Bir önceki yazımızda geçmişte sanayi devrimlerini gerçekleştirdikleri için kendi ülkeleri de dahil dünyanın büyük bir bölümünü kirleten devletlerin sağladıkları avantajları kaybetmemek için ellerinden geleni yaparlarken 'gelişmekte olan ülkeler'in bu ülkelerin tüketim standartlarına ulaşabilmek için girdiği yarıştan söz etmiş...

Ve bu durumun bir tür 'kısır döngü'ye yol açtığını söylemiştik...

Bu kısır döngüyü anlayabilmek ve o döngünün içinden çıkabilmek için soruna biraz daha 'yukarıdan' bakalım.

***

Günümüzde yaşanan süreci bir anlamda 'teknoloji savaşı' olarak değerlendirmek mümkün... İnsanlar ve toplumlar, teknoloji sayesinde daha az emekle daha fazla üretim yapabiliyor ve bu sayede geçmişte büyük bir çoğunluk için 'erişilemez' nimetlere erişme imkanı bulabiliyorlar.

Örneği kendi ülkemizden verelim: Günümüzde 'yaşlı' olarak kabul edilebilecek kuşak, binlerce yıldan bu yana değişmeden gelen kağnı, karasaban, döven gibi tarımsal üretim aletlerinin kullanıldığına tanık oldu ve binlerce yıldan bu yana fazla değişmemiş mekanlarda büyüdü... O mekanlarda buzdolabi, çamaşır makinası gibi 'beyaz eşya' olarak tanımlanan ev eşyaları yok denecek kadar azdı. Bir ailenin otomobil sahibi olabilmesi büyük bir 'imtiyaz' olarak görülüyordu. Su ve elektrik gibi kaynaklar günümüzle kıyaslanamayacak kadar az üretiliyor ve tüketiliyordu.

Bu olgu yalnız bizim ülkemiz için geçerli değildi. Asya, Afrika ve Latin Amerika gibi günümüzün gelişmekte olan ülkelerinin hemen tümü aynı durumdaydı.

Bu durum son 50 yılda büyük bir hızla değişti. Gelişmiş ülkelerin sahip olduğu tüketim imkanları herkesin ulaşmak istediği ve belirli ölçüde ulaşabildiği bir standart haline geldi. Bunun sonucunda yalnız teknoloji ve üretim değil, toprak, su, ormanlar, ekosistemler gibi tüm doğal zenginlikler yağmalandı, bunlara erişebilmek için yeterli olmayan gelir seviyeleri mali sistemin alabildiğine 'şişkinleşmesi' ve kredi olanaklarının en küçük birime kadar yayılması sayesinde 'yapay' olarak artırıldı.

***

Geldiğimiz noktada içine girdiğimiz 'döngü'nün 'kısır' olması, bu 'gelişmenin' sürdürülemez olmasından kaynaklanıyor...

Yaşanan süreç bir noktada hem insani hem de doğal kaynakları ve bu kaynakların içinde var olduğu çevreyi yokoluşa sürüklüyor...

Daha fazla tüketim hırsıyla gelişmiş bir cep telefonu ya da bir otomobile sahip olma güdüsü içinde gözü dünyayı görmez hale gelmiş insanlardan oluşan toplumlar, bu tehlikeli gidişin sonuçlarına gözlerini kapatıyor.

***

Yukarıda belirtilen gerçekler, kolay bir çözüm olmadığını açıkça ortaya koyuyor.

Yaşadığımız sorunlar ne dünyanın karşı karşıya kaldığı tehlikeleri sıralayarak ne de belirli günlerde açıklamalar yaparak çözülebilecek sorunlar değildir.

Devletler de aşağı yukarı insan topluluklarının sergilediği davranışları sergilemektedir. Bunda da şaşılacak bir şey yoktur, çünkü sonuçta devletleri de insanlar yönetmektedir.

***

Peki, bir çözüm yok mu?..

Kolay ve toptancı bir çözüm yok, ama insanoğlunda çözüm yollarını geliştirebilecek bir yetenek var; o da akıl!

Akıl dediğimiz zaman basit biyolojik güdülerden kaynaklanan ve bir anlamda onların uzantısı olan kurnazlıkları ya da zekayı kastetmiyoruz; o yalnız insanlarda değil hayvanlarda da şu ya da bu ölçüde var...

İnsanı diğer canlılardan ayıran en büyük özellik, ona kavramlar ve kuramlar yaratabilme ya da geleceğe yönelik planlar yapıp onları uygulayabilme imkanı veren 'soyut akıl'dır...

İnsanlık günümüze kadar sağladığı gelişmeleri soyut akla ve o aklın ürünü olan bilime borçludur...

O akıl, bize içgüdülerimizi denetim altına alma, gelecekteki mutluluğumuz için gerektiğinde güçlüklere katlanarak çalışma ve fedakarlık yapma gibi olumlu özellikler kazandırmıştır...

Dahası, sözünü ettiğimiz akıl yalnız bireysel değil toplumsal bir nitelik de taşır. O zaman 'toplumsal akıl' haline gelir ve bize geleceğimizi düzenleme imkanı tanır.

(Devam edecek)