Müziğin aile mesleği olduğunu belirten Rauf Devrim Arısoy 17 yaşından beri bir fiil sahnede olduğunu yıllarca babasıyla aynı sahneyi paylaştığını ifade etti. Müziğe çok küçük yaşlarda başladığını kaydeden Arısoy, 'Müziğe profesyonel olarak 17 yaşında başladım. Babamda müzisyendi. Saksafon ve klarnet çalardı. Dedelerimden biri cümbüş diğeri de keman çalardı.' dedi.

'Yurtdışında müzik okuma hayalim' vardı diyen Arısoy, 'Buradaki okullardan çok yurtdışındaki okullarda okumayı tercih ettim. Genç yaşta evden kaçarcasına İngiltere'ye gittim. İngiltere'de bir buçuk yıl kaldım. Amacım bir müzik okuluna gitmekti. Tabi para da yoktu. Bir müzisyen ailenin ne kadar parası olabilir. O şartlar altında kendi kendime biraz para biriktirip İngiltere'ye gidebilme ortamını yarattım ama gerisini getiremeyeceğimi görünce aileden biraz yardım istemek zorunda kaldım. Onların da çok parası yoktu 'Evi satalım yollayalım sana' dediler. Müzisyen adam birikimini eve yatırmış kıyamadım sonrasında vazgeçip geri döndüm. Müzik hayatıma Türkiye'de devam etmeye karar verdim.' diye konuştu.

TANJU OKAN İLE BİRLİKTE ÇALDIK

Arısoy konuşmasını şöyle sürdürdü: 'Türkiye'de de şansım güzel gitti. Birazda hevesli ve meraklı bir müzisyen olduğum için. Aslında çok da hakketmediğim halde çok ciddi bir orkestrada çalmaya başladım. Orası benim için bir okul oldu. Grup Angora'da çaldım. Grup Angora, 90'larda televizyon programlarının aranan orkestrasıydı. Bir çok ünlü isimle çalıştım. Bu insanların içerisinde beni en çok etkileyen insan Tanju Okan'dır. Sadece müziği ile değil, insanlığıyla kişiliğiyle çok güzel bir insandı. Tanju Okan ile Ankara Oteli'nde birlikte çaldık. Orkestra olarak devamlı orada çalışıyorduk. Oraya bir çok sanatçı geldi. Emel Müftüoğlu'ndan Yeliz'e, Selçuk Ural'dan Çetin İnöntepe'ye bu insanlarla çok uzun süre orada çalışma şansım oldu.'

Askerlik döneminde de çok iyi müzisyenlerle yan yana çalıştığını belirten Arısoy, 'Moral ekibindeydim. Bu sayede Türkiye'nin bir çok yerini gezdim. Özcan Deniz, Küçük Emrah, Burak Kut, Tayfun Duygulu ile birlikte çalıştım. Askerlikten sonra da kendi orkestramı kurmaya karar verdim. O dönem çalıştığımız insanların bazıları ünlü oldu. Mustafa Ceceli klarnet çalardı. Tolga Kılıç ve Levent Taplamacıoğlu ile beraber çalıştım. Taplamacıoğlu çok değerli piyanist aranjörlerden biridir, aynı zamanda film, dizi ve reklam müziklerinde en başarılı müzisyenlerdendir. Tolga Kılıç da çok değerli bir müzisyen ve aranjördür. Taplamacıoğlu'nun hayatımıza çok değerli katkıları olmuştur. Benim ve oğlum için çok önemlidir.' diye konuştu.

ÜNİVERSİTE İÇİN İNGİLTERE'YE GİTTİM

Işın Karaca ile 2 yıla yakın beraber çalıştıklarını anlatan Arısoy, 'Ankara'da çalışırken Işın Karaca bizim solistimizdi. O dönem bir çok isimle çalıştım. Bunların içerisinde Fatih Ürek de var, Demet Akalın da var, işte Işın Karaca da var. Yelpaze oldukça geniş. Şimdilerde ise daha çok eğitmenlik üzerinden müzik hayatıma devam ediyorum. Bir kaç tane özel kurumda ders veriyorum. Öğrencilerim var. Çok ümitli olduğum öğrencilerim var ileride onların da isimlerini duyacağız.' Buradaki konservatuarların idealinde çok karşılığı olmadığını belirten Arısoy bu nedenle 14 yaşındaki oğlunun eline valizi verip İngiltere'ye gönderdiğini söyledi.

MÜZİKTE USTA ÇIRAK İLİŞKİSİ ÖNEMLİ

Arısoy konuşmasını şöyle sürdürdü: 'Londra'da bir üniversitenin kurslarına gittim. Türkiye'deki akademi çok kısır döngü. Bu nedenle buradaki okullar beni çok tatmin etmedi. Dışarıdan armoni ve müzik teorisi konusunda ders aldım. Enstrüman çalma işlemini sahnede çözmüştüm zaten. Sahnede öğrendiklerim sayesinde kendi kendimi belirli bir seviyeye taşıdım. Tabi akademi de gerekli bir şey ama akademik yerlerde de usta çırak ilişkisine önem veriyoruz. Okula gittiğiniz zamanda hocayı seçiyorsunuz. Müzik, usta çırak ilişkisiyle yürür. Akademide de olsanız dışarda da olsanız bu değişmiyor. Müziğin dışardan da eğitim alarak öğrenebileceğini sadece okullarda öğrenilemeyeceğimi anlatmaya çalışıyorum. İyi hocalarla doğru insanlarla tanışılıp doğru eğitimler alındığında iyi bir eğitime, bilgiye ve donanıma sahip olunabilir. Bir çok genç arkadaşa tavsiyem budur. Bugün beğendiğimiz dinlediğimiz bir çok insan konservatuar da eğitim almamış ama onların yaptıkları okullarda anlatılıyor. Aslında insanların kaynağın kendisine gidebilme şansı var. Okula gittiğimiz zaman kaynağa ulaştığımızı zannediyoruz ama ikinci üçüncü ağıza ulaşıyoruz orada.'

VURMALIDAN BAS GİTARA GEÇİŞ

'Erkan Oğur'u akademide göremiyoruz ama Erkan Oğur'un müziği okullarda ders olarak anlatılıyor' diyen Arısoy şöyle konuştu: 'Aslında Erkan Oğur'a ulaşmak çok uzak bir nokta değil. Yani müziğine saygı duyduğumuz bir çok insana ulaşabiliriz. Bugün ekonomik şartlar nedeniyle müzisyenler emeklerinin karşılığını alamıyor. Müzik geçmişinden bu yana her zaman sponsorlarla yürümüş bir yaşam şekli. Şu anda Türkiye'de ve dünyada devletler sponsor olmuyor. Bu nedenle insanlar kendi kendilerine sponsor olmak zorunda. Bunun içinde ikinci bir meslek yapıyor. Şu an durum bu maalesef. Gidişat da uzun süre böyle gözüküyor.'

Küçükken ritim ve vurmalı enstrümanlarla müziğe başladığını belirten Arısoy, sonrasında ise yavaş yavaş gitar merakının başladığını gitardan da basa doğru geçiş yaptığını ifade etti.

Şu an bas gitar çaldığını zaman zaman da gitar çaldığını söyleyen Arısoy, 'Armoni konusunda da kendimi yetiştirdim. Bilgilerimi öğrencilerime aktarmaya çalışıyorum.' dedi. 'Hayatımı hep müzikten kazandım' diyen Arısoy, 'Şimdilerde ise biraz daha organizasyon işleriyle ilgilenmeye başladım. İnsanlara istedikleri geceyi hazırlayabilmek adı altında bir organizasyon işine de girdim. Bir takım özel geceler için özel organizasyonlar yapıyoruz. Sosyal medya üzerinden hesaplar açtık müzisyen arkadaşlarımla birlikte insanların özel gecelerini daha güzel ve özel kılmaya çalışıyoruz.' diye konuştu.

33 SENEDİR MÜZİK YAPIYOR

Arısoy, 33 senedir piyasada müzik işi yaptığını ifade ederek, şu anda ise bir kaç grupta müzik yaptığını bütün grupların tarzının birbirinden faklı olduğunu belirtti. Arısoy, kimi ile rock kimi ile pop kimi ile de organizasyon işlerine gittiklerini kaydetti.

Caz müziğine gönül vererek yola çıktığını belirten Arısoy, 'Caz müziğini çok seviyorum. Caz bir çok müziği bünyesinde bulunduran bir müzik türü. Caz öğretici bir sitil. Yani caz öğreniyorum değil de müzik öğreniyorum diye bakabilirsiniz. Onun dışında rock ve blues müzik seviyorum. Bir dönem Halk Müziği ile haşır neşir oldum.' dedi.

HEM HALK MÜZİĞİNE HEM DE ROCK'A HAKSIZLIK YAPILIYOR

Türkiye'de Halk Müziği ile ilgili çok gelenekçi yaklaşımlar olduğunu belirten Arısoy bu yaklaşımların bazılarını haklı bazılarını ise haksız bulduğunu ifade ederek şöyle konuştu:

'Üretim olmadığı için eski müzikleri alıp batı müziği ile kaynaştırmaya çalışma çabası beni rahatsız ediyor. Hatta Türkçe Rock diye bir şey çıktı. Türkçe Rock kavramının kullanılması bana bir şeyi perdelemek gibi geliyor. Sanki eleştiriyi engelleme çabası gibi. Rock müziğinin kendine has bir makamı var, Türk müziğinin de kendine özel ayrı bir makamı var. Yani bu iki müziği birbiri ile sentezlemeye çalıştığınızda kaynaşmıyor. Çayın içine şekeri atıp karıştırıyoruz ya çayı içince şekerin tadı yok gibi... Bir türlü o füzyon gerçekleşmiyor. Çünkü, şeker orada duruyor. Erimiyor! O zaman o gelenekçileri haklı buluyorum. Hem Halk müziğine hem de rock müziğine haksızlık yapılıyor. Demek ki Her zaman güzel bir mozaik çıkmıyor! Bazen bu mozaikler kulağımızı yoruyor. Renkler kaynaşmıyor.'

'Halk müziğinin kendi mecrasında bazen biraz daha sade olmasının daha doğru olacağını düşüyorum' diyen Arısoy, 'Mesela Bülent Ortaçgil üretiyor. Gidip Aşık Veysel'i alıp bozup Anadolu Rock yaptık diye çıkmıyor. Kimse üretmeye cesaret edemiyor. Çünkü bildikleri yoldan yürüyüp para kazanma ve şöhret olma derdindeler. Bilinen melodileri satmak ve pazarlamak daha kolay. Aşık Veysel'in bir ezgisini çaldığınızda insanların kulakları bu ezgilere aşina. Birazcık da kenar süsü koyuluyor. Bunu insanlara yeni bir şeymiş gibi satıyorlar. İnsanları aldatmak gibi düşünüyorum. Cover denilen şeyle eskiyi ısıtıp ısıtıp önümüze koyuyorlar bundan hoşlanmıyorum.' dedi.

Editör: Haber Merkezi