30 Ağustos zaferinin ülkemizin geleceği üzerinde etkileri çok geniş bir alanı kapsar...

Bunların başında Cumhuriyet'in kurulması ve ulus kavramının gelişmesi yatar...

Bu ikili gelişmenin birlikteliği tesadüf değildir, çünkü 'modern ulus' kavramı, ancak feodal ilişkilerin yerini kapitalist ilişkiler aldığında ve kendi üst yapısını, yani devlet yapısını kurduğunda gelişir.

***

Burada son derece çetrefil bir konu olan 'ulus' kavramı ile ilgili bir kaç hatırlatma yapmak gerekiyor...

'Modern' uluslar, kapitalizmin gelişme döneminde şekillenmişlerdir, ama bu ulusların kökleri çok eskilere 'mitolojik zamanlara' kadar uzanır...

İnsan topluluklarının organize olarak kendilerini yönetmelerinin en ilkel biçimi, avcı-toplayıcı toplum biçimlerinin oluşturduğu kan bağına dayalı 'klan'lardır...

'Klanlar' evrim geçirerek, 'dışsal' evlilikler yoluyla oluşan daha geniş topluluklara ('fratri'lere) dönüşürler...

Giderek fratrilerin birleşmesine dayanan jens ve tribüler ortaya çıkar. Türkçede bu evrim soy, boy, aşiret kabile deyimleriyle ifade edilir.

***

Tarım toplumlarının evrimi sonucunda ilk şehirlerin kurulmasıyla yerleşik topluluklar devlet diyebileceğimiz örgütlenmelerin çatısı altında bir araya gelirler...

Daha sonra bu toplumlar, daha güçlü başka devletli toplumlarla ya da yerleşik toplumları egemenlikleri altına alan göçebe savaşçıların oluşturduğu topluluklarla kaynaşarak feodal toplumları ve onların bünyesinde yer alan kentlerin halklarını oluştururlar...

Modern devletin yapı taşları ve modern ulusların çekirdekleri bu tür kent yönetimleri içinde gelişir.

***

Kısacası, modern uluslar ortak kan bağına değil ekonomik faaliyetler temelinde oluşan ve kentlerin ürünü olan kültür bağına dayanırlar...

O nedenle her ne kadar mitolojik ortak köken öyküleri o kültür bağının bir parçasını oluştursa da modern uluslar, kapitalizm öncesi ilişkilerin ürünü 'etnik' toplulukların değil, kapitalist toplumun ürünleridir...

Çok farklı etnik kökenlerden gelse bile bir toplum, ortak bir ekonomik ve kültürel yaşamı paylaşıyor ve ortak bir devlet çatısı altında yaşamayı ve o devleti yaşatmayı amaçlıyorsa modern bir ulus olmanın ilk şartını yerine getirmiş demektir.

***

Türkiye Cumhuriyeti, kabile, aşiret, cemaat gibi ortaçağa özgü örgütlenmelerin reddine dayalı modern devlet örgütlenmeleri model alınarak kurulmuştur...

Bu örgütlenme, hiç kuşkusuz, 'çok uluslu' bir imparatorluk olan ve üç kıtada hüküm süren Osmanlı İmparatorluğunun mirasçısı olduğu için bir anlamda onun devamıydı...

O nedenle de Cumhuriyet dönemi, eski toplumun kalıntılarını içinde barındıran ama yeni bir evrim konağına doğru yol alan bir 'geçiş dönemi' olma özelliğini taşımaktadır.

***

30 Ağustos Zaferi kazanıldığında Anadolu'da kurulan hükümet henüz 'cumhuriyet' değildi; çünkü toplumun büyük bir bölümü hala kendini modern bir ulusun değil, bir dinsel inancın mensubu olarak tanımlıyor, imparatorluğun kurucusunun soyundan gelen hanedanı halife de olması nedeniyle 'kutsal bir hükümdar' olarak görüyordu...

Osmanlı devleti, Kayı aşireti kökenli bir topluluk tarafından kurulmuşsa da kısa zamanda bürokratik bir devlete dönüşmüş, özellikle Fatih döneminden sonra aşiret ve beylikler dönemi kalıntılarını devlet aygıtından uzaklaştırmıştı...

Bu devlette, ana topluluk kendisini 'Türk' değil 'Müslüman' olarak tanımlarken, onun dışında kalan farklı etnik ya da dinsel 'tabi' cemaatler kendi içlerinde örgütlenerek devletle ilişkilerini temsilcileri aracılığıyla sürdürüyorlardı.

***

Osmanlı devleti içindeki ilk ulusal akımlar, imparatorluğun Avrupa topraklarında yaşayan ve kendini ana topluluktan farklı gören etnisiteler ve cemaatler arasında gelişti...

Bu topluluklar, genellikle Balkanlar'da ve Ege bölgelerindeki ticari kent merkezlerinde örgütlenmiş, Hıristiyan cemaatlerin kurduğu kiliselerde toplumsal bir taban oluşturmuş ve Osmanlı devletinin parçalanmasından pay almak amacıyla rekabete girişen Batılı ülke yönetimleriyle ilişki kurmuşlardı... Osmanlı devleti ise bu yeni gelişmeler karşısında eski yapısını koruyamayacağını görmekte, ancak 'tanzimat', 'ıslahat' gibi bazı 'kozmetik' dönüşümlerle 'statüko'yu korumaya çalışmaktaydı...

Bu çelişki, Osmanlı devletini adım adım dağılmaya sürükledi ve sonunda Mustafa Kemal Paşa, 30 Ağustos zaferinin verdiği güçle Türkiye Cumhuriyetini kurarak bu karmaşık düğümü çözmeye yönelik ilk adımı attı.

(Devam edecek)