Arif Ay'ın 'Son Güne Yolculuk' şiirinin duvarlarını, yaşadığımız çağa, bu çağın yürek burkan cinayetlerine, katliamlarına tepki örmüştür:

'gövdemde toprak kokusu / içimde paslanmış demir / oysa çeliğe su vermiştim bir zaman / kuraklığıma aldırmadan // beni kayıpların ağıtçısı yapan / çağa yuh olsun!'

***

Kesici bir silah olan hançerin paslanırken gürültü çıkardığını bilir misiniz?

Çıkarır mı?

Çıkarır… Herkes duymasa da şairler duyar o gürültüyü.

Geçen yıl bizlere 'Hoşçakalın!' deyip dizelerini yeryüzüne savurup giden Ülkü Tamer, o gürültüyü duyan has şairlerdendi işte.

Cevat Çapan, gülümseyişiyle bile tarih olan Ülkü Tamer için diyor ki:

'Biz onun dilsiz cerenlere dil veren sesinden duymuştuk / bir hançerin paslanırken çıkardığı gürültüyü.'

***

Cahit Irgat, şiirimizde ve sahne dünyamızda (Tiyatro sahnelerinde ve beyaz perdede) kendine özel bir yalnızlık edinmiş sanatçılarımızdandır. 55 yıllık hüzünlü bir öyküdür onun serüveni. Onurlu, dirençli, hüzünlü… Nazım Hikmet'in 'Sen mutluluğun resmini yapabilir misin?' diye sorduğu ressam Abidin Dino'ya 'Bulunmaz bir yüz doyamıyorum çizmeye, ne kadar çizsem, yeniden çizmek geliyor içimden' dedirten, o yüzdeki çizgilerin derininde saklı öyküydü işte.

Gültekin Emre, Cahit Irgat'a 'Kuşbakışı' şiirinde neler demiyor ki?

'Cancağızım sahne tozu Ortalık / Aklım eriyor perde değil kan kadifesi yalnızlık / Hususi bir kumpanya meyhanesidir bu acı hayat / İstanbul'un ve her şehrin her semti artık Anadolu / Temize çekiyor kısacık ömürlerini Bu Şehrin Çocukları'.

***

Çocuklar bedeninden bir parçadır annelerin. Yanlışlıkla bir bıçak azıcık çiziverse çocuğun parmağını, iki damla kan çıksa, kanar annenin yüreği, sızlar.

Babalar öyle mi?

Sevgi ve şefkat yumağı olan annelerin aksine, uzak, soğuk bir 'kale'dir babalar.

Şu dizeler, Mustafa Demircioğlu'nun 'Aykırı Bir Babalar Günü' şiirinden:

'Taşların soğukluğuydu benim babam / Kendi bahçesinin vişnelerine uzak / Kışın kollarıyla saran küçük otları / Yağmurun tıpırtısı yorganın altında / … / Sık sık ölmesini ister ağlardım sonra / Ocağın ateşine dalınca gözlerim sessizce / İçeri süzülen sönmüş bir yıldız gibi / Dağların uzaklığıydı benim babam'.

***

Geçen yıl dergilerde yayımlanmış şiirler arasında bir gezintiydi bu yazı. Arif Ay'ın hazırladığı 'Şiir Yıllığı 2019'un (Edebiyat Ortamı Dergisi'nin Mart Nisan 2019 tarihli 67. sayısının eki olarak yayımlandı) sayfalarında çıkıverdiler karşıma.

'Şiir bir eldir oysa…' başlıklı yazım (Başkent Gazetesi, 15 Mayıs 2019) biraz da yanlış anlaşıldı gibi. O yazının devamı olarak, 'Böyle şiirler de yazılıyor günümüzde' demek için yaptım bu gezintiyi.

Arzu K. Ayçiçek'in 'Yoruldum' şiirini de anarak bitireyim öyleyse.

Ayçiçek'in şiiri, tire içine alınmış bir dizeyle biter:

'yoruldum insan olmaktan, susanlardan yoruldum'.

Şaire bu dizeyi yazdıran günleri hepimiz yaşıyoruz… 'Tan kızıllığında' 'ölüm sofraları kurulan' günleri… Evlere 'yokluğun haritasının asıldığı' günleri… Ve bayraklara sarılı tabutlar görüyoruz her gün… Böyleyken 'her şey güllük gülistanlık'mış gibi olalım isteniyor…

Ve şair, hepimiz adına, 'şiirin soylu ikindileri'nden ses veriyor:

'yoruldum insan olmaktan, susanlardan yoruldum'.