Penguenleri bilmeyen yoktur.

Ekranlardan, fotoğraflardan görmek bir yana, gerçeğini görenler pek azdır da, hemen herkes bilir.

Hatta her gün sabahlarımızı sesleriyle şenlendiren (Elbette kentte yaşayanlar için bu şenlendirme evlerinin önünde, yakınında ağaç bulunan şanslılar için geçerli) çoğu kuşu tanımayanlar, hangisinin hangi kuş olduğunu bilmeyenler, hatta serçeleri bile ayırt edemeyenler penguen deyince onların görüntüsünü hemen gözlerinin önüne getiriverir…

Sanki frak giymiş gibi karadır sırtları… Göğüsleri beyaz. Böyle olunca, beyaz gömlek üzerine frak giymiş bir orkestra şefini andırırlar elbette. Dik duruşları ve paytak paytak yürüyüşleri nedeniyle Şarlo'ya benzetenler de çoktur.

Güney kutbunda yaşarlar. Kuş türüdürler ama, kuş deyince hemen usa geliveren uçmak eylemini başaramazlar. Ama iyi yüzücüdürler.

Bizim toplumsal belleğimizde bir de Türkiye'yi sarsan olaylar yaşanırken, katliamlar yapılırken bazı ekranlarda belgesellerinin gösterilmesiyle de ünlenmişlerdir.

Ama bunda onların suçu yok!

Biz onları 'masum deniz kuşları' olarak anımsamaya devam ediyoruz yine de…

***

Penguenleri bilmeyen yoktur da Penguen Oteli'ni (*) bilir misiniz?

Penguenlerin deniz altı yolculuklarında mola verip dinlendikleri bir yerden söz etmiyoruz elbette.

'Penguen Oteli' bir kitap adı.

Kitaba adını veren bir öykü…

Öyle fantastik, düşsel bir penguenler dünyasından kesit falan sunmuyor öykü.

Gerçekçi, hüzünlendirici bir öykü…

***

Mor Fuat Gariban Evi yanmıştır. Gece çıkan yangına uykularında yakalanan, bütün giysileri yanan garibanlar yarı çıplak kalakalırlar ortada.

Ali Usta, konsolosluğun bahçe duvarını boyamaktadır. Konsolos Bey yanına çağırır onu. 'Gavur mavurdur ama Türkçesi kuvvetlidir'. 'Kostak bir adam'dır. Vicdanlıdır da…

Der ki Ali Usta'ya:

'Ali Usta, şu çıplak dolaşan insanları gördükçe içim acıyor. Onları giydirelim.'

Konsolosluğun getir götür işlerine bakan Hüseyin ile giderler konsolosluğun deposuna. Neler yoktur ki depoda? 'Siyah, değirmi kuyruklu yırtmaçlı ceketler, çizgili pantolonlar, azıcık akçıllar ama olsun, kolalı gömlekler, boyun bağları, ayakkabılar… Var oğlu var… Parlak ayakkabıların yüzleri çatlak, sökük ama hiç yoktan çok çok iyidir. Yalın ayak gezmektense…'

Giysileri (Yazar, 'giyitleri' diyor) yüklenip varırlar ki yangın yerine, 'garibanlar yanmış, isli duvar diplerinde, uzun zaman kullanılıp atılmış işçi mitilleri (Bu 'mitil' sözcüğü de apayrı bir yer edindi bu yıl siyasal literatürümüzde…) gibi' yatıyorlardır.

Önce konsolosluğun hizmetliler hamamına götürüp bir güzel yıkarlar onları. Sonra da, 'enine boyuna aldırmadan, uydu uymadı demeden' giydirirler. 'Birbirlerine bakıp gülüşüyorlar'dır. Onları bu halde görünce, penguenler gelir Hüseyin'in usuna. 'Şimdi Penguen Oteli'ne gidiyoruz' der bu nedenle.

Altı gariban, birbiri peşisıra dizilip yürürken, gerçekten de penguenlere benzemektedirler.

***

Öyküde yalnızca bunlar yok elbette. Mor Fuat'ın, babası Mor Cemal'in, köprü altında yaşayanların, garibanlar otelinin serüveni var daha…

Öykünün yazarı Turgut Acar, Kasım ayının sonunda sonsuza dek yumuverdi gözlerini, öykülerine taşıdığı yoksullar daha da yoksullaşır, garibanlar daha da garibanlaşırken…

Bu öyküyü anımsadım, yeniden okudum ben de…

__________________________

(*) Turgut Acar, Penguen Oteli / Gezi Aydınlığı, Öykü, Pencere Yayınları, Temmuz 2015, İstanbul.