Mütevazı düşler kuranları severim.

Yalılar, villalar, adalar, yatlar değil de basit bir ev düşü kuranları örneğin.

Mütevazı düşler deyince…

Kendisi için mütevazı düşler kuranlardan söz ediyorum elbette, ülkesi, hatta dünyamız içinse büyüktür onların düşleri…

Zaten kendisi için 'büyük düşler' kurup peşine düşenlerin ülkesi ve dünyamız için düşleri yoktur. Onlar kendi ceplerini şişirmekle meşgul olurlar. Kendi çocuklarının yaşayacağı ülkenin, dünyanın ne kadar yaşanılmaz hale geleceği bile düşündürmez onları. Tam bir kördürler dünyamızın geleceğine karşı…

***

Dünyamıza 'Hoşçakal!' demesinin üzerinden yıllar geçen bir şair, bir yazar, unutulmuşlarımızdan biri 'Güneşin geride bıraktığı…' adlı öyküsünde (*) böyle mütevazı düşleri anlatır… Anlatıcı kurgusal bir öykü kişisi değil de yazarın kendisidir sanki…

Onu tanıyanlar, 'Sanki değil, öyle!' diyecekler biliyorum.

***

Neler mi yazarımızın öyküsündeki düşler?

Küçük bir ev, insana, doğaya, yaşama saygılı bir eş, 'Gerçi çocuklarım olmasa da gam yemem. Tüm çocuklar benim sayılır çünkü…' dese de biri kız, biri oğlan olmak üzere iki de çocuk. Köse Dağa, Eğerci Yaylası'na bakmalı ev. Küçücük de olsa, 'şöyle oturup çay içecek kadar'lık bir de balkonu olmalı.

Bu hayallere şunu da ekler:

'Bir de, evet işim olmalı.'

Öyle koltuklarda gerilerek oturulan bir iş değil sözünü ettiği… Tembelliği sevmiyordur o! 'Eğer işim gerektiriyorsa, ellerim yağlı, yüzüm isli, giysilerim kirli olabilir. Utanmam, çekinmem, gururla yürürüm yolda. Yeter ki kafamın içi kirlenmesin' der.

Öykü, gün batarken balkonda yaşanan keyifli bir anın düşüyle biter:

'Hem güneşin batışını izlemeli, hem de çaylarımızı yudumlamalıyız. O da (eşi) sevmeli güneşin batışını izlemeyi, en az benim kadar… Hatta benden de çok! Hani, güneş battıktan sonra geride bir kırmızılık bırakır ya, en çok onu severim işte ben. O da sevmeli o kırmızılığı… Omuzlarıma yaslanıvermeli… Küçük kızım Birikim:

'Şuyuya bakın. Güneş Köse dağın aydına düşüveydi.', demeli… Gülmeliyiz birlikte…'

***

Mütevazı düşler kuranları severim.

'Güneşin geride bıraktığı…' öyküsündeki gibi düşler kuranları…

Onlar Nazım Hikmet'in 'Büyük İnsanlık' şiirindeki insanlardır…

'Gemide güverte yolcusu, tirende üçüncü mevki, şosede yayan'…

Ekmek, onlardan başka herkese yeter…

Onlar bu mütevazı düşlerine ulaşamıyorlarsa yıllarca çalışmalarına karşın… Dahası çalışmayı sevmelerine karşın çalışma hakkını (Evet, en önemli insan haklarından birisi de çalışma hakkıdır!) kullanamayan milyonlarca insan varsa bir ülkede… İşsizliğin getirdiği karamsarlıktan intiharlar yaşanıyorsa… İş bulmuş, çalışıyor olmanın ayrıcalığını yaşayanlarsa iş güvenliğinden yoksunsa… İş cinayetlerinde önde gelen ülkelerden birisiyse ülkeniz…

Elbette düşünürsünüz:

Bu nasıl gelişmişliktir?

Bu nasıl adalet?

Ve nedir sosyal devlet?

__________________

(*) Hamdi Gardaş'ın öyküsü. Gardaş'ın bir öykü kitabı yok. Kitap olacak kadar öyküsü de yoktu sanırım. Yerel Çorum Gazetesi'nde yayımlanan bu öyküyü, yazar Cevat Turan 'İnsanın Üşüdüğü Yer' adlı öykü kitabına (Komşu Yayınları Delisarmaşık Kitapları, 2009, İstanbul) 'konuk' olarak almış. Kitabı bu öykü ile bitirmiş. Ne iyi etmiş. Orada okudum ben de...