Kötü gıda iyi gıdayı kovar... (I)

İngiltere'de Kraliçe I. Elizabeth'in mali danışmanı Sir Thomas Gresham'ın (1519-1579) adıyla anılan bir iktisat kanunu vardır: “Kötü para iyi parayı kovar”...

Bu yasaya göre, göreli nominal değerleri aynı fakat külçe değerleri farklı iki madeni paradan külçe değeri yüksek olan (“iyi”) para stoklanmak üzere dolaşımdan çekilir; külçe değeri küçük olan (“kötü) para onun yerini alır...

Yani bir tür enflasyon doğar!

***

Finansal sermayenin küresel bir olgu haline gelerek her ülkeyi istila ettiği günümüzde bu kanun değişik ülkeler tarafından basılan paralara da uygulanabilir...

Ekonomisi güçsüz enflasyon oranı yüksek ülkeler tarafından basılan paralar sürekli değer kaybettikleri için daha çok basılmak zorunda kalınır. Buna karşılık ekonomisi güçlü enflasyon oranı düşük ülkelerin değeri yüksek paraları bu ülkelerde birikim amacıyla piyasadan çekilir. Bu olay, bir kar topunun çığa dönüşmesi misali giderek daha çok basılan “güçsüz” paraların iç piyasayı istila etmesi, buna karşılık tasarruf amacıyla piyasadan çekilen değeri yüksek paraların stoklanması sonucunu doğurur...

Yani “zayıf para” çoğalırken güçlü para piyasadan çekilmesine karşın daha da güçlenir!

***

Bu süreç, değerli paranın (dolar, vb.) ekonomik olarak güçlü sınıfın elinde birikmesi, ekonomik olarak güçsüz sınıf ve katmanların ise her geçen gün değerini yitiren TL gibi güçsüz paralarla güç bela geçimini sağlamaya çalışması sonucunu doğurur...

Ancak paranın değeri sürekli düşmeye devam ettiği için bu çaba başarılı olamaz!

***

Yakın geçmişte bu olayın en çarpıcı örneklerinden biri Türkiye’de yaşanmıştır...

Bilindiği gibi, 31 Ocak 2004 tarihinde TL’nin değerinin sürekli düşmesi karşısında Türk lirasından 6 sıfır atılması kararı alınmış ve 1 milyon liranın 1 Yeni Türk Lirasına (YTL) eşitlenmesini öngören bir kanun çıkarılmıştır. Ardından 1 Ocak 2005’te 6 sıfır atılan “Yeni Türk Lirası” (YTL) banknotları piyasaya sürülmüş, böylece bir gün önce değeri 1 milyon 338 bin TL olan 1 ABD doları 1,3 YTL’ye düşürülmüştür...

Düşürülmüş de ne olmuştur: Bir hesaplama kolaylığı sağlanmasına karşın durum değişmemiştir. Günümüzde 1 doların değeri yine 34 liranın üzerine çıkmış, yani TL o günden bugüne 34 kat değer kaybetmiştir.

***

Gresham Kanunu ülkemizde bir türlü önlenemeyen “gıda enflasyonu”na da uygulanabilir...

Bilindiği üzere gıda fiyatlarındaki artış ülkemizde enflasyonun başını çekmektedir. Bunun bir çok nedeni vardır ama en başta gelen nedeni tarımsal girdilerdeki fiyat artışıdır...

Tarımsal girdiler bir zamanlar ülkemizde genellikle kamu iktisadi teşebbüsleri (KİT) olarak adlandırılan kuruluşlar tarafından üretilirdi. Bu girdiler tarımsal destekler kapsamında söz konusu kuruluşlar tarafından bedava kimi zaman da cüzi bir fiyatla doğrudan köylüye dağıtılır, bunun mümkün olmadığı durumlarda ise  fiyatları devlet tarafından kontrol altına alınırdı...

Ancak “küreselleşme” ve buna bağlı olarak “neo-liberal” ekonomi kanunlarının yürürlüğe konulması nedeniyle bu kuruluşların tümü kapatıldı ya da özel sektöre (çoğu zaman da yabancı şirketlere) satıldı...

Piyasayı ele geçiren bu şirketler Türkiye’ye ihraç ettikleri ürünlerin fiyatlarını dolar ya da avro gibi güçlü paraların nominal değerlerine göre ayarladılar. Böylece girdilerin fiyatları katlanarak arttı. Artık ilacı, gübreyi, mazotu dolara endeksli olarak fiyatlardan almak zorunda kalan (ya da alamayan) çiftçi üretimden çekilmek zorunda kaldı.

***

Bu süreçte tarıma verilen destekler de azaldı. Tarım yapılan toprakların giderek artan bir bölümü ekilemez oldu. Tarımsal üreticilerin genel nüfusa oranı ve üretim düştü. Eskiden Türkiye’de üretilip yurt dışına ihraç edilen bir çok ürün ithal edilmeye başlandı; bunun sonucunda gıda fiyatları uçtu gitti!..

İş burada da kalmadı. Üretici örgütsüz, büyük şirketler ve onların pazarlama ağları güçlü olduğu için çiftçinin ürünü tarlada maliyetin çok az üzerinde bir fiyata alınırken, bu ürünler marketlerde yüksek fiyatlardan satışa çıkarıldı...

Böylece gıda sektöründe kimi zaman yüzde beş yüze kadar varan kâr oranları ortaya çıktı; tüketici en temel gıda ürünlerine bile ulaşmakta zorlanmaya başladı.

***

Bu durum sonucunda “iyi” (yani “hakiki ama pahalı) gıdalar” yerlerini adım adım “kötü” (yani hileli ve ucuz) gıdalara bıraktı...

Başlangıçta marka değeri olmayan bu gıdalar “merdiven altı” tabir edilen iş yerlerinde üretilmekte, küçük iş yerleri tarafından “iyi” gıdalara göre daha ucuz fiyattan satılmaktaydı...

Ama “iyi” gıdalara erişmek zorlaştıkça “hileli gıda” sektörü de büyüdü; bir noktadan sonra Tarım Bakanlığı ve belediyelerin geleneksel denetim organları bunları denetlemekte yetersiz kaldı. Bu anafor sonunda “markalı” ürünlerin bir bölümünü de içine aldı.

(Devam edecek)