Usta romancımız Ayla Kutlu'nun yazmaya geç başlamış olmasına karşın 15 roman ve hikaye kitabında imzası vardır. Yetişkinler için yazılmış kitaplar bunlar. Çocuklar için de yazanlardan birisi o! Ayrıca elli yaşından sonra çocuk kitapları da yazmaya başladı ve 29 çocuk kitabı da okurlarla buluştu.

Kendisinin kitaplarla tanışma serüveni ise ilginçtir.

İkinci Dünya Savaşı yıllarına rastlayan bir çocukluktur onun ki… Evet Türkiye savaşa doğrudan katılmamıştır ama savaşın etkisiyle büyük bir yoksulluk yaşanmaktadır. Kaynaklar korunmaya ayrılmaktadır çünkü. 'Benden iki yaş büyük abim ve bir buçuk yaş küçük oğlan kardeşimle birlikte, savaş süresince oyuncaktan yoksun kaldık.' der yazar. Oyuncak alamayan baba, 'o dönem koşullarında yayımlanabilen kötü baskılı çocuk kitapları' getirmektedir eve. Bir de 'Çocuk Haftası', 'Çocuk Sesi' gibi dergiler…

Kitap ve dergilerle böyle karşılaşır yazarımız. Ancak, en unutamadığı anı odur ki, ağabeyinin önerisiyle kitapları dövüştürürler. Parçalanmış kitaplarıysa çöpe atarlar. Elbette anne ve babalarından gizlice… Bu durumu bugün, 'Savaş, çocuklara bile bulaşır' diye yorumlar.

Yıllar sonra yazar kırklı ellili yaşlarını sürmeye başladığında ise, birçok kitabı yayımlanmışken, harıl harıl yeni kitaplarına çalışırken şöyle bir düşünceye kapılmıştır:

'Dövüştürerek yok ettiğim eserlerin sayısı kadar yazarsam, belki kültürün en yaygın aracı olan kitaplara borcumu ödeyebileceğim'.

Anlarız ki yazarın, elli yaşından sonra çocuk kitapları yazmaya başlamasında da bu düşüncenin etkisi vardır.

***

Eskiden okullarda 'münazara' düzenlenirdi. Şimdi de yapılıyor mu bilmem!

Üçer – dörder kişilik iki ekip oluşturulur vc öğrenciler belirlenmiş bir konu çerçevesinde tartışırlardı. Nedendir bilmem, klasikleşmiş bir münazara konusuydu 'Çok gezen mi çok bilir, çok okuyan mı?'

Bir taraf 'çok gezen çok bilir'i savunurdu, bir taraf 'çok okuyan çok bilir'i…

Öğrencilere 'Sen hangi düşüncedesin?' diye sorularak belirlenmezdi ekipler. Kurayla… Yani, gerçekte savunmadığınız bir şeyi savunabiliyordunuz…

Daha çok şair olarak bilsek de, şiir, öykü, roman, anlatı türlerinde kırkın üzerinde kitabı bulunan Çiğdem Sezer'in de böyle bir anısı var.

Gönlünden 'çok okuyanın çok bildiği'ni savunmak geçiyor olsa da 'çok gezen'i savunmak durumunda kalmıştır. Ve kazanmışlardır. Üstelik de onun konuşması etken olmuştur bunda… Çünkü her ne kadar kitaplarla ilkokuldaki küçük kitaplık sayesinde tanışmış olsa da, bir tutku büyümüştür onda. Kütüphanedeki kitapları seyrettiğinde, sayfalar arasında yaşayan nice kahramanı getirir usuna. 'El ayak çekilince kendi aralarında konuşuyorlar mıydı?' diye düşünür. Dahası, 'Bir gün onlardan biriyle konuşabilir miydim?' diye…

'Yazmak, benim için biraz da o kahramanlarla konuşmak gibi.' diyor bugün.

O bu tutkuyla sürekli okuyan birisi olarak, 'münazara'da 'çok gezen'i savunmuştur ya… Bunu anarken şunları söylemeden edemiyor:

'İronik bir biçimde, çok okumakla edindiğim birikim, 'çok gezen çok bilir' savına münazarayı kazandırmıştı!. Kelimelerin gücüne inanmayıp da ne yapacaktım!'

***

Bugün onlarca kitaba imza atmış yazarlar kitaplarla nasıl tanıştılar acaba? Çocukluklarında, ilkokulda, ortaokulda, lisede kitaplarla ilişkileri nasıldı? Hangi kitaplar büyüttü onlardaki okuma ve yazma serüvenini?

Bu soruları merak ettiğiniz oldu mu hiç?

Dahası, bu sorulara bir de şunu ekleyelim:

Yazarlar, çocukların okuma alışkanlığı kazanmaları için, kendi deneyimlerinden yola çıkarak neler öneriyorlar?

'Merhaba Ben Kitap' (*) 65 yazarın bu sorular odağındaki anılarıyla buluşturuyor okurları. Hem de 30 çizerin çocukların okuma sevgisini kışkırtacak çizimleri eşliğinde.

Ayla Kutlu ve Çiğdem Sezer'in anıları da o kitapta çıktı karşıma…

______________________________

(*) Merhaba Ben Kitap, Kolektif, Derleme, Çocuk ve Gençlik Yayınları Derneği - TUDEM Yayını, Birinci Baskı: Kasım 2020, İstanbul.