimle cima yapıyorlar. Ama rekor III. Murat'ta, 102 çocuğu var. Bu hiçbir ülkede benzeri olmayan bir durum. Bu çok eşli ortamda Candide'in sadece bir kadını özlemesi ve onunla vuslat yaşamak istemesi biraz tuhafa kaçıyor. III. Ahmet'in bir sürü kız çocuğu var. Sayısını kendi bile bilmiyordur. İlk göz ağrısı Fatma Sultan dört yaşındayken Sadrazam Silahdar Ali Paşa ile evlendiriliyor. Zifafsız bir evlilik. Sonra Silahdar Ali Paşa Petro- varadin Savaşı'nda şehit oluyor. Onun üzerine Nevşehirli İbrahim Paşa ile evlendiriliyor. O zaman Fatma Sultan 10 ya da 12 yaşında. Şimdi bu tuhaf bir dünya. 'Osmanlı kimsenin burnunu kanatmadı, atalarımızla ne kadar övünsek azdır' söylemine bir bakıyoruz, Topkapı'ya girerken ibret olsun diye sarayın girişinde kafatasları var. İki adım yürüyorsun Cellat Çeşmesi… Dehşet saçan o dönemin ünlü celladı Kara Ali var. Padişah onu gönderiyor sadrazamdan mührü teslim alsın diye. Bu demek oluyor ki sadrazamı öldürecek. Kara Ali de kişileri genelde kemerle boğarak öldürüyor. Sadrazamın kesilen kafası ya padişaha gönderiliyor ya da götürülüyor. Şöyle bir şey oluyor: Cellad Kara Ali boğmak üzere olduğu bir sadrazamdan gidip mührü alıyor. Sadrazam 'Ölmek kaderde var mı?' diye soruyor. 'Evet' diyor. 'Müsaade edin iki rekat namaz kılayım' diyor ve kendisine iki rekat namazı kılarken refakat etmesi için müftüyü de çağırıyor. Cellad Kara Ali bunları karıştırıp müftüyü boğazlıyor. Onun için ecdadımızla ne kadar övünsek azdır.

'MÜTHİŞ BİR ROMAN MALZEMESİ VAR LALE DEVRİ'NDE'

• Lale Devri'ni seçmenizin nedeni nedir?

O dönem eğlencenin zirve yaptığı dönem. Ama aynı zamanda olumlu gelişmeler de var. Örneğin, İbrahim Müteferrika, matbaayı kuruyor. Ve dönemin en renkli simalarından biri Şair Nedim. Divan şiirine bir yenilik getiriyor. Yirmi Sekiz Mehmet Çelebi ilk Osmanlı elçisi olarak Paris'e gönderiliyor. Orada Versay'n bahçesinden etkileniyor. Haliç kıyısında sadabat yapılırken Fransız bahçe mimarisi örnek alınıyor. Müthiş bir roman malzemesi var Lale Devri'nde.

• Osmanlı'daki çelişkileri detaylandırır mısınız?

Kardeş katili olup kuş evleri yaptırmak... Hiç acımadan öz kardeşlerini öldürüyorlar ama kuşlar üşümesin diye de duvarlara kuş evleri yapıyorlar, kuşları soğuktan korumak için. Padişahlardan biri tahta çıktığı zaman 19 kardeşini öldürtüyor. 19 küçük tabut çıkıyor saraydan.

'BİZANS'A HAKSIZLIK EDİYORUZ'

• İstanbul nasıl bir şehir sizce?

Candide gibi mi düşünüyorsunuz siz de? Evet Candide'in İstanbul'a bakışı kimi zaman benim bakışımla örtüşüyor. Ben 'Sevgilim İstanbul' adlı bir kitabın da yazarıyım. İstanbul bir efsane. Onun için Aşk ve İsyan'nda İstanbul bir anlatı karakterine dönüşüyor. Çünkü Şair Nedim aracılığıyla İstanbul'un güzellikleri de romanda işleniyor. Tabi iki büyük imparatorluğun başkenti de olmuş. Osmanlıdan önce Bizans var. Biz İstanbul'u sadece Osmanlı ile özdeşleştirme eğilimindeyiz ve bin yıllık Bizans'a haksızlık ediyoruz. Ve Bizans'tan miras kalan çok önemli ibadet alanlarını da Ayasofya başta olmak üzere ibadete açıyoruz. Aslında Bizans mirasına da saygısızlık… Ayasofya'yı ibadete açmakla yetinmedik şimdi de Kariye Camii'sini ibadete açtık. Orada çok güzel Bizans mozaikleri var. Gerekli miydi 500 yıl sonra Kariye'yi de camii yapmak? Bu da ister istemez akla gelen bir soru. Hayır gerekmiyordu.

• Voltaire'i bilmeyen Osmanlı'ya ya da tarihe ilgisi olmayan okur kitaptan neler bulabilir?

Aşk ve İsyan aynı zamanda bir aşk romanı. Hazin bir aşk hikayesi bulabilir. Tek eşli bir genç adam bu anlatının odak noktasındaki kahraman. Yani Candide saf oğlan İstanbul'da sevgilisini arıyor. Aslında bir arayışın romanı. Ve bu arayış süresince de başına gelmedik bela kalmıyor. Fakat hüzünlü bitiyor kitabın sonu. Hüzünlü bir aşk romanı olarak da okunabilir kitap.

Editör: Haber Merkezi