Manzara-i Umumiyeye bir bakış... (II)

Önceki yazımızda Bahçeli’nin Abdullah Öcalan çağrısının muhalefetin ısrarla iddia ettiği gibi bir “açılım başlangıcı” değil PKK’yi lağvetme çağrısı olduğunu ve Kürt kökenli yurttaşların oylarını iktidar blokuna yönlendirmeyi amaçladığını söylemiştik...

Daha sonra bu çağrıyı bir açılım başlangıcı olarak değerlendiren DEM Parti ve CHP’nin “olta”ya atlamasının sonuçlarına değinmiş, bu yanılgının yol açtığı sarsıntının CHP saflarında DEM Parti’den daha büyük olduğu görüşünü dile getirmiştik. Bu sarsıntının sonucunda Özer’in otoritesinin büyük bir darbe yediğini, Ekrem İmamoğlu ile Mansur Yavaş arasındaki çelişkinin ‘DEM karşıtlığı’ ve ‘DEM yandaşlığı’ halini alarak derinleştiğini, CHP’yi yöneten “triumvira”nın dağılma noktasına gelmediyse bile o noktaya doğru gittiğini sözlerimize eklemiştik...

Ne var ki, bu ustaca manevranın ardından gelen “kayyum darbesi” AKP/MHP blokunun beklemediği sonuçlar yaratmış, AKP ve MHP’nin başlangıçta elde ettiği avantajlı durumu tersine çevirmiş bulunmaktadır.

***

Öcalan’ın önümüzdeki günlerde Bahçeli tarafından kendisine yapılan çağrı doğrultusunda Kürt kökenli yurttaşları AKP/MHP blokuna yönlendirme amaçlı bir açıklama yapması, kayyum darbesinin yarattığı tepkilerden sonra çok zor hale gelmiştir...

Esenyurt Belediye Başkanı’nın gözaltına alınma şeklinden başlayarak hukuk açısından son derece tartışmalı bir biçimde tutuklanması, ardından DEM Partili üç belediye başkanının görevden alınması, özellikle DEM Parti saflarında büyük tepki yaratmıştır...

Bugün ortaya çıkmış olan tablo içinde Öcalan kendisinden istenen yönde bir açıklama yapsa bile bu açıklama beklenen sonucu doğurmayacaktır.

***

Bu darbeler devam eder, İstanbul Büyükşehir Belediyesini ve bazı başka belediyeleri de kapsamına alırsa bu yıpranma daha da artacaktır...

Geçtiğimiz günlerde bir araştırma kuruluşu tarafından yapılan “güven anketi” bu yıpranmanın ne ölçülere vardığını göstermiş bulunmaktadır...

Anketin sonuçlarına göre en az güvenilen kurumlar yargı, siyasi partiler ve medyadır; yargıya güven yüzde 1,4, siyasetçilere olan güven yüzde 1, medyaya duyulan güven ise yüzde 0,9 oranındadır.

***

Bu gelişmelerin tam da ABD Başkanlık seçimlerinin yapılacağı günlerde yaşanması bir tesadüf müdür bilinmez...

Ancak, gelişmelerin seyrinin ABD başkanlık seçimlerinin sonucundan etkileneceği çok açıktır...

Çünkü tartışılan sorunlar Suriye meselesi başta olmak üzere bölgedeki gelişmelerle yakından alakalıdır.

***

Bilindiği gibi Türkiye ile Suriye arasındaki gerginliğin giderilmesi ve ilişkilerin “normalleştirilmesi” yönünde Rusya’nın desteğiyle yapılan görüşmeler tıkanmış durumdadır...

Bu tıkanmışlık nedeniyle Suriye’nin kuzeyindeki PKK/PYD yerleşimleri varlıklarını ABD ordusunun koruma ve kollama kalkanı altında sürdürmekte, yönettikleri petrol bölgelerinden elde ettikleri gelirle her geçen gün daha da güçlenmektedir...

Türkiye ile Suriye arasındaki barış görüşmelerinden rahatsız olan Biden yönetimi, iki ülke arasındaki gerginliğin devam etmesi, bunun sonucunda PKK/PYD’nin Suriye’de yarattığı fiili durumun hukuki bir statü kazanması yönünde çaba harcıyordu. Bu durumda hem ABD’nin bölgedeki uzantısı olan küçük bir “garnizon devlet” oluşturulacak hem de İsrail’in yayılmacı saldırılarına karşı direnen Suriye devleti parçalanacaktı...

Bu politika, Türkiye’de ABD planları doğrultusunda bir “açılım süreci” yaşanması ve Türkiye’nin Suriye’deki oluşumu bir şekilde kabullenmesi beklentisini yaratmıştı.

***

Trump’ın ABD askeri varlığını bölgeden çekme eğiliminde olduğu bilinmektedir. Ancak İsrail’in çıkarları söz konusu olduğunda ABD başkanlık koltuğunda kim oturursa otursun izlenen politikanın değişmediği de bir gerçektir...

Neticede büyük ihtimalle Trump da İsrail’in yayılmacı politikalarını destekleyecek, İsrail’in koltuk değneği olacak bir Kürt bölgesel yönetiminin oluşturulması için çaba harcamaya devam edecektir...

Bunun sonucunda “Kürt açılımı” için Türkiye’ye yapılan baskı artacaktır.

***

Bahçeli’nin Öcalan’a yönelik yaptığı “pişmanlık” çağrısının muhalefetteki CHP ve DEM Parti tarafından heyecanlı bir biçimde “Kürt açılımı” olarak algılanmasının en başta gelen nedeni ABD’nin baskısı nedeniyle AKP/MHP iktidar blokunun bu yönde bir karar alacağı beklentisiydi...

O nedenle, “en büyük parti” olarak yapılacak bir erken seçimde iktidar olma heyecanına kapılmış CHP yönetimi, AKP’nin ABD’nin beklentilerini karşılayamayacağı düşüncesiyle hemen “el yükseltmiş”, DEM Parti’ ise AKP’ye “göz kırpmış”tı...

Bu düşünce gerçekleşmemiş olsa da, önümüzdeki günlerin ne getireceği bilinmemektedir...

Trump’ın bölgede izleyeceği politikalar netleştikçe siyasal partilerin farklı tavırlar benimsemeleri, Süleyman Demirel’in sözleriyle “dün dündür, bugün de bugün” diyerek tavır değiştirmeleri kimseyi şaşırtmamalıdır.