Şiirlerinde gülmeceye yakın duran, ironiyi sık kullanan güzel insan Ali Yüce'yle bir söyleşi yapmıştım. '…şakadan çekinirim ben. Ama onsuz da edemem' dedikten sonra bir anısını anlatmıştı. 'Başına iş açan' bir şakayı…

Şöyle:

Ali Yüce, büyük yayıncılar yüz vermeyince kitaplarını kendi bastırmaya başlamış. Bunun üzerine Mehmet Başaran'la Tuncer Uçarol, 'Ali Yüce şiir şirketi kurdu!' demesinler mi? Ali Yüce'yse çıtayı yükselterek yanıt vermiş onlara:

'Şirket değil, holding kurdum!'

Dahası, kendi olanaklarıyla bastırdığı o kitapların satışına yardımcı olanlara da 'yan kuruluşlarım' demesin mi!

Haydi bakalım!

Holding ve yan kuruluşları var… Adam köşeyi dönmüş!

Böyle bir şaka almış yürümüş aralarında… Yürümüş de… Bu şakayı, konuşmaların yanısıra mektuplarında da kullanmışlar. Derken dergilerde yayımlanan söyleşilerinde…

***

Yaşamımda 'İyi ki tanımışım!' dediğim güzel insanlardan birisi olan sevgili Tuncer Uçarol, Ali Yüce'nin şiirinin 'kasketli' olduğunu söylerdi.

Yazmıştı da…

Doğru bir özetlemedir bence.

Ali Yüce'yi hiç kasketli görmedim ama evet şiirimizin 'kasketli'sidir. O köylü kasketi hep başındadır şiirinin…

Bir de, yeni kuşak bilmez ama 1970'lerde, 1980'lerde 'Ankara Notları'yla efsane olmuş bir gazetecimiz vardı. Kasketli gazeteci Mustafa Ekmekçi.

Niye anımsadım?

Çünkü Ekmekçi, Cumhuriyet Gazetesi'ndeki köşesine taşıyor andığım şakayı. Duymayan kalmıyor böylece…

Sonra ne mi oluyor?

Ali Yüce'nin yakın dostlarından yazar Ali Dündar, şakaya tavan yaptırıyor. Ali Yüce'nin İskenderun'da çiftlikleri, Antakya'da yağ ve sabun fabrikaları olduğundan söz ediyor. Bütün bunlara bir de, Ankara'daki Ümitköy'ü satın aldığını eklemesin mi?

O yıllarda Ümitköy yeni kuruluyor daha… Ali Yüce de bu yeni kurulmakta olan Ümitköy'de oturuyor ama kirayla… Bırakın Ümitköy'ü satın almayı, bir ev bile alamamış. Hatta kirayı ödemekte zorlandığını, bazen ev sahibinden azar işittiğini bile eklemişti bunu anlatırken bana…

***

Ali Yüce'nin o kendi bastırdığı kitaplardaki iletişim adresi şöyledir:

P.K. 60 Kızılay – ANKARA.

Bu adrese mektuplar yağmaya başlıyor… Kitap bastırmak isteyenlerin, cep harçlıklarıyla dergi çıkaranların, para sıkıntısına düşenlerin mektupları… Hepsi destek istiyor Ali Yüce'den…

'Ben büyük bir işadamı olmuşum da haberim yokmuş meğer.' dedi Ali Yüce bunları anlatırken…

Sonra mı?

O şakaya tavan yaptıran Ali Dündar, bir gün Ali Yüce'ye yanında bir arkadaşıyla geliyor. Yanında getirdiği kişi, milletvekili adayı olarak seçime katılmış, ama kazanamamış birisi… Karşısında koskoca holding sahibi Ali Yüce var. Öyle anlatıyor arkadaşına… O da dostluk ortamında iş isteğinde bulunuyor holding sahibinden. 'Veremem!' diyor Ali Yüce. Nedenini de şöyle açıklıyor:

'Kesinlikle solculara iş vermem. Çünkü, işçileri ayartıyorlar, Şu anda, sekiz bin işçim grevde, bunların yüzünden…'

'Ali, geberdi gülmekten. Ben ciddiyetimi korudum. Adam bir bozuldu ki, sorma…' demişti Ali Yüce…

***

Ali Yüce, Mahmut Makal, Fakir Baykurt, Osman Bolulu, Talip Apaydın, Dursun Akçam, Mehmet Başaran…

Onlar ne güzel bir kuşaktı! O kısacık ömürlü Köy Enstitüleri'nin bize armağınıydılar. Son temsilcileri de birer birer göçüyor dünyamızdan…

Eksilme kervanına son olarak Ali Dündar da katıldı.

Ölüm haberini duyunca bu edebiyat tarihine geçesi anekdotu anımsadım.…

Ha anımsatmak isterim, yıllar önce kervandan eksilen Fakir Baykurt, Ali Dündar için demiştir ki:

'Köy kaynağından beslenen temiz Türkçenin değerini bana öğretenlerden biri…'

***

Ali Abi!

Hep anımsanacaksın…

Anımsanacaksınız!