Soğuk bir kış gecesi… Ankara'daki barlardan birinde çalışan müzisyenler, bar kapandıktan sonra neredeyse sabah olmak üzereyken yola düşer, Samanpazarı yokuşunu tırmanırlar. Deveci hanlarından birisine girerler…

Aralarından en genci yıllar sonra şöyle anlatır o anı:

'Yerde kar vardı...

Soğuk Ankara gecesinde neredeyse sabaha karşı, müzisyen arkadaşlarımla birlikte Samanpazarı yokuşunu çıkıp deveci hanlarından birisine girdik...

Alt kata develeri koymuşlardı...

Tahta merdivenlerden çıktık...

Tahtaların aralıklarından develerin kulakları gözüküyordu...

Üst katta geniş bir odaydı, dört bir yanında halı örtülü divanlarla, eski bir bey konağıydı sanki...

Odanın baş köşesinde sadece tek başına bir adam, üzerine paltosunu almış, köşeye büzülmüş uyuyordu...

Yanında sazı vardı…'

***

Paltosunu üzerine çekmiş, büzülmüş uyuyan kim mi?

'Bozkırın tezenesi' diye bildiğimiz Neşet Ertaş.

Müzisyenler ustayı ziyarete gidiyorlar.

O müzisyenler arasındaki, henüz üniversite öğrencisi olan o genç mi?

Bekir Coşkun.

1960'lı yıllar…

***

Bekir Coşkun, gençliğinde barlarda müzisyenlik yapsa da müzikte ilerlemek yerine kalemini sivriltip gazeteci olmayı seçti.

Zaten bu alanda yüksek öğrenim görmüştü.

'İyi ki de öyle yapmış!' diyoruz gazetecilikle topluma kattığı zenginlik karşısında…

Ama müzisyen olarak ilerleseydi belki de unutulmaz ezgilerle buluşturacaktı bizleri. O yok edilmiş potansiyelle neler yitirdiğimizi bilemiyoruz, bilemeyiz.

Ama gazeteci olarak unutulmazlarımız arasına girdi.

Kıvrak bir zeka ürünüydü yazıları. Dupduru ve öz…

Hem düşündürür, hem güldürür, hemi de insan olmaktan kaynaklanan sorumluluklarımızı anımsatıp tepki vermeye kışkırtırdı…

Benim içinse daha özel bir anısı da var…

Gazetecilik stajımı Günaydın'da yapmıştım ve bunu sağlayan oydu. Bunun da etkisiyle, daha dikkatle izlediğim gazetecilerden birisydi…

***

Artık onun yazılarını okuyamayacak olmak biraz eksik yaşamak olacak bizim için…

Üstelik toplumsal sorunlar alıp başını gitmişken… Sömürü, yağma, talan, yalan tarihimizde hiç görülmedik ölçüde artmışken…

***

Nice yazısı belleğimde iz bırakmıştır da… 'Bozkırın tezenesi' öldükten sonra kaleme aldığı yazısında (*) sorduğu bazı soruları hep anımsarım sevdiğim, yüreğimi titretmiş sanatçılar, şairler, yazarlar öldüğünde…

Şimdi ise kendi ölümüyle anımsattı o soruları…

Bir Türkiye sevdalısıydı. Acı çekiyordu bu nedenle…

'Bir sevdalı öldüğünde acılarına ne olur?' diye sordum.

Onun sorularından birisiydi bu.

Neler mi diğerleri?

'Bir ozan öldüğünde sevdası nereye gider?..

Bir piyanist öldüğünde parmaklarındaki hüner?..

Bir ressam öldüğünde yüreğindeki renkler?..

Bir heykeltıraşın okşayışı...

Bir mimarın hayal gücü...

Bir hesap adamı öldüğünde, beynindeki rakamlar?..

Bir anne öldüğünde, içindeki şefkat?..

Bir baba öldüğünde sarılma duygusu?..

Bir sevdalı öldüğünde acılarına ne olur?..'

____________________

(*) Bekir Coşkun, 'Zahidem Kurbanım…', Cumhuriyet Gazetesi, 26 Eylül, 2012.