Bir inşaat ustası harç ve tuğlayla örer duvarları…

Elinde malası…

Terzi dikiş makinasının başına oturduğunda iplik ve kumaş kullanır.

Ressam tuvalin karşısına geçtiğinde paletinde renk renk boyalar vardır. Ve fırçası…

Heykeltraşın malzemesi taş. Taşı yontar, yepyeni bir biçim verir ona…

Yazarsa, kalemi eline aldığında ya da bilgisayarın başına oturduğunda sözcüklerle gösterir hünerini…

Yazarın, şairin malzemesi sözcüklerdir denir.

Dil onun her şeyidir. Yurdudur…

Böyle olunca da sözcüklere, dile büyük bir saygı göstermesi beklenir yazarlardan ve şairlerden..

Onları sevmesi, onlara aşık olması...

Çünkü, sözcükleri en doğru kullanan, en kuytu bucakta kalan anlamlarını bile görünür kılandır onlar…

Böyle olması beklenir.

Beklenir de, sözcüklere, dile saygıyı yalnızca yazarlardan beklememek gerekir diye düşünüyorum ben…

Sözcükleri kullanmayan var mı?

Konuşmayan?

Hemen ahrazları, konuşamayanları örnek vermeyin…

Ahrazlar bile kullanıyor sözcükleri. İşaretlerle anlatmaya çalışıyorlar düşüncelerini, isteklerini ama sözcüklerle düşünüyorlar… Beyinlerinde sözcüklerle kurdukları tümceleri işarete dönüştürüyorlar…

Öyleyse…

Sözcükleri herkes, hemen her an kullanıyor…

Bununla birlikte bazı uğraşı alanlarında daha bir önem kazanıyor sözcüklerin kullanımı. Daha bir özen istiyorlar…

Yazarlık onlardan birisi…

Biri de sunuculuk…

Radyo ya da televizyon sunucusuysanız, gerçekte büyük bir sorumluluk altındasınızdır bu anlamda…

Eskiden bir tek TRT vardı ve evet, her zaman olduğu gibi 'torpil' mutlaka işliyordu ama… Yine de sunuculukta dil bilgisi, sözcükleri doğru kullanmak önemseniyordu…

1990'larda özel kanalların yaygınlaşmasıyla bu saygı yok oldu…

Sunucular aynı zamanda bir 'Türkçe öğretmeni' olma işlevini yitiriverdiler…

'Önce böyle olur. Sonra oturur yerine her şey!' dedikse de öyle olmadı…

Özel teleizyonculuğun serüveni neredeyse otuz yıla yaklaşıyor… Yaklaşıyor da, değişen pek bir şey yok…

Sunucuların görselliği önemseniyor sanki yalnızca…

Sözcükleri doğru kullanıp kullanmaması falan hiç önemli değil…

***

Yazıya başlık yaptığım iki sözcük…

'Mesela' ve 'örneğin'…

Aynı anlamdaki iki sözcük…

İlki Arapça, ikincisi Türkçe… Anlamları aynı…

Bir konuda örnek vermek için kullanılıyor…

Bu iki sözcüğün ardarda kullanımını ise, yıllardır Türkçe'nin yanlış kullanımına örnek olarak veririz… Biraz da espriyle…

Ama ben hem de ciddi bir haber kanalını izlerken sunucunun pekala bu iki sözcüğü ardarda kullandığını görüyorum.

Sonra, yine bir haber kanalında bir müzik festivalinden söz ediliyor…

Henüz yapılmamış bir festivalden… Önümüzdeki günlerde yapılacak…

Sunucu şöyle bir tümce kurabiliyor rahatlıkla:

'…seçkin bale yapıtlarını izlemenin mümkün olduğu festival…'

Bu nasıl bir Türkçe?

Olacağı olmuş gibi göstermek yanlışı değil sözünü ettiğim yalnızca… Zaten okurken tümcenin ses olarak akışı da kayboluyor… Sözcükler tümce içinde doğru kullanıldıklarında bir ahenk de sunarlar dinleyene. O da kayboluyor…

'Seçkin bale yapıtlarını izleme olanağı sunacak olan festival' demek çok mu zor?

Geride bıraktığımız seçim dönemini düşünün. Haziran ayını… Her gün haberlerde siyasilerin mitinglerinden söz ederken 'miting' diyen sunucu ne kadar azdı. Bu sözcüğü 'Mîting' diye söylemeyi kim öğretti bu sunuculara?

Gel de anımsama 'Sakallı Celal'i?

Onun, 'Bu kadar cehalet, ancak tahsille mümkün olur!' sözünü…

Sunuculara Türkçe'ye saygı duymama, yanlış kullanma eğitimi verilmiş belliki diye düşünmeden edemiyorum…