Mustafa Kemal Atatürk'ün akşam sofralarından birisidir. Uzun sürer. Gülüşe oynaşa sabahlarlar. Falih Rıfkı'nın deyimiyle 'bazı aşırı sahneler' de yaşanmıştır. Gecenin sonunda, sabaha karşı Atatürk, iyice yakın bulduğu birkaç insanla başbaşa kalır. Onlardan birisi de Falih Rıfkı Atay'dır. Gecenin dedi-kodusunu yaparlar. Dağılacakları sıra Falih Rıfkı, Atatürk'e bir öneride bulunur:

'Şimdiye kadar sizin için yalnız yabancılar yazdı. Biz yanınızdayız. Sizi ve eserinizi daha iyi tanıyoruz. İzin verir misiniz, Yakup Kadri ile sizin için bir kitap hazırlasak?'

Atatürk, 'ferah ve uyanık bir bakışla' onu süzer ve 'Dün geceyi yazacak mısınız?' diye sorar.

Falih Rıfkı, 'Canım efendim' der, 'bu kadar hususiyetlerinize girmeye ne lüzum var?'

Atatürk'ün gülümsediğini görür gibi olursunuz burada. Çünkü şunları söyler:

'Ama bunlar yazılmazsa ben anlaşılmam ki… Siz de başkalarının yazdıklarını tekrarlamış olursunuz.'

***

Mustafa Kemal Atatürk'le ilgili en sevdiğim anekdotlardan biridir bu. Eş dost söyleşilerinde, kültür etkinliklerinde, topluluklar karşısında defalarca anlatmışımdır. Çünkü bu onun putlaştırılan bir lider olarak değil, insan olarak portresinin çizilmesini istemesidir.

Falih Rıfkı bu anısını 'Çankaya'nın (*) birinci baskısına yazdığı önsözde anlatır.

Falih Rıfkı'nın Atatürk'e önerisi yaşama geçmemiştir ama 1923'ten sonra yaşamının büyük bölümü Çankaya'da, Atatürk'ün yanında geçen yazar, anılarını bu kitabıyla paylaşmıştır. Anıların toplamı ise gerçekten de önder ama bir 'insan'ın portresine çıkar. Yazılanlar, ya yazarın kendi tanıklıkları ya da çeşitli vesilelerle Atatürk'ün ona anlattıklarından oluşur.

Yıllar sonra 'Çankaya'yı yeniden okumaya başladım ki, tam da 19 Mayıs'a doğruydu zaman.

Kitapta Atatürk'ün Anadolu'ya geçişinin hemen öncesi yaşananlar ve o serüven de var elbette. Bu yazımda severek okuduğum başka anekdotları anımsatmak yerine, o günleri özetlemek istiyorum.

***

Harbiye Nazırı Şakir Paşa, Mustafa Kemal'i çağırmış ve önüne bir dosya koymuştur. Dosya itilaf makamlarından İstanbul Hükümeti'ne verilen raporları içermektedir. Buna göre, Samsun ve çevresindeki Rum köyleri Türklerin saldırısına uğramaktadır. Bu 'barbarca saldırıların' önlenmesi insanlık borcudur. 'Eğer siz aciz iseniz, bu vazifeyi biz üstümüze alacağız' tehdidi de vardır raporda.

Nazır, bunun böyle olup olmadığını incelemek için kendini bölgeye göndermeyi uygun gördüklerini söyler.

Mustafa Kemal'se, 'Memnunlukla giderim' dedikten sonra bir soru yöneltir:

'Ben oraya Türkler Rumlara zulmediyorlar mı, etmiyorlar mı, yalnız bunu anlamak için mi gideceğim?'

Nazırın yanıtı 'evet' olur.

Mustafa Kemal'in kafasında ise 'bambaşaka şeyler' vardır elbette. 'Memuriyetine bir şekil vermek' gerektiğini söyler. Yetki istemektedir. Samsun'dan başlayarak tüm doğu vilayetlerindeki kuvvetlerin komuta' yetkisini… Ve buralardaki valileri emri altına alabilimeyi…

Bu yetkileri içeren bir 'talimatname'yi cebine koyar koymasına da, sadrazam imzalamamıştır. Şakir Paşa da imza atmaktan çekinir. Mührünü basmakla yetinmiştir. O talimatnameyle binmiştir Mustafa Kemal, Bandırma Vapuru'na. İngilizlerin vapuru batıracakları söylentilerine karşın…

Yolculuk öncesi 'zatı şahane'yle, Vahdettin'le de görüşür elbette. Vahdettin'in Yıldız Sarayı'ndaki bu görüşmede, 'Paşa paşa, devleti kurtarabilirsin!' demesi Mustafa Kemal'i şaşırtmıştır önce. Temkinli konuşmuştur ama… Hızla düşünmüş ve anlamıştır ki Vahdettin, hiç bir kuvvetlerinin kalmadığını söylemek istiyordur. 'Tek mesnedimiz İstanbul'a hakim olanların siyasetine uymak' anlamınadır bu sözler. Bu siyasete karşı çıkan Türkleri uslandırması istenmektedir ondan. 'Vatanı kurtarabilirsin'den kasıt budur!

'Merak buyurmayın efendimiz, nokta-i nazar-ı şahanenizi anladım. İrade-i seniyeniz olursa hemen hareket edeceğim ve bana emir buyurduklarınızı bir an unutmayacağım.'

Mustafa Kemal'in bu sözleri üzerine şöyle yolcular onu Vahdettin:

'Muvaffak ol!'

***

Falih Rıfkı Atay'ın önsözdeki Atatürk'le ilgili şu sözleriyle bitireyim yazımı:

'Tarih boyunca bütün kendi gibi olanlara benzerdi. O da bal veren bir çiçek değil, her çiçeğin kendine göre balını almasını bilen bir arı idi. Her çiçeğin kovan peteklerinde şüphesiz bir payı vardır. Fakat çiçeklerden hiç biri, eğer arı olmasaydı, petekteki balı yapabileceğini söyleyerek övünemez. Ama bu balı zehir sayanlar da bulunabilir.'

___________________________

(*) Falih Rıfkı Atay, 'Çankaya', Pozitif Yayınları, Kasım 2012, İstanbul.