Dünyanın geldiği noktayı anlamak için alim olmaya gerek yok…
Tv Haberlerini dinlemek, gazete sayfalarına göz atmak yeterli bunun için.
Dünya ağır sıklet şampiyonluğu unvan maçına çıkmaya hazırlanan boksörler gibi…
Hele o karşılaşma öncesi son bakışlar…
‘’Bittin sen.’’ diyor adeta…
Ağır sıklet, orta sıklet, hafif sıklet…
Ne olursan ol…
Posta koyan koyana…
İşte ABD, işte Rusya, İşte Çin, işte Ukrayna, işte İran, İşte İsrail…
Ve niceleri…
Ha saldırdı, ha saldıracak misali…
Zaten ortalık kan gölü…
Bunların çoğu birbirlerinin dilini de konuşuyor…
Ama anlaşamıyorlar bir türlü…
Anlaşmak istemiyorlar…
Çıkarları uzlaşmada değil, uzlaşmamada…
Bunların hallerine baktıkça ilkokul çağındaki çocukluk günlerim geliyor aklıma…
Gazi Osman Paşa’da oturduğumuz günler…
50’li yıllar…
Yeşillikler içindeki Papaz’ın Bağı ve yanı başında yer alan villa tipindeki tek atlı evler…
Çoğu Türkiye’de görevli ABD’liler tarafından kiralanmış evlerdi. Parmak hesabıyla ifade edilebilecek sayıdaki evlerde ise sahibi Türk aileler otururdu.
Bizim evin bitişindeki villada ABD’li bir aile oturuyordu.
Benimle aynı yaşlardaki Timothy en iyi arkadaşımdı…
Zaten başka arkadaşım yok kadar azdı.
Hemen yanı başımızdaki Papaz’ın Bağı’nı çevreleyen ağaçların arasından vadi boyunca akan cılız derede kâğıttan yapılmış kayıklarımızı yarıştırırdık Timothy ile.
Ben İngilizce, Timothy de Türkçe bilmiyordu.
Ama çok iyi anlaşıyorduk…
‘’Yes’’, ‘’No’’ ve ‘’Okey’’ sözcükleri yetiyordu gülüp oynamamıza.
Bir de ‘’Sen çok fena’’yı biliyorduk…
Arada bir küstüğümüz de olurdu.
O zaman kullanırdık ö sözü...
Ama kırgınlık uzun sürmezdi…
Ya diz boyu otların arasında ilerlemeye çalışan kaplumbağa arayışına çıkar, ya da kayık yüzdürme yarışına kaldığımız yerden devam ederdik.
Aradan yıllar geçti…
Çok şey değişti…
Kağıt kayıklar anılarda kaldı…
Yerlerini denizaltılar, hücumbotlar aldı…
.Timothy ne yapıyordur kim bilir?
O da benim gibi eskiyi anımsayıp, ‘’Nereden nereye’’ diye iç geçiriyor mudur?
Keşke hep çocuk kalabilseydik diyor mudur?