Kursk saldırısı ve mahşerin atlıları... (I)

Bu köşede dönüp dolaşıp üzerinde durduğumuz bir konu var:

Baltık denizinden Doğu Akdeniz’e kadar uzanan ve “Doğu” ile “Batı”yı birbirinden ayıran ateş hattı üzerinde dünya savaşına evrilip evrilmeyeceği tartışılan büyük bir mücadele her geçen gün biraz daha alevlenerek sürüyor. Bu hattın merkezinde yer alan Türkiye de ABD ve NATO aracılığıyla bu ateşin içine çekilmeye çalışılıyor...

Ülkemizin sorunları, bu büyük “yarılma” dikkate alınmadan, “Müslüman-Laik” ya da “AKP-CHP” gibi iç çelişkilerle sınırlanarak anlaşılamaz; çünkü hem Müslüman-Laik cepheler hem de AKP-CHP gibi siyasi partiler içinde de bu çatışmanın yarattığı “saflaşma” bütün hızıyla devam ediyor.

***

Ülkemizin geleceğini belirleyecek bu saflaşmada esas olan partisel ya da dinsel ayrımlar üzerinde yoğunlaşarak takım tutar gibi taraf tutmak değil, çeşitli partilere mensup yurtsever unsurları bir araya getirecek ulusal-demokratik bir cephe yaratmaktır. Son yazılarımızda “Yeni bir Misak-ı Milli” derken kastettiğimiz şey budur.

***

Sözünü ettiğimiz çatışmanın kaynağı İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD tarafından başlatılan “soğuk savaş”a kadar uzanmaktadır...

Sovyet sisteminin çöktüğü ve Doğu Blokunun dağıldığı 1990’lı yıllarda “soğuk savaş” ABD’nin zaferiyle sonuçlanmış, NATO’yu ve Birleşmiş Milletler örgütünü kullanan ABD Büyük Ortadoğu Projesi aracılığıyla “küresel efendi” haline gelmişti...

2010 yılındaki Arap Baharı operasyonu bu projenin tamamlanması için yapılmış bir hamleydi. Ne var ki Rusya ve Çin’in Suriye’yi destekleyerek ABD’ye karşı bir direniş hattı oluşturmaları bu hamlenin  çökmesine neden olmuştu.

***

ABD denetiminde günümüzde devam eden Ukrayna ve Gazze savaşları ile bu savaşlara paralel olarak ekonomik alanda Çin’e ve Rusya’ya karşı uygulanan yaptırımlar bu direnişi kırmayı amaçlamaktadır...

Ancak yapılan hesaplar tutmamıştır. Ekonomik ve siyasi yaptırımlar Çin ve Rusya tarafından yaratılan Şanghay İşbirliği Örgütü ve BRICS+ gibi örgütler aracılığıyla etkisiz hale getirilmiş bulunmaktadır...

Bunun üzerine başlatılan Ukrayna’nın ve İsrail’in askeri saldırıları ise Çin, Rusya ve İran’ın direnişinin yanı sıra giderek genişleyen küresel muhalefet nedeniyle etkisini yitirmektedir.

***

Ukrayna’nın Rusya sınırları içindeki Kursk’a düzenlediği saldırı bu zincirin son halkası olarak değerlendirilmelidir...

Bazıları Ukrayna’nın aslında Rusya’nın saldırısı altında olduğunu ve bunun bir savunma hamlesi oluşturduğunu savunmaktadır...

Ancak olayların gelişim sürecine bakıldığında Rusya’nın 2022’de başlattığı “saldırı”nın aslında düşmanın hamlesini önceden önlemeyi amaçlayan “preemptive” (önleyici) bir hamle olduğu açıkça görülecektir.

***

Bu olayın başlangıcı, 2013 yılında Ukrayna hükümetinin Avrupa Birliği ile ortaklık anlaşmasını imzalamayı reddederek Rusya ve Avrasya Ekonomik Birliği ile yakınlaşmayı tercih etmesi üzerine ABD’nin Soros ve Avrupa fonlarını kullanarak organize ettiği “Meydan ayaklanması” aracılığıyla Ukrayna’nın meşru devlet Başkanı Yanukoviç’i devirmesine kadar uzanmaktadır...

“Soros darbesi”nin ardından iktidara gelen neonazi güçler ile neo-liberal işbirlikçiler, düşman olarak gördükleri Rus kökenli Ukraynalıları yok etmek ya da ülkeden sürmek amacıyla Doğu Ukrayna’da etnik bir temizlik hareketi başlatmışlardır. Doğu Ukrayna’daki Rus kökenli halk bu girişime silahlı direnişe geçerek cevap vermiştir. Rusya bu hareketi desteklemiş ve bu bölgede oluşturulan özerk yönetimleri tanımıştır...

Rusya’nın yaptığı son operasyon, neonazi-neoliberal darbecilerin bu özerk yönetimleri yıkmak ve Rus kökenlileri katletmek amacıyla başlatmaya hazırlandıkları saldırının önlenmesi amacıyla gerçekleştirilmiştir.

***

Ukrayna Hükümeti bu operasyon sonucu fiilen yenilgiye uğratılmıştır. Geçen baharda uzun süre hazırlanarak yaptığı taarruz Rusya’yı değil Ukrayna’yı yıpratmıştır. Kursk saldırısının amacı, askeri bir zafer kazanmaktan çok Rusya askeri gücü ile NATO askeri güçlerini karşı karşıya getirecek bölgesel bir çatışma yaratmaktır...

Bu nedenle saldırı doğrudan Rusya topraklarına yöneltilmiş, Zaporojiya  nükleer santrali hedef alınmıştır.  İsrail de nükleer silah kullanarak Ortadoğu yangınını büyütmek için İran’ı doğrudan savaşın içine çekme çabasındadır. Bu konuda da İsrail ve Ukrayna kol kola girmiş durumdadır...

Bu ikilinin bir diğer amacı NATO’yu çatışmanın içine çekerken Türkiye’yi de bir şekilde bu ateşin içine sokmaktır.

***

Her büyük çatışmada olduğu gibi bu çatışmada da mitolojik-dinsel bir temel oluşturulmaya, böylece insanların ön yargıları harekete geçirilerek çıplak gerçekler örtülmeye çalışılmaktadır...

İsrail’in faşist-siyonist yöneticileri tarafından açığa vurulan bu temel, Yuhanna İncili’nde yer alan ve günümüzde Mesihci Siyonist-Evangelist akımların ideolojik silahına dönüştürülmüş olan “Armageddon savaşı” adı verilen bir hikâyeye dayanmaktadır...

İsa’nın yeniden dünyaya inerek bin yıllık bir barış dönemi yaratacağı inancına dayalı bu hikâyede “mahşerin dört atlısı” büyük bir rol oynayacaktır. Bu atlardan birincisi, İsa Mesih’in bineceği “beyaz at”tır. İkincisi yeryüzünü kana bulayacak olan “kırmızı at”tır. “Siyah at” açlık ve kıtlığı temsil etmektedir. “Soluk renkli at” ise dünyayı kırıp geçirecek olan salgın hastalıklardır...

Bu inancı göre “beyaz at” (Mesih rolünü üstlenen ABD) içinde bulunduğumuz dönemde dünyaya yeniden egemen olma aşamasındadır; “kırmızı at”ı şu anda “doğulu güçler” ile savaşan İsrail ve Ukrayna temsil etmektedir; “siyah at”, yani açlık ve kıtlık  dünyanın büyük bir bölümünde ortaya çıkmış bulunmaktadır. “Soluk renkli at” yani Covid, AIDS ve benzeri salgın hastalıklar ise zaten iş başındadır. Yapılması gereken savaşı büyüterek “İsa’nın ya da onun avatarı olan “Mesih”in gelişini hızlandırmaktır!

(Devam edecek)