• Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?

İzmir Karşıyaka'da çocukluğumu, gençliğimi yaşadım. İzmir'in, Karşıyaka'nın yaşamıma etkisi, dünya görüşümün şekillenmesine etkisi çok önemlidir. İnsana saygı ve sevgi, hoşgörü bana İzmir'in kazanımlarıdır. Ben sanatçıya saygıyı, insana saygıyı o dönemde kazandım. Sanatçı olmamı sağlayan küçük dokunuşlar yaşadığım kentin ürünüdür. Yıldırım Önal'ı, o büyük sanatçıyı gençlik yıllarımda tanımak belki de benim sanata yönelimime neden olmuştur kim bilir? Emeğe, insana saygıyı, insanlığın evrensel değerlerini, mücadele etmeyi, direnmeyi, kavgayı, dostluğu, paylaşmayı, almadan verebilmeyi hep İzmir'de öğrendim. İzmir, özellikle de Karşıyaka benim için yaşamımın çok özel bir yerini oluşturur. Sonra Ankara Üniversitesi tiyatro sınavları ve Ankara… Yaşamımın önemli ikinci noktası. Benim varoluşumu noktalayan kent Ankara… İlk geldiğimde Ankara'nın sokakları benim için dönüm noktasıdır. Kendimi bilardo topuna benzetmiştim o zamanlar. Hani topa ıstakayla vurursun oraya buraya çarpar ya, öyleydim Ankara sokaklarında. Bir omuz… Dönüyorum acaba ben mi vurdum, özür dilemeliyim diye… Ama oralı bile olmamış omuz vurduğum ya da vuran kişi, yürüyüp gidivermiş. Başlangıçta çok yadırgamıştım bu durumu, ama sonra bir baktım, artık rahatsız olmuyorum. Dedim ki Ankaralı olmuşum… Ya da 'Angaralı…' Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro bölümünde okudum. Yani okullu bir sanatçıyım. Alanında son derece saygın öğretmenlerimin üzerimde katkısı, etkisi, emeği çoktur. Her birine binlerce teşekkür etsem, o emektar ellerinden ne kadar öpsem azdır. Benim öğretmenlerim, Sevda Şener, Metin And, Ergin Orbey, Turgut Özakman, Nurhan Karadağ, Sevinç Sokullu, Tahsin Konur, Sevgi Türkay gibi tiyatronun duayenleriydi. Büyük bir kısmını sonsuzluğa yolcu ettik. Hepsini saygıyla sevgiyle ve yaşadığım, unutamadığım anılarıyla yaşatıyorum. Bana göre onlar yaşıyor ve benim yolumu halen aydınlatmaya devam ediyorlar. Onların ışığıyla başladım tiyatro yolculuğuma. Daha ilk yıllarımda tek başıma Ankara'da mücadele ve var olma kavgamı vermeye başladım. Ama şanslıydım, çünkü mücadeleyi, direnmeyi, büyüdüğüm kent İzmir Karşıyaka'da öğrenmiştim. Ankara'nın ilk yılları ekonomik zorluklarla doluydu, bir yandan da öğrenme ve tiyatro yapma isteği ağır basıyordu. Babam memur olduğu için bir an önce onun rahatlamasını sağlama isteği, bir yandan çalışarak bir yandan da okuma isteğimi kamçılıyordu. İşte bu sorunumun yanıtını 1984 yılında çocuk tiyatrosuyla tanışarak bulmuştum. Çocuk tiyatrosuyla tanışmak benim için dönüm noktası oldu.

• Ankara'da devam eden öğrencilik döneminize ait anılarınızı bizimle paylaşır mısınız?

Tiyatro bölümünde okurken sözün tam anlamıyla Ankara'da oynanan ya da gelen tüm oyunları deyim yerindeyse adeta yiyordum. Hatta kaldığım yere gidemeyip, sokakta kalmayı bile göze alıyordum. Burada bir anımı anlatmadan geçemeyeceğim; Okulun ilk yılında Aydınlıkevler' de PTT'nin Samsun yolu üzerindeki misafirhanesinde kalıyordum. O zaman şimdiki Çankaya Sahne'nin olduğu yerde, benzer adıyla Çankaya Sineması vardı. Çankaya Sineması'nda Tennessee Williams tarafından yazılan ve tiyatronun dönüm noktası olan ve dünya klasikleri arasında gösterilen 'Arzu Tramvayı' 38 yıl önce Yıldız Kenter ve Müşfik Kenter tarafından sahneleniyordu. Ben her ne pahasına olursa olsun bu oyunu izlemeliydim. Hafta sonuydu, cumartesi, cebimde param yok. Oyuna gideyim, nasıl olsa benim gibi oyunu izlemeye gelen okuldaşlarımı görürüm hem borç ister hem de oyunu izlerim diye düşünüyordum. Gittim. Ama tanıdığım hiç kimse yok. Ne yapacağımı düşünmeye başladım? Oyunu mutlaka izleyeceğim. Hem de Kenterler Tiyatrosu'ndan. Ama sonra ne yapacağım? Sadece 1 tane otobüs bileti var üzerimde. Açım, param yok, yeterli biletim yok. Oyun boyunca bu sorularla yüzleşerek oyunun sonunu getirdim. Çıktık dışarıya. İzleyicilerde, bir an önce evlerine ulaşma telaşı. Koşuşturuyorlar. Hava buz gibi, yerler kar… Benim, acelem yok. Koşacağım, yetişeceğim bir yer yok. Elimde tek bilet. Bilete bakıyorum, bir yandan da kafamda sorular, 'şimdi mi binmeliyim otobüse yoksa sabah mı? Sabah daha da soğuk olur. Ayaz olur. Ne yapmalı? Yürümeye karar verdim. Şili Meydanı'ndan Aydınlıkevler'e… Doğru karar verdiğimi düşünerek başlıyorum, tabana kuvvet… Bitmiyor yol gecenin karanlığında, soğuğunda. Sonunda ulaşıyorum misafirhanedeki odama. Kuru ekmeğim var nasıl olsa dolapta. Ertesi sabah kazanılmış zaferimin keyfini yaşayarak biniyorum tıka basa otobüse… İşte böyle okulun ilk yıllarında hangi oyun gelse hemen izlemeye koşuşturuyordum. Ha cebimizde para var mı? Yok, tabii ki. Hangi öğrencinin cebinde yeterli para olur ki zaten. Bildiğiniz gibi Ankara tüm tiyatroların uğrak yeri. Turne yapıyorlar. Yani bir tiyatro bölümü öğrencisi için gerekli her şeye sahip. Özel tiyatrolar da ilgili bizlere karşı, tiyatro öğrencisi olduğunu söylememiz yeterli oluyordu izlememiz için. Bakın bir anı daha geldi şimdi aklıma, Batı Sineması'na Levent Kırca gelmiş. Kaçar mı? Ver elini Batı Sineması… Gişedeki kadına yaklaşıp tiyatro bölümü öğrencisi olduğumu oyunu izlemek istediğimi söylüyorum. Ama aldığım cevapla duvara çarpmış gibi duyumsadım. 'Levent beyin kesin kararı var, kimseyi ücretsiz içeriye almayacaksınız' dedi. Ama ısrarcıyım tabii ki 'Levent beyle görüşün isterseniz' yanıtını aldım. Dünyalar benim olmuştu. O güzel insanı yakından tanıyacaktım üstelik. Alt kata indim, babacan bir tavırla karşıladı beni. Sanki kırk yıllık dostmuşuz gibi elini omuzuma attı, bugün bile sesi kulaklarımdadır. 'Tabii ki koçum, izleyeceksiniz bu sizin en doğal hakkınız.' İzledim oyunu hem de en önden. Sanıyorum 'Toros Canavarı' adlı oyundu. Böyle böyle ne gelirse izliyordum.

• Çocuk tiyatrosuyla nasıl tanıştınız?

Ekonomik koşulların beni çocuk tiyatrosuyla tanıştırdığını söylemeliyim. İyi ki de yaşamışım o zorlukları. İnsanın pişmesine yardımcı olduğunu düşünüyorum. Az önce de söylediğim gibi babamın gönderdiği harçlıktan kurtulup hem onu hem de kendimi özgürleştirme isteği, bir yandan çalışarak bir yandan da okuma isteğimi kamçılıyordu. Yabancı bir eğitmen, Daniel… Soyadını anımsayamadım kusura bakmayın, okulumuza gelmiş mask oyunculuğu üzerine workshop düzenlemişti. İşte o workshopta Clown oyunculuğuyla tanışma şansına kavuşmuştum. Beni çok etkilediğini söylemeliyim. Clown için her şey sorundur, bu sorun da gülmeceyi oluşturur. İçindeki çocuğu açığa çıkararak Clown'ı yakalayabilirsiniz. İşte zaten içimde yer alan çocuk Clown'la ortaya çıkmıştı. Clown'nın en yakın olduğu kitle de çocuklar olduğu için çocuk seyirciyle yolum kesişmiş oldu. Evrensel olanı yakalamıştım. Hareket tiyatrosu, Clown tekniği, cuburca denilen anlamsız bir dille anlatılan öykülerle başladı çocukla buluşmamız. Burada; halen yaşam arkadaşım, eşim her zaman birlikte yürüdüğüm şu anda Tiyatro Pembe Kurbağa'nın genel koordinatörü Figen Çakmak- oğlu'na teşekkür etmek isterim. O olmasaydı, bu bakış açısına sahip olamazdım sanırım.

'ÇOCUK TİYATROSU GÖZ ARDI EDİLEN BİR ALANDI'

• Kurmuş olduğunuz tiyatro ile çocuklara daha da bağlandınız diyebilir miyiz?

Önce 'Mavi Oyuncular' dedik, tiyatromuzun adına; mavinin her tonuna hasret çekercesine… Özgürlüğün rengi, sonsuzluğun rengidir çünkü mavi. Şairin de dediği gibi, '….Görmesen bile denizi, / Yukarıya çevir gözü. / Deniz gibidir gökyüzü…' Bu özlemle sarıldık seyircimize özgürlüğü, sonsuzluğu ararcasına… Gerçekten de çocuklar özgürlüğün dilidir. Mutluluğun resmidir. İşte bizi çocuklara bağlayan da bu oldu. Onların koşulsuz sevgileri, biz büyükler gibi ikiyüzlü olmayışları özellikle de bitip tükenmek bilmeyen enerjileri bizi çocuklara bağlayan noktalar oldu. Sonrası mı? Sonrası çocuk tiyatrosu yaşam biçimimiz olmaya başladı. Acaba yaş grubu özellikleri ne, yaş grubu özelliklerine göre oyunumuzun temasını nasıl veririz gibi soruların cevabını aramaya başladık. Çocuk Psikolojisi Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimlerinde okutulan ansiklopedi boyutunda bir kitaptı. Okuyordum durmadan. Küçükbüyük motor gelişimi, bilişsel gelişim, sosyal duygusal gelişim, çocuğun bedensel gelişim özellikleri gibi, hepsi ilk karşılaştığım şeylerdi. Ne yazık ki okulumuzda çocuk tiyatrosu göz ardı edilen bir alandı. Gerçi öğretmenlerimiz satır aralarında çocuk tiyatrosuna dair ufak tefek şeyler de sıkıştırırlardı. Anıları, yurt dışında edindikleri deneyimler bizler için altın değerinde bilgilerdi. O yıllarda bilgisayar dünyasındaki gelişmeler henüz bizlere ulaşmamıştı. Anladım ki çocuk tiyatrosu yapmak bilimsel bir gerçeklilikti. Zaten İkinci Dünya Savaşı sonrası Sovyetler Birliği'nde gelişen iki bilim alanı olan psikoloji ve pedegojinin çocuğu algılamada çok önemli bir yeri olmuş ve çocuk tiyatrosu çalışmaları çağdaş bir bakış açısıyla yapılmaya başlamıştı. Bu süreçte 'Dünya Çocuk Oyuncuları' ile tanıştım. DÇO kadrolarında yaptığım çocuk tiyatrosunun kendimi geliştirme yolculuğuma çok önemli katkıları olduğunu söylemeliyim. Tiyatro disiplinini, çocuğa saygıyı öğrenmem daha doğrusu pekiştirmemde DÇO'nun katkısı yadsınamaz.

• Mavi Oyuncular olarak çıktığınız yolculuğun Tiyatro Pembe Kurbağa'ya evrilme sürecini anlatır mısınız?

Mavi Oyuncular olarak kullandığımız logo özel bir tasarımdı. Bir grafiker arkadaşımız tasarlamıştı. Clown olgusunu çok sevdiğimizden olsa gerek siyah beyaz bir palyaço kafasının hemen altında kocaman bir papyon ve hemen altında kocaman palyaço ayakkabılarından oluşan çok sevimli bir logoydu. Aynı dönemde Ankara'daki ilk animasyon sektörünü de yaratan yapı olduğumuzu söylemekten kıvanç duyuyorum. Çünkü son derece disiplinli, düzgün, kaliteli işler yapıyorduk. Uzun bir dönem bu sektördeki ilkliğimizi ve liderliğimizi sürdürdük. Derken rakiplerimiz çıkmaya başladı. İşte bu dönemde bizim logomuzu rakiplerimizden birinin kullanmaya başlaması, bizi yeni bir arayışa itti. Yine grafiker arkadaşımızın yaratıcı ellerine bıraktık kendimizi. Bizim için bir sürü logo çalışmıştı. En beğendiğimiz, bugün kullandığımız kurbağa sembolü oldu. Bu sembol ilk çizildiğinde yeşildi tabii ki. Yeşil, bir kurbağa için son derece sıradan bir renk olduğu için, düşün rengi olan pembeye karar verdik. Arkadaşımız bu kez kurbağayı pembe kurbağa olarak çizince taşlar yerine oturmuş oldu. Adımız da kendiliğinden taçlanmış oldu. Bugün kullandığımız logo o günlerin eseridir. Logomuzu çizen Adnan arkadaşımızın yüreğine sağlık. Logosunu çizerek Pembe Kurbağa'nın isim babası da olmuş oldu. Animasyon alanındaki rakipsizliğimizi uzun yıllar sürdürdük. Bir yandan da çocuk tiyatrosu çalışmaları da devam ediyordu.

• Çocuk seyircilere tiyatro oyunu sergilemenin zorlukları neler?

Tiyatro Pembe Kurbağa bir ekoldür. İlkleri başarmayı, ilkleri gerçekleştirmeyi sever. Tiyatro Pembe Kurbağa Animasyon sektöründeki birçok ilke imza atmanın yanında, çocuklara özgü ilk sahneyi yapmıştır, az önce anlattığım gibi, çocuk tiyatrosu yapıyorsanız her aşamada çocukların özelliklerini bilmek zorundasınız. Çocuk oyununu nasıl sahneye koyacağınız, çocukla nasıl diyalog kuracağınız çok önemli. Çocuklara özgü sahne deyince, çocukların özelliklerini düşünerek planlamanız gerekiyor her şeyi… Oturduğu yer ne kadar yükseklikte olmalı? Acaba kafasını çarpar mı? Oturduğu yerden sahneyle iletişim kurabilir mi? Işıklar, ses rahatsız eder mi? Pembe Kurbağa Sahnesi bu soruların yanıtlarıyla oluşturuldu. Tiyatro Pembe Kurbağa'nın ilklerinden bir diğeri de 'Bebek Tiyatrosu…' 1984 yılında başlayan çocuk tiyatrosu yolculuğumuza 2006 yılında özel bir alan olan Bebek Tiyatrosu çalışmasını ekledik. Halen Türkiye'de bu alanda ilk olma özelliğimizi sürdürüyoruz. Henüz hiçbir tiyatro 0-3 yaş Bebek Tiyatrosu yapmaya cesaret edemedi.

• Gerçekten de Bebek Tiyatrosu'nun kulağa ilginç geldiğini söylemeliyim. Bebek Tiyatrosu'na nasıl başladınız?

Çalışmalarınızı anlatır mısınız? Bebek Tiyatrosu çalışmasının başlangıç öyküsü Sevinç Sokullu öğretmenimizin Tiyatro Tarihi dersinde anlattığı anılara dayanır. Amerika'da izlediği çocuk tiyatrosu derslerinin bize yansımasıdır. Acaba nasıl olur soruları ile yine bilimsel olandan hareketle başladı Bebek Tiyatrosu deneyimi. 0-3 yaş aralığındaki bebeklerin ay özellikleri dikkate alınarak onların yaşamları gözlemlenerek oluştu Bebek Tiyatrosu. 0-3 yaş çocuğunun ilgi alanları tek tek incelendi. Beklentileri değerlendirildi, dünyadaki örneklerine bakıldı. Araştırmalarımız sonucu, Dünya'da bebek tiyatrosu çalışmalarının 2005 yılında başladığını gördük. Biz ise 2006 yılında Bebek Tiyatrosu'na başladık. Bu bambaşka bir deneyim. İlk beş dakikada bebeğin güvenini sağlayıp oyunda istediğiniz hedefi vermek zorundasınız. Eğer güvenini sağlayamazsanız çocukla iletişim kurmanız olanaksız hale gelir. Eğer salgın süreci olmasaydı her Pazar günü bebeklerle olan yolculuğumuz devam edecekti. Salgın öncesi her Cumartesi saat 12.00'da 3-10 yaş arası çocukları için, her Pazar da 0-3 yaş bebeklerle gişemizde düzenli olarak buluşuyorduk. O günlerin özleminin bir an önce bitmesi dileğiyle…

Editör: Haber Merkezi