Önceki yazımızda Karen Barkey'in 'Eşkıyalar ve Devlet' başlıklı kitabında Osmanlı devletinin mecburiyet karşısında kuzey Suriye bölgesini Canbuladoğlu Ali Paşa'nın yönetimine bırakmasını merkezi yapısını güçlendirmeye yönelik ustaca bir manevra olarak gösterdiğini...

Ancak bu tanımı, kitabında 'biçtiği kılıfa uydurmak' o kadar kolay olmadığı için kitabının ilerleyen bölümlerinde temelsiz iddialarının bir bölümünü geri çekmek ve kendi kurgusunu gerçeklerle 'telif' ederek durumu kurtarmaya çalışmak zorunda kaldığını söylemiştik...

O nedenle Barkey, ilerleyen sayfalarda 'Ancak tüm eşkıyalar bu modele uymamaktadır' dedikten sonra. 'sadece tek bir eşkıya lideri, kuzey Suriye'deki Canbulatoğlu Ali Paşa, sınırları nispeten belli ve müreffeh bir bölge üzerindeki nüfuzuna dayanarak ayrılıkçı isyana kalkışmıştı ki onun dahi ayrılıkçı emelleri ikircikliydi.' diyerek vaziyeti kurtarmaya çalışmıştır.

***

K. Barkey, bu 'istisnai' (!) durumu şöyle izah etmektedir:

'Canbolatoğlu jeopolitik, etnik ve ekonomik bakımlardan apayrı bir bölge olan ve ayrılıkçılık potansiyeli taşıyan Kuzey Suriye'de konumlanmıştı. Yalnız Osmanlıların değil, aynı zamanda Avrupalıların da Kuzey suriye'yi dikkatle takip etmesi, bu bölgesel avantajları daha da önemli hale getiriyordu. Gerçekten de, yabancı güçlerin bölgedeki çıkarlarına baktığımızda, celali liderinin kavgasının nasıl büyük ölçüde Avrupalıların, özellikle de İran Şahı'yla ittifak kurup Osmanlı kuvvetlerini ortadan kaldırmak için basamak saydığı Kıbrıs ile kuzey Suriye'de gözü olan Arşidük Ferdinand'ın kışkırtmasına bağlı olduğunu görürüz.'

Barkey, tüm bu saptamalardan sonra Canbuladoğlu için 'ayrılıkçıydı, ama tam anlamıyla ayrılıkçı değildi' (!) diyerek işin içinden sıyrılmaktadır.

***

Ne var ki, K. Barkey'in kitabının ilerleyen sayfalarında 'bölgedeki potansiyel'in ne olduğunu anlatırken çizdiği siyasal tablo kendi 'kurmaca tez'inin aksine bir kez daha gerçek durumu yansıtmaktadır:

'Kuzey Suriye, aralarında Kürtlerin, Arapların ve Türkmen aşiretlerinin de bulunduğu çok çeşitli grupların olduğu bir bölgeydi. Bu çeşitlilik ortamında 'kafirleri' (Balkanlar'dan toplanan çocukları- K.B.) devlette liderlik mevkilerine getiren devşirme uygulamasına olumsuz bakılagelmişti. Halep ve civarı oldukça zengindi. Kuzey Suriye vilayetlerinin denetimini ele geçirmek, tarıma ve ticarete dayalı zengin bir vergi tabanına sahip olmak demekti. Bölgeden bir kaç ticaret yolu geçiyordu ve yerel tüccarlar bu ayrıcalıklı konumdan fazlasıyla yararlanıyorlardı.'

Peki, bu uygun potansiyele iç ve dış desteğe karşın neden Canbolad hareketi 'hiçbir zaman ayrılıkçı' olmamış?..

K. Barkey, burada bir kez daha kendi kurmacasının gerçekleri yansıtmadığını gösteren şu cevabı vermektedir:

'1606 yılında her şey Canboladoğlu Ali Paşa'nın imparatorluktan ilk büyük kopuşu için hazır olduğuna işaret ediyordu. Bir kaç yıl sonra ise ne bu rüya ne de onun baş kahramanı yaşıyordu'!

Böylece Osmanlı devletinin merkezileşme sürecinde başarıyla uyguladığı gerçek yöntemi de öğrenmiş oluyoruz: Bu yöntem, Barkey'in iddia ettiği gibi 'uzlaşarak entegre etmek' değil, Derviş Paşa, Kuyucu Murad Paşa gibi namlı devşirme paşaların emrindeki ordular aracılığıyla 'rüya'nın ve 'baş kahramanı'nın varlığını ortadan kaldırmaktır.

***

K. Barkey, 'Eşkıyalık ve Devlet' kitabında Osmanlı Devletinin merkezileşme sürecine ilişkin araştırmasını 17. asırdan başlatıyor...

Bu kitabı okuyan biri, eğer Osmanlı tarihini bilmiyorsa, o tarihten önce bu devlette bir 'merkezileşme' süreci yaşanmadığını zanneder... Büyük ihtimalle K. Barkey de okuyucularının böyle düşünmesini istemektedir; çünkü bu tarihten önce Osmanlı devletinde yaşanan isyanlar, 'dini' biçimler almış olsalar da inkar edilemeyecek kadar güçlü bir siyasal içerik taşımakta ve bu isyanların bölgedeki devletler arasındaki 'İpek Yolu'na egemen olma kavgasıyla çok yakından ilişkili olduklarını göstermektedir. Bu da Barkey'in ileri sürdüğü bu ayaklanmaların 'Devletten makam koparmaya çalışan bir takım şahısların başlattığı eşkıyalık hareketleri'nden ibaret olduğu tezini daha en başından çürütmeye yetmektedir...

Osmanlı devletinin merkezileşme sürecini anlayabilmek için gerçekte çok daha gerilere, 1400'lü yılların başlarına kadar gitmek, Yıldırım Beyazıd ve daha sonra Fatih Sultan Mehmed tarafından bu yönde yapılan girişimleri irdelemek gerekir.

(Devam edecek)