Süper ligimizde son haftalara doğru yelken açtık ya…

Klasik 'Ağlama edebiyatı' dönemini de açtık elhamdilüllah…

Ama ne acıdır ki bu duruma en çok başvuranlar da o 'büyük' diye adlandırdığımız kulüplerimiz oluyor.

Kim daha çok bağırır, kim daha çok mağduriyet edebiyatı yaparsa o haklıdır' düşüncesini kendilerine şiar edinenlere ne yazıktır ki dirayetle ayakta durması gerekenler yol veriyor.

Çünkü en çok ağlayanlar, genelde yazılı ve görsel medyada en çok yer alanlar oluyor. Nedeni de son derece basit… Malum tiraj ve reyting korkusu. Çünkü büyük kulüpleri, büyük yapanların başında gelen taraftar sayılarıdır. Ayrıca futbolumuzun en tepesindeki kurum ve kurullar da maalesef bu işe açıkça çanak tutuyor. Bundan güç alan ve ağladıkça üste çıkma başarısını gösterenler, davranışlarının tatlı getirisini gördükçe de şımardıkça şımarmaya başladılar.

Öyle ki haksız oldukları durumlarda dahi kendilerince daha önce haksızlığa uğradıkları olayları temcit pilavı gibi durmadan gündeme getirmeyi alışkanlık haline getirdiler. Hakemi etki altına alma konusundaki davranışları, gerekli tepkiyi görmediğinden ve gelen tepkilerin de ilgili mercilerce kala alınmadığından yüz bularak neredeyse saha içine girip maçın yönetimine karışma cesaretini dahi göstermeye başladılar. Ayrıca rakiplerinin kendilerine karşı futbolun emrettiği şekilde, olması gerektiği gibi oynayacaklarını belirtmelerini de bir suç işliyorlarmış gibi değerlendirme hakkına sahip olduklarını da inanıyorlar ve bunu öyle göstermekten asla çekinmiyorlar.

O zaman futbolumuzun yöneticilerine sormak gerekiyor… Nerede kaldı UEFA'nın, FIFA'nın talimatlarıyla o stadyumların billboardlarında yer alan koca koca Respect (Saygı) yazıları… Nerede kaldı fair-play.

Teşvik primi iddiası

Hele hele Beşiktaşlı futbolcu Josef de Souza'nın 'Bugün biliyoruz ki sadece Rizespor berabere kalmak için inanılmaz prim koydular. Bunu başkalarına hediye etmek istediler' şeklinde demeci de akla zarar bir durumdur.

Olay o boyuta ulaştı ki Brezilyalı futbolcu da kendinden emin bunu kesin bir şekilde ifade ediyor. Peki bu Futbol Federasyonumuzun Hukuk, Etik kurulları yok mu? Teşvik primi suç değil mi? Bu futbolcu biliyor ki Beşiktaş oyuncusu olmazsa bunu söylemezdi. Bunu söyleyen bir Gençlerbirliği veya bir Ankaragücü futbolcusu olsaydı. Hemen bu sözleri için hakkında hukuki işlemler başlatılmıştı… Bir bildiğin varsa açıkla diye…

Zaten bu futbolcu da etkili ve yetkili kurullarımızın, kendisinin büyük takım futbolcusu olma ayrıcalığına sahip olduğu için bu söylemini 'taraftarlarına şirin görünme' olarak değerlendirip üzerini kapatacaklarına da o kadar emin ki… Ancak bu durum 'çamur at izi kalsın' mantalitesini de yabancılara benimsettiğimizin açık bir göstergesidir ve de çok tehlikelidir.

Küme düşme olacak mı?

Futbol Federasyonu Başkanı Nihat Özdemir, son günlerde dillendirilmeye çalışan küme düşme konusundaki düşüncelerini Atilla Gökçe abimize açıkladı.

Bunu kimsenin aklına bile getirmemesini söyleyen Başkan Özdemir, 'Geçen sezon sonunda pandemi nedeniyle küme düşmenin durdurulması kararı bir iyi niyet örneğiydi. Ama bu yılda düşmenin kaldırılması çok yanlış olur' diye düşüncelerini açıklarken, 'Kulüpler kulis yapacaklarına son haftalarda daha iyi sonuç almaya çalışsınlar' diye yol da göstermeyi ihmal etmedi.

Bu konuda bir alkışımız da 'Küme düşmeme mücadelesi veren Gençlerbirliği taraftarları olarak, sonuna kadar takımımıza destek vereceğiz. Sportif olarak küme düşmeye evet ama siyasi kararlarla ve çeşitli kulis faaliyetleriyle ligde devam etmesine izin verilmiş bir kulüp olmak istemiyoruz' diye açıklama yapan Gençlerbirliği'nin taraftar kulübü Alkaralara…