Diyanet’in ruhu

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın nüfuz alanının genişletilmesi hamleleri, 1960’lı yıllarda başlamıştı. Kuruluşunda cami ve mescitleri idare etmekle görevlendirilen kurumun görev alanı 1965 yılında yapılan düzenleme ile “İslâm dininin inanç, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek” şeklinde değiştirildi. O günden bu yana da hem personel bakımından hem de bütçe itibariyle büyüdükçe büyüdü.
AKP dönemine gelinceye kadar Diyanet’in görev alanı ve sorumlulukları yine de belli sınırlar dahilindeydi. Ancak 2002’den sonra Diyanet İşleri Başkanlığı’nın protokolde üst sıralara gelmesiyle başlayan süreç kurum lehinde daha da güçlendi; personel bakımından devasa büyüklüğe ulaştı; imzalanan protokollerle cezaevlerinden hastanelere, aile danışmanlığından yurtdışı faaliyetlerine kadar çok geniş bir alanda söz sahibi oldu. Bugün artık devletin her kurumu Diyanet gibi çalışıyor. Kabine görevlileri, yasama, yürütme, yargı mensupları Diyanet Başkanı gibi konuşuyor. Yani Ali Erbaş’ın ruhu herkeste var.

 Bunun son iki çarpıcı örneğini, aynı haftada yaşadık. Eski Milli Savunma Bakanı ve TBMM Milli Savunma Komisyonu Başkanı Hulusi Akar, yaptığı bir konuşmada sanki bir eğitim uzmanıymış gibi konuştu. "Eğitimin amacı bilgi edinmek değildir. Eğitimin amacı bir Allah korkusu iki kuldan utanmak. Eğer biz 4- 12 yaş arasındaki insanlara, çocuklarımıza Allah korkusunu verirsek, Allah'tan korkmayı, kuldan utanmayı verirsek, vatan sevgisini verirsek, millet sevgilisini verirsek, bayrak sevgisini verirsek,  başkaları için iyilik yapmayı öğretirsek ve diğer milli ve manevi değerlerimizi onlara yüklediğimiz takdirde onun üzerine bu çocuk nereye giderse gitsin, dünyanın her yerine gitsin bu çocuktan korkmayın.”dedi.
Diğer konuşma ise Anayasa Mahkemesi Başkanı olan Kadir Özkaya’nın göreve başlaması nedeniyle düzenlenen törende söylediği sözlerdir. Özkaya’nın konuşmasını Kuran-ı Kerim’den alıntılarla yapması, hukuk yorumunu dini referanslara dayandırması, Anayasa Mahkemesi’nin de Diyanet’leşmesi anlamına geliyor.
Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in tarikat ve cemaatlerle ilgili yaklaşımı, karma eğitim konusuna, kendilerinin ifadesiyle ortaya koyduğu “maarif” modeline hiç girmiyorum bile. 
Genel tabloya baktığınızda her biri bir din adamı gibi konuşmaktadır. Ha Hulusi Akar ha Ali Erbaş, ha Kadir Özkaya ha Ali Erbaş, hiç fark etmiyor.
Bir Anayasa Mahkemesi başkanının ayetlere referansla hukuku yorumlaması, Hulusi Akar’ın da eğitimin işlevi konusunda çizdiği çerçeve, Türkiye’nin son 22 yılda yaşadığı büyük kaybı göstermesi bakımından çarpıcıdır. Türkiye, Anayasasında laiklikle ilgili ibare bulunsa bile fiilen laikliği ilga etmiş ülke konumundadır. Şimdi, anayasanın ilgili maddesinin kaldırılarak şeklen de bir sürecin tamamlanması hedeflenmektedir. 
Nitekim, HÜDA-Par üzerinden bu niyetler açıkça ifade edilmektedir. Bu partinin genel başkanı, Türkiye Cumhuriyeti'nin temel niteliklerini ortaya koyan ilk üç maddenin değiştirilemezliğini hükme bağlayan 4. Maddenin kaldırılması gerektiğini “ahmağa anlatır gibi” anlatmaktadır.

“Lafın tamamı ahmağa söylenir” diye bir atasözümüz var. Lafın tamamını söylüyor HÜDA-PAR ve diğerleri...
Diyanet’ten Anayasa’ya... Nereden nereye geldik.