Paşa oğlu Ahmet Celal, yedek subay olarak katıldığı Birinci Dünya Savaşı'nda kolunu kaybeder. Gazi olarak geri döner. Nereye? İstanbul'a… Savaşamadığı için üzgündür. Üstelik bir de İstanbul işgal edilmesin mi? O da İstanbul'u terk eder. Nereye mi gider? Emir eri olan Mehmet Ali'nin köyüne.

Savaş kaçağı değil, savaşamadığı için üzülen birisinden söz ediyorum. Köye çekilmiştir ama şehirden gazete getirtir her gün. Savaşa ilişkin gelişmeleri izlemek için…

Gittiği köy, ağalık sistemiyle çarkını çeviren bir köy…

O bir vatansever. Ama vatanına yabancı. Köyü, köylüyü yeni tanıyordur. Köylüler de onu yabancı olarak görürler. Kendilerinden birisi olarak benimsemezler bir türlü. Bunda, ağanın onunla ilgili yalan yanlış sözlerinin de etkisi vardır. Hem de fazlasıyla. Ahmet Celal, o köyün güzel kızı Emine'ye aşık olduğunda, evlenmesine bile izin vermezler.

Sonra köyü Yunan askerleri işgal eder… Köylüler, kaçar, gizlenir. Üstelik, Mustafa Kemal'i suçlamaktadırlar. Bu durum, sonlarının köy meydanında öldürülmek olmasını değiştirmez…

Ahmet Celal ve Emine de aralarındadır köy meydanındakilerin… Ama onlar kaçarlar. Arkalarından ateş açar Yunan askerleri. Yaralanırlar. Mezarlıkta saklanırlar. Ertesi gün, kaçmaya devam edeceklerdir. Kararları budur ama Emine, ağır yarası nedeniyle onunla gelebilecek durumda değildir. Ahmet Celal yazdığı bir defteri ona bırakıp, 'bilinmeyen bir geleceğe doğru umutsuzca yürür gider…'

Bu öyküyü, daha doğrusu bu romanı anımsıyor musunuz?

***

Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun ünlü 'Yaban' romanından söz ediyorum…

Peki, bir soru daha?

Bu romanın ilk olarak ne zaman yayımlandığını biliyor musunuz?

İlk basımı 1923'te…

Yani, Anadolu'nun işgalcilerden kurtarılmasından (9 Eylül 1922) bir yıl sonra…

Ankara'nın Başkent ilan edildiği (13 Ekim 1923) yıl… Aynı zamanda Cumhuriyetin ilan edildiği yıl…

***

'Yaban' için edebiyatımızın büyük ustası Vedat Günyol diyor ki:

'Yaban bizi ilk olarak, bir köye gerçekten sokmayı başarmıştır. Yüzbaşı, A. Celal'in benliğinde birbirine zincirlenen, parça parça tablolar, bize bir köy çevresini yansıtıyor. Edebiyatımızda Yaban'la Vurun Kahpeye'den önce, birçok köylere, kasabalara girmiştik. Ama, hepsinde, köyden, kasabadan sadece kuru bir dekorun ruhsuz iskeleti vardı. Yaban'da köylüyü ruhuyla, hayat felsefesiyle canlanmış buluyoruz. Bu büyük bir başarıdır.' (*)

***

Aradan yıllar yıllar geçer. Onlarca yıl… Yaklaşık yarım yüzyıl. 1959 yılıdır artık.

'Yaban'ın yazarının oturduğu evin kapı ziline bir el dokunur…

Talip Apaydın'ın elidir bu!

'Yaban' yazarı kapıyı açar. İçeri buyur eder onu…

Yanında ise bir başka genç yazar daha vardır…

Kim?

Fakir Baykurt.

Söyleşirler…

Der ki Karaosmanoğlu:

'Çocuklar, köyde çok roman var. Onu biz anlatamadık. Siz anlatacaksınız. Çünkü siz köyden geliyorsunuz.' (**).

***

Yakup Kadri'nin, özellikle de 'Yaban'ın yazarı olarak söylediği bu sözler önemlidir…

Üstelik, yıl 1959 ve Köy Enstitülü yazarların edebiyatımızdaki varlıkları henüz tam olarak görülmemişken…

Fakir Baykurt, ilk romanı 'Yılanların Öcü'yle Yunus Nadi Roman Ödülü'nü yeni almıştır daha. Bir yıl bile geçmemiştir üzerinden. 30 yaşındadır henüz.

Onu alıp Yakup Kadri'ye götüren ağabeyi, yine Köy Enstitülü yazarlarımızdan olan Talip Apaydın da topu topu üç yaş büyük ondan. 33 yaşında… İlk şiir kitabı 'Susuzluk' (1956) yayımlanalı üç yıl olmuştur. İlk romanı 'Sarı Traktör' çıkalı bir yıl bile olmamıştır.

Bunları düşününce, Yakup Kadri'nin sözleri daha bir anlamlı geliyor insana…

Köy enstitülerinin edebiyatımıza nasıl bir katkıda bulunacağının daha en başından altını çizmiş oluyor Yakup Kadri.

____________________

(*) Refika Taner / Asım Bezirci, 'Seçme Romanlar /Yazarları, özetleri, eleştiriler, kaynaklar', Yeni Dünya Yayınları, Genişletilmiş İkinci Basım: 1980, İstanbul.

(**) Tuncer Uçarol'un Talip Apaydın'la söyleşisi, Yaba Edebiyat, Temmuz-Ağustos 2004.