Son yazımızda 1945 yılında yılında çıkarılan Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu'nun çiftçiler arasında bir yankı yaratmadığını, ama büyük toprak sahipleri ile liberal/muhafazakar siyasetçileri telaşlandırdığını ...

Bu unsurların Adnan Menderes ve Celal Bayar önderliğinde CHP'den ayrılarak DP'yi kurduğunu söylemiş...

Ve 'çiftçiyi topraksızlaştırmayı' savunan DP'nin ağırlıklı olarak köylülerin oylarını alarak Cumhuriyetin kurucu partisi CHP'nin iktidarına son verdiğini sözlerimize eklemiştik.

***

Modernleşme akımının temsilcisi Cumhuriyet Halk Partisi'nin başta 'aşar vergisi' gibi yüzyıllarca çiftçinin sömürülmesinin başlıca aracı olmuş bir vergiyi kaldırmasına, devletin elindeki toprakları topraksız köylüye dağıtmasına, Köy Enstitüleri ve Ziraat Okulları gibi köy toplumunun ekonomik ve sosyal açıdan geliştirilmesine yönelik eğitim kurumları açmasına, kooperatifleşme hareketine destek vermesine, ve en önemlisi de 1945 yılında köklü bir toprak reformu kanunu çıkarmasına karşın...

Köylülerin ülkenin en büyük toprak sahiplerinden biri olan Adnan Menderes'in liderliğini yaptığı ve toprak ağalarının desteklediği Demokrat Partiye oy vererek CHP iktidarını devirmesi ilginç bir olaydır...

Bu olayın anlaşılabilmesi için konunun Cumhuriyet dönemi ile sınırlanmayıp Osmanlı döneminde şekillenen toplumsal yapıya kadar uzanan bir zaman dilimi içinde ele alınması gerekmektedir.

***

Osmanlı devlet yapısı, en başından beri 'fetihçi' bir özellik taşımaktaydı...

Yani gelişmesini üretimdeki ya da ticaretteki başarılarına değil askeri gücüne ve 'fetih'ten doğan kazançlara borçluydu...

Dolayısıyla tarıma yaklaşımını belirleyen saik, esas olarak 'vergilendirme'ydi. O dönemde tarımın vergilendirilmesinin önündeki en büyük engel ise, Anadolu'da nüfusun önemli bir bölümünü oluşturan göçebe aşiretlerdi. Bu aşiretler sabit bir yerde ikamet etmedikleri için kayıt altına alınamıyor, hayvancılıkla uğraştıkları için dolaştıkları bölgelerde yerleşik çiftçilerin tarlalarına zarar veriyorlardı.

***

Aslında Osmanlı devletini kuran unsurlar da bu göçebe ya da yarı-göçebe aşiretlerden kopmuş olan 'akıncı' unsurlardı...

Ancak bu unsurlar devletleştikçe Bizans ve Selçuklular gibi devletlerin bürokratik kadrolarını 'devşirmişler', özellikle de Bizans İmparatorluğunun varlığına son verdikten sonra Doğu uygarlıkları ile Batı uygarlıkları arasındaki ana ticaret yolu olan 'İpek Yolu'nun gelirlerine el koymaya yönelik bir genişleme politikası geliştirmişlerdi...

Fatih'in İstanbul'u fethettikten sonra Doğu'daki Akkoyunlu devletini yıkmaya yönelmesi bu politikanın bir uzantısıydı.

***

O dönemde göçebe unsurlar tarafından yönetilen Akkoyunlu Devleti'nin sınırları doğuda İran'dan Batı'da Fırat boylarına, kuzeyde Kafkaslar'dan güneyde Umman Denizi'ne kadar uzanmakta ve İpek Yolu'nun büyük bir bölümünü kapsamaktaydı...

Akkoyunlu devletinin Fatih Sultan Mehmet tarafından yıkılmasının ardından Anadolu'daki göçebe aşiretlerin desteğiyle Safevi Devleti kurulmuş ve bölgeye egemen olmuştu...

Yavuz Sultan Selim, dedesinin başaramadığı 'İpek Yolu üzerinde egemenlik kurma' projesini yeniden canlandırdığında, karşısında yalnız Safevi devletini değil, aynı zamanda o devletin kurulmasında büyük katkısı olan Doğu Anadolu'daki göçebe aşiretlerini de bulmuştu.

***

Sultan Selim'in, İran'a karşı başlatacağı sefer öncesinde Anadolu'daki Safevi devleti yanlısı göçebe aşiretlere karşı bir 'bastırma harekatı'na girişmesinin sebebi buydu...

Selim'in bu 'iç savaş'ta en önemli müttefiki, göçebe aşiretlerin yağmacılığından ve ekinlerine verdiği zarardan bıkmış olan 'yerleşik köylüler' oldu...

Zamanla köylülerle göçebeler arasındaki çatışma yalnızca ekonomik bir çatışma değil aynı zamanda kültürel bir çatışma halini aldı.

***

Anadolu'nun tarımcı köylü halkı, Osmanlılardan çok önceden beri Anadolu topraklarında köklü bürokratik devletlerin egemenliği altında yaşamış ve üretimlerini sürdürebilmek için devlet otoritesi ile uzlaşarak ödedikleri vergi karşılığında onun tarafından korunmuşlardı...

Bu uzlaşma, aynı zamanda egemen devletin kültürel ve dinsel özelliklerini benimsemiş olmayı da gerektiriyordu...

Buna karşılık, göçebe aşiretler Anadolu'nun eski inançlarıyla aşiretlerin 'şamanik' inançlarını harmanlayarak Alevilik akımını oluşturmuşlar ve Safevi devletinin kurucusu Şah İsmail'i en güç zamanında Anadolu'da saklayıp barındırarak kendi inançları ile Safevi inançlarını bütünleştirmişlerdi.

(Devam edecek)