II. Trump dönemi ve Türkiye...

ABD Başkanlık seçimlerini Trump’ın kazanması neo-liberalizmin küresel çöküşünün bir sonucu olarak görülebilir...

Neo-liberalizm, 1970’li yıllardan başlayarak en büyük küresel güç olan ABD tarafından dünyaya empoze edildi. ABD güdümü altındaki yoksul, az gelişmiş ya da “gelişmekte olan” ülkeler bu akımın ilk kurbanları oldular...

Her türlü devlet müdahalesinin reddedilmesi, kamu iktisadi kurumlarının lağvedilmesi, ekonomilerin kuralsızlaştırılması, finans sektörü kârlarının üretim sektöründekilerin çok üzerine çıkması, enflasyonla durgunluğun birlikte hüküm sürdüğü “stagflasyon” ortamında gelir dengesinin artan bir hızla bozulması, işsizliğin, savaşların, göçlerin artması ve aklınıza gelebilecek her türlü kötülüğün bir kanser gibi yayılması bu döneme damgasını vuran olgulardı.

***

İşin ilginç yanı, bu kötülük kaynağı sistem algı operasyonlarıyla bir “şenlik” havası içinde tüm dünyaya empoze edildi; boyun eğmeyenlere karşı “demokrasi” adına her türlü baskı, şiddet ve komplo uygulandı. Devletler parçalandı; direnmek isteyenler ülkeler işgal edildi. Bu akıma Sovyetler Birliği gibi bir süper güç bile karşı duramadı. Sovyetler Birliği yöneticileri ülkelerindeki otoriter ama eşitlikçi yönler taşıyan federal sistemi halkın karşı çıkmasına rağmen dağıtarak her biri bir cumhuriyetin başına geçtiler. Ama birkaç istisna dışında onlar da sonunda başlarında birer kovboy şapkası rezil rüsva olmuş vaziyette siyaset sahnesinden kovuldular...

Rusya’da bu “küresel kötülük sistemi”nin yarattığı yıkıma karşı duyulan tepkinin başına geçen Putin, ülkeyi tekrar toparlamayı başardı. Neo-liberal sistemin efendilerinin Putin’e karşı duydukları dinmek bilmeyen öfkenin nedeni budur.

***

Ve nihayet, küresel kötülüğün merkezi olan ABD’nin kendisi de yarattığı canavarın kurbanı olmaktan kurtulamadı...

Toplumsal eşitsizlik, üretimsizlik, banknot matbaasında karşılıksız olarak basılan dolarlarla kalpazan gibi yaşamanın getirdiği çürüme, bitmek bilmeyen savaşların getirdiği bıkkınlık giderek ABD’yi de pençesine aldı...

 ABD’de “I. Trump dönemi” ülkeyi saran bu çürüme ortamına karşı toplumun çeşitli kesimlerinden gelen tepkilerin bir sonucuydu...

 Başka ülkelerde de örnekleri görüldüğü gibi, “popülist” söylem kullanan “medyatik” bir tip, siyasal sistemin tüm itibarını kaybettiği koşullarda eski partiler arası kavgaların ve “orta oyunu”nun kurallarına meydan okuyarak “sürpriz” bir biçimde başkanlık koltuğuna oturdu...

ABD’yi “tekrar büyük yapmak” sloganını kullanarak üretimsizliğe, göçmenlere ve işsizliğe karşı duyulan tepkiyi kendi kişisel “hükümdarlığı”nı kurmak için kullandı. ABD’yi yeniden bir sanayi ülkesi haline getirmek, bir noktadan sonra finanse edilmekte zorlanan savaşlara akıtılan paraları ülke ekonomisinin toparlanması için kullanmak sloganlarıyla insanlarda umut uyandırdı.

***

Ne var ki ABD’de “sistem” bu “teknik arıza”ya “az gelişmiş” ülkelerdeki kadar kolay teslim olmadı...

İkinci Dünya Savaşında müttefik kuvvetler baş komutanlığı ve ABD Başkanlığı yapmış olan Eisinhower’in “askeri-sınai kompleks” olarak adlandırdığı “perde arkasından ülkeyi yöneten güç” elindeki siyasal ve ekonomik olanakları kullanarak Trump’a karşı harekete geçti. Devlet içindeki tüm istihbarat kuruluşlarının da yardımıyla Biden gibi “miyadını doldurmuş” bir siyasi mevtanın arkasına saklanarak, ABD’yi tekrar avucunun içine almayı başardı...

Trump’ın özel yaşamındaki “bozuk işler”, servetini yaparken kullandığı kural-dışı yöntemler, yasaları çiğnemekten çekinmeyen saldırganlığı onun birinci dönemini sona erdiren güçlerin işine yaradı...

Trump, kaybettiği o seçimi “hileli” bir seçim olarak suçladı ve yenildiğini asla kabul etmedi...

Muhtemelen haklıydı da...

***

Trump’ın geri dönüşü de kolay olmadı...

Seçim kampanyasını yürütürken biri son derece ciddi olmak üzere üç suikast girişimi atlattı...

Onu başarıya götüren şey, bütün bu süreç boyunca kendisini geçmişte iktidara getiren politikaları savunmaya devam etmesiydi...

Bu politikalar öyle karmaşık analizlere dayanan “bilimsel” yöntemlerle üretilen, “ağırbaşlı” siyasetçiler tarafından dile getirilen “bütünlüklü” politikalar değildi...

Ama söyledikleri halkın duymak istediği şeylerdi...

***

O nedenle, Trump’ın ikinci başkanlık döneminde neler yapacağını ya da yapabileceğini kestirmek zordur...

Trump, bu tür politikacıların her zaman yaptığı gibi düzenin temel kurallarına dokunmadan savunduğu bazı “popülist” politikaları hayata geçirebilir...

Ne  var ki, ABD’nin halen taşıdığı küresel ağırlık nedeniyle bu küçük rötuşlar bile önemlidir...

 Özellikle de bizim de içinde bulunduğumuz Ortadoğu ve Karadeniz bölgelerinde!
(Devam edecek)