Ziraat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Özden Güngör, Gıda Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Zeki Taydaş, Kimya Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Ali Uğurlu Dünya Gıda Günü nedeniyle ortak bir açıklama yaptı. Açıklamada, 'Yapılan bütün bilimsel araştırmalar ise dünyada yaşanan açlığın ve yetersiz beslenmenin nedeninin üretim yetmezliği değil, üretim ve tüketimin adaletli bir şekilde sağlanamadığını göstermektedir. Ülkemizde ise insanlarımızın yüzde 22`si yeterli gıdaya ulaşamamakta yüzde 9`u ise açlık sınırında yaşamaktadır.' denildi. Yapılan ortak açıklamada ülkemizde büyük yığınlarca yaşanan açlık ve yoksulluğun temelinde gıda ve tarımda yaşanılan dışa bağımlılık olduğu belirtilerek şu ifadelere yer verildi: ' Özellikle AKP iktidarı döneminde her şeyde olduğu gibi tarım ve gıdada da yoğun bir ithalatın yaşanması sonunda ülke üretemez duruma gelmiş ve gıda güvencesi de ortadan kalkmıştır. Son on altı yıllık süreçte tarım ve gıda ile ilgili olarak çıkartılan yasa ve yönetmelikler de gıda güvencesini yok etmeye yönelik tehditleri ne yazık ki pekiştirmekten başka bir işe yaramamıştır. Ülkemizde ve dünyada gıda ve beslenme sorunlarının yaşanmasına neden olan temel olgu, neoliberalizm ya da başka bir deyişle emperyalizmdir. O nedenle biz bu yıl Dünya Gıda Günü`nün ana temasını 'Gıda ve Tarımda Dışa Bağımlılık' olarak belirledik. Dışa bağımlılık denilince akla hep sanayi olgusu gelmektedir ama tarım, gıda ve hayvancılık da bu ilişkide çok önemli bir yer tutmaktadır. Bir bakıma da hegemonya oluşturmanın en temel unsurudur. Kapitalizmin tarım ve gıdayı bir meta olarak görmesi sonucu tarım ve gıda üretimi belirli ellerde toplanmaya ve tüm dünyaya bu yaklaşım egemen kılınmaya çalışılmaktadır. Günümüzde küresel sermaye tarımsal üretimin tüm aşamalarında; yani tohum üretiminden, zirai mücadeleye, gıda üretiminden, bu gıdaların tüketimine kadar tüm süreçleri kontrol etmek istemektedir. Çünkü kapitalizmin amacı insan ihtiyaçlarının karşılanması değildir. Bu yolla bir değişim değeri yaratmaktır. Bundan dolayı özünde ihtiyaç maddesi değil meta üretir.

'TARIM BİTMİŞ GIDA GÜVENCESİ ORTADAN KALKMIŞTIR'

Bu nedenle kapitalizm sorgulanmadan, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ), Dünya Bankası (DB), IMF gibi kurumların işlevi anlaşılmadan ne hayvancılığı, ne tarımı, ne de gıdadaki gerçeği anlamak mümkün değildir.' Gıda piyasasındaki çok uluslu şirketlere dikkat çekilen açıklamada, şu görüşlere verildi: 'Bugün itibariyle, hemen her alanda olduğu gibi gıda alanında da sayısı onu geçmeyen çok uluslu şirketler dünya piyasasına hakim durumdadır. Küresel ölçekte dört şirket piyasayı tohumda yüzde 58,2, tarımsal kimyasallarda yüzde 61,9, gübrede yüzde 42,3, hayvansal ilaçlarda yüzde 53,4 oranında kontrol etmektedir. Hayvansal üretimde bu oranlar tavukçulukta yüzde 97, domuz ve sığırda ise yaklaşık yüzde 66 düzeyindedir. Bu şirketlerden altı tanesi dünya tahıl ticaretinin yüzde 85`ini, sekiz şirket kahve satışlarının yüzde 60`ını kontrol etmektedir. Özellikle insanların temel besin ihtiyacı olarak bilinen mısır, pirinç, buğday ve soya gibi gıdaları hakimiyetleri altına almak için de büyük savaşlar vermektedirler. Türkiye`nin bu kıskaca düşmesi II. Dünya Savaşı sonrasına rastlar. Savaş dönemi hariç Türkiye kendine yeten, GSMH`sının önemli bir bölümünü tarımdan sağlayan bir ülkedir. 1940`lı yılların sonunda NATO`ya girilmesi ve IMF`ye üye olunması sonrasında sanayileşme ve tarımı engellemek için MARSHALL yardımlarının devreye sokulması, yabancı menşeili ürünlerin özendirilmesi, üretime dayalı ekonomi politikalarının terk edilmesiyle buğday-saman ithal eden, et yiyemeyen bir ülkeye dönüşümün başlangıcıdır.' Yetmişli yıllardaki tarım üretimine değinilen açıklamada, ' Yetmişli yıllar, Türkiye'nin GSMH' sının yaklaşık yüzde 30'unu tarımdan karşıladığı dönemdir. Bu dönemin ardından gelen 12 Eylül 1980 darbesi ile tümüyle uygulanmaya koyulan 24 Ocak Kararları, Türkiye`nin tarımsal politikalarının çöküşünde önemli bir kırılma noktası olmuştur. 24 Ocak kararlarının 2. Maddesi tarımdaki desteklemelerin kaldırılması ile ilgilidir. 90`lı yıllar ise bu politik tercih ve dayatmalar sonucu özelleştirmelerin yaşandığı bir dönemdir.' denildi. Açıklamada, gıda güvencesinin kalmadığı belirtilerek, 'Artık Dünya sermaye sayesinde küreselleşmiş ve kapitalizm vahşi bir şekilde örgütlenmiştir. Hiçbir ülkede hiçbir şey kendi başına değildir. Dünyanın efendileri konumundaki G-7 ülkeleri ve onların DTÖ, IMF, DB gibi örgütleri aracılığı ile her şey kontrol altına alınmıştır. Tarım bitmiş, gıda güvencesi ortadan kalkmış, GDO, kimyasal katkılar, pestisitler bilinçli olarak tarıma ve gıda üretimine sokulmuş bu alanda üretim yapan ve sayıları onu geçmeyen küresel şirket dünya piyasasının kadiri mutlak hakimi olmuştur.' değerlendirmesi yapıldı.

'ÜLKEMİZDE DURUM VAHİM'

Açıklamada 24 Ocak kararları hatırlatılarak, şu görüşler açıklandı: 'Ülkemiz açısından ise durum çok daha vahim durumdadır. 24 Ocak kararları sonucu tarımsal üretimde desteklemelerin kaldırılması, kamu kooperatifçiliğinin tasfiyesi ve çıkartılan yasa, yönetmeliklerle tarımsal üretimin kotalarla geriletilip yok edilmesi nedeniyle ülke adeta makas değiştirmiştir. Son on altı yıldaki AKP Hükümetleri döneminde uygulamaya konulan tarım politikaları sonucu; çiftçi tarımdaki gücünü yitirerek önce hiç olmadığı kadar yoksullaşmış ve daha sonra da toprağını elden çıkararak büyük kentlerde proleterleşmek üzere göçe zorlanmıştır. Ülkemiz, küresel dünyada rekabet edebileceği tek silahını da kaybetmiştir. Gelişmekte olan ülkelerde büyümeye dayalı politik öncelikler yerini giderek toplumun tamamını kapsayan entegre kalkınma arayışlarına bırakırken, ülkemizde bunun tam tersi olan ve tarımın tasfiyesine yol açan bir süreç izlenmiştir. Tarımın toplam istihdam içindeki payı 2002 yılında yüzde 35 iken bu pay 2016 yılında yüzde 20`ye gerilemiştir. Tarımda devletin yatırımları da yıllar içinde azalmıştır. Tarımın toplam yatırımlar içindeki payı, planlı dönemin başında (1960) yüzde 13 düzeylerindeyken 2016 yılında yüzde 3,4`e düşmüştür. Biyogüvenlik Yönetmeliği, GDO`yu yasallaştırmıştır. Tütün Yasası, Şeker Yasası, Tohum Yasası, Hal Yasası, Mera Kanunu, Zeytin Yasası, Su Kanunu, Toprak Kanunlarının çıkartılması sonucu Türk tarımı ve hayvancılığı bitirilmiştir.'

İTHALATLAR ARTTI

İthalatımızın azalması gerekirken arttığına vurgu yapılan açıklamada şu detaylara yer verildi: ' Konuya önemli ürünler bazında baktığımızda 2017 yılı Ocak ayında 246 bin ton olan buğday ithalatımız 2018 yılı Ocak ayında yüzde 234 artışla 821 bin ton olmuştur. Aynı süreler için 48 bin ton olan mısır ithalatımız 8,5 kat artışla 404 bin tona; 5 bin ton olan pirinç ithalatımız yüzde 240 artışla 17 bin tona; 4 bin ton olan nohut ithalatımız yüzde 175 artışla 11 bin tona; 3 bin ton olan kuru fasulye ithalatımız yüzde 267 artışla 11 bin tona; 107 bin ton olan soya fasulyesi ithalatımız yüzde 69 artışla 181 bin tona; 29 bin ton olan ayçiçeği tohumu ithalatımız yüzde 145 artışla 71 bin tona; 51 bin ton olan pamuk ithalatımız yüzde 41 artışla 72 bin tona; 22.999 baş sığır ithalatımız yüzde 393 artışla 113.318 başa; 1.051 baş olan koyun ithalatımız yüzde 580 artışla 7.143 başa; 80 ton olan sığır eti ithalatımız 29 kat artışla 2.333 tona yükselerek ülkemiz tam bir ithalat cennetine dönüştürülmüştür. Ülkemiz; Almanya, Fransa, Ukrayna'dan buğday, İngiltere ve Hırvatistan'dan arpa, Gürcistan'dan saman, ABD, Yunanistan, Türkmenistan ve Hindistan'dan pamuk, ABD, Arjantin ve Brezil- ya'dan mısır, ABD, Vietnam, İtalya ve Tayland'dan pirinç, Etiyopya, Bangladeş, Mısır ve Çin'den kuru fasulye, Kanada'dan nohut ve mercimek, ABD, Bulgaristan'dan kurbanlık koyun, Şili, Uruguay ve Fransa'dan büyükbaş hayvan, Bosna Hersek'ten lop et ithal eden bir ülke haline düşürülmüştür. Öyle ki bugün beş ürün dışında bütün gıda maddeleri ve tarımsal ürünler ithal edilmektedir. Ülke ithalat cennetine dönmüştür. Uzun yıllar devam eden düşük döviz kuru nedeniyle incir, üzüm, kayısı, fındık ve narenciye dışındaki bütün tarımsal ürünler ithal edilmiştir. 16 yıllık AKP döneminde tarım ve gıda için 575 milyar TL ithalat yapıldı buna karşılık tarıma nakit olarak 79 milyar TL destek sağlanmıştır. 2002 yılında bir kişiye iki hayvan düşerken bugün bu oran üç kişiye bir hayvan düzeyine inmiş durumundadır.'

İŞSİZ KİTLELER

Açıklamada, 'Bütün bunların sonucu olarak, kırdan kente göç ile beraber, kırsal bölgelerin insan gücü, tarım sektörünün sürdürülebilir yapısını bozacak derecede kentlere kaymıştır. Bu durum kentsel dengeleri de bozarak kentlerde işsiz kitlelerin yığılmasına neden olmuştur. Oysa gelişmekte olan ülkeler için kalkınmanın yolu kırsaldan geçmektedir. Ekonomik büyümenin anahtarı uzun yıllar yoksulluğun sebebi olarak görülen kırsal bölgelerde küçük aile çiftçiliğinin desteklenmesi gereklidir. Kırsal bölgelerin, gıda üretimi ile ilgili sabitlenmiş ekonomik büyüme için geniş bir potansiyel bulunmaktadır. Çoğu zaman ihmal edilen bu potansiyelin ortaya çıkarılması için geçimlik tarımda düşük verimlilik, birçok yerde sınırlı endüstrileşme, hızlı nüfus artışı ve şehirleşmeden oluşan oldukça zorlu bu bileşimin üstesinden gelinmesi gerekmektedir. Ancak bu şekildeki bir anlayış sonucu ülkelerin kendini besleme ve yurttaşlarını istihdam etme konularında başarı elde edilebilir. Ülkemiz açısından yakın gelecekte yaşanacak en önemli sorun alanı da, şu an yaşanan ekonomik krizin tarım ve gıda üretimine yapacağı olumsuz etki olacaktır. Ağustos 2018 itibariyle kendini daha çok hissettiren ekonomik kriz geçtiğimiz ay itibariyle tüketici enflasyonunu yüzde 25`lere, üretici enflasyonunu yüzde 50`lere taşımıştır. Artan döviz fiyatlarıyla beraber gübre, mazot, tohum ve zirai ilaçta oluşan yüksek fiyat artışlarını üretici karşılayamayacak ve üretimden vazgeçecektir. Bu durumda ülkemizi önümüzdeki süreçte ciddi anlamda gıda tedariki sorunuyla karşı karşıya getirecektir.' denildi.

Editör: Haber Merkezi