Kuryenin ölümü ve Somali

Pencereyi açıp, avazımızın çıktığı kadar bağırmak istediğimiz, öfkemizi zor tuttuğumuz bir adaletsizlik olayı ile daha karşı karşıyayız. Uluslararası Şeffaflık Örgütü'nün Yolsuzluk Algı Endeksi’nde 180 ülke arasında 180’nci olmuş dünyanın en rezil ülkesi Somali’nin Cumhurbaşkanı Hasan Şeyh Mahmud’un Türkiye’de ne aradığını bilmediğimiz oğlunun bir motokurye emekçisini öldürüp elini kolunu sallayarak firar etmesinin bıraktığı ağırlığın altında eziliyoruz.  
Yunus Emre Göçer, biri otizm hastası, iki çocuk babasıydı, en ağır işlerden biri olan motokuryelik yapıyordu. İstanbul’da Somali Cumhurbaşkanı Hasan Şeyh Mahmud’un oğlu Hassan Sheikh Mohamud’un otomobiliyle arkadan çarpması sonucu ağır yaralandı ve kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti. Kaza yapan araç Somali Büyükelçiliği’ne ait ve yeşil plakalı.
Araç yeşil plakalı olunca Mohamud, kaza yerine intikal eden polisler tarafından, ifadesi alınmak üzere karakola götürülüyor. Belli ki nazik bir durum sözkonusu. İfade işlemi tamamlandıktan sonra katil ne gözaltına alınıyor ne de yurtdışına çıkış yasağı için tedbir konuluyor; savcılığa bile götürülmeden serbest bırakılıyor.
Çünkü, polis tutanağında motokurye hatalı gösteriliyor. Eşi Öznur Göçer’in Cumhuriyet gazetesinde yer alan ifadesine göre, polisler, Yunus Emre Göçer’in intihar ettiğini söylüyorlar. Aile inanıyor; ta ki kamera kayıtları ortaya çıkıncaya kadar. Buradan da anlaşıldığı gibi olay aslında “intihar” süsü verilerek kapatılacakmış ki, skandal kamuoyuna yansıyor ve adaletsizlik bir silsile halinde açığa çıkıyor.
Günler sonra bilirkişiler kamera kayıtlarını inceliyorlar ve cumhurbaşkanının oğlunun, “asli kusurlu” olduğunu rapor ediyorlar. Bu durumda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Mohamud hakkında yakalama kararı veriyor ama bulmak ne mümkün. Çünkü, 2 Aralık’ta hem de tarifeli uçakla Türkiye’den kaçıp gitmiş.
Şaşırdık mı? Elbette ki hayır? Çok uzun bir zamandır ülkede adalet mekanizması güçlüden, zenginden yana çalışıyor, iktidarla az veya çok temas eden ilişkilere sahip olan kırmızı bültenle de aransa polis yakalayamıyor, yargı hesap soramıyor.
Herhalde bu ülkede hiç kimse bizi, bir polisin kendi iradesiyle kaza sonucu ölmüş birinin intihar ettiğini söyleyebileceğine inandıramaz. O halde devletin polisine açıkça yalan söyleten irade hangi iradedir?
Bu ülkede, Somali devlet başkanının oğlunun suç işleme özgürlüğü, dokunulmazlığı var da biz mi bilmiyoruz? 38 yaşındaki Yunus Emre Göçer’i hayattan koparan birinin kaçışını izlemek veya o koşulları yaratmak neyin karşılığıdır?
Olayın seyrine ve sayısız daha başkaca örneklere bakılırsa yasalar sadece eleştiri veya gösteri hakkını kullananlar için geçerli bu ülkede. Bir devlet başkanının oğlunun çarptığı kişi, Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşıdır dolayısıyla ezilen de bizatihi o devletin kendisi ve uymakla yükümlü olduğu yazılı kurallardır.
Ancak, tıpkı Soma’da, Çorlu tren kazasında, Rabia Naz vakasında olduğu gibi Yunus Emre Göçer’in öldürülmesi de iktidarın zerrece umurunda değildir. Nitekim, kendi yurttaşının haklarını savunmakla yükümlü olan Adalet Bakanına kazayla ilgili soru sorulduğunda “Gündem Filistin… Bakın gündem Filistin… Tamam mı?” diyebiliyor.
Canımızın hiçbir kıymet taşımadığını yüzümüze vuran bu sözlerden daha yaralayıcı, devlete ve adalete olan inancı sarsıcı ne olabilir?
Biz ne zaman sizin gündeminizde olacağız sayın Bakan?