Bir yazar Dosta,'Bir dergiye benim için bir yazı yazsan nasıl olur' dedim. 'Ama senin kitabın yok ki!' dedi. Kitapsız adamlar yazılamaz mı? İlla kitabı mı olmalı diyerek sitem ettim.

Artık kitaplaşmaya karar verdiğim bir dönemdi. 'Kitabımı size adayacağım' diyerek beni özendirmesini beklediğim ve önsöz yazmasını istediğim; beni 'Herkesin Dostu Anton' olarak tanıtan yazar dostum, 'Sen ne istiyorsan yaz ben altına imzamı atarım' dedi. Kabul etmedim tabii…

Bir başka dostuma da'Kitabımda yer vereceğim karşılıklı bir söyleşi yapsak ne dersin?' diye sordum. 'Seni daha tam olarak tanımıyorum. Bunu başka bir güne bırakalım' yanıtını vermişti. Üçü de beni 15 yıldır tanıyorlardı oysa.

Köşk Lokantası'nda (Şimdilerde Pub olmuş) Aziz Nesin'in masasında yüz yüze geldiğimiz ilk buluşmada yazdıklarıma bakarak, benim Bektaşi kılıklı biri olduğuma hükmetmişlerdi. Şimdi düşünüyorum da bana alıcı gözle bakmamışlardı. 15 yıl sonra geç de olsa anlamıştım bunu. 'Bu da nerden çıktı kardeşim?' demeyin! Beş yıl oldu artık ben de kitaplı biriyim. Kitabımın adı da 'YÜZÜM BANA BENZER'

***

Kitapsız şairler de var elbet!

Sincan İstasyonu dergisinde... Engin Berk'in yazı başlığını görünce yukarıdaki anekdotlar geldi usuma. Sonra birden kitaplaşmak için en aceleci kişilerin şairler olduğunu anımsadım. Bunları, şair adayı bile saymam ben. Çünkü bir kuyumcu titizliği göstermezler şiir yazarken.

Necatigil öğretmenim, 'Her şair kendi şiirinin kaldırım taşlarını döşer' demiştir bir söyleşisinde. Ve şunu eklemiştir: 'Ben has şairden yanayım. Has şiiri has şairler yazar.' Evet! Has şair olmaktır önemli olan. Çünkü şiir aceleyi sevmez. Bekletip demlenmesi gerekir.

Örneğin; Hidayet Karakuş, Soyağacım adlı şiirini kitabına koyduktan 20 yıl sonra farkına vardığı eksikliği ikinci baskıda şöyle giderir: Şiirinin son dizesine 'Ve bu şiirde annem yok!'u ekleyerek. Çünkü şiirinde tüm aile bireylerini yazmış ama annesini unutmuştur…

Engin Berk'in yazısında konu edilen şair Ali Ekber Ataş'tır. Uzun süredir şiirleri yayımlanıyordu dergide. O şiir yazarak kitaplaşmayı bekliyormuş. Pıtrak gibi şiir kitaplarının yayınlandığı en az okunan kitapların şiir alanında olması ise bir başka çelişkidir aslında. Örneğin, 1995'de ilk kitabını yayımlayan Ferruh Tunç, 2010'da yayımladığı 'Melez Zamanlar' kitabıyla, Ceyhun Atuf Kansu Ödülü'ne layık görüldü. Boş zamanlarında şiir yazdığını söyleyenlere adıyorum bu satırları. Ataş, anlaşılıyor ki, şiiri kolay yazmıyor…

***

Yukarıdaki söylemlerimi doğrularcasına kitapsız şairler adlı yazıyı çok önemsedim. Yazının son bölümcesi şöyle:

''Abdülkadir Budak'ın beni kendisiyle tanıştırdığı ilk gün Ataş'a şöyle demiştim: 'Çalışma masanızın üstü çok karışık olmalı.' 'Evet' diye doğrulamıştı beni. Üç sene sonra şimdi dönüp baktığımda daha da karışmış bir masa ile çıkıyor karşıma. Çünkü o hiçbir şiire bitmiş gözüyle bakmıyor. Sürekli çalışıyor. Tabi bu durum onun yaratıcılığına belli oranda zarar da veriyor. Çünkü bir süre sonra kendine yazacak imge bulamayacaktır. Bu durum ironi olsa da kedinin ipe dolanmasına benzer. Ama eninde sonunda biri gelir kediyi bu durumdan kurtarır…'

***

Şair dostlara bir sitemim var. Bu paragraf onlar için Aziz Nesin'in şu sözünü aktarmak istiyorum: 'Bizim ülkede her üç kişiden beşi şairdir.' Zaman onu haklı çıkardı.