AIDS’in edinilmiş bağışıklık yetersizliği sendromu anlamına gelen ve HIV virüsünün kişinin bağışıklık sistemine saldırması sonucu ortaya çıkan HIV’in en ileri aşaması olduğunu belirten Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Nermin Karaçalı, “HIV, vücudun enfeksiyonlarla savaşmasına yardımcı olan birçok beyaz kan hücresini yok ederek bağışıklık sistemine zarar verir. AIDS’in en yaygın belirtileri anormal kilo kaybı, gece terlemesi, ishal ve yüksek ateştir. AIDS hastalığına neden olan temel faktör HIV virüsü olarak bilinirken kesin tedavisi mümkün olmayan AIDS hastalığı ilaçlarla kontrol altına alınmaya çalışılır” diye konuştu.

“KİŞİNİN VÜCUDUNDA ÖMÜR BOYU KALIR”

Dr. Nermin Karaçalı, şu bilgileri verdi: “Edinilmiş bağışıklık yetersizliği sendromu anlamına gelen AIDS, HIV virüsünün bağışıklık sistemine saldırması sonucu vücudu zayıflatan ve hastalıklarla mücadelesini zorlaştıran HIV’in en son aşamasıdır. Bu durum normal şartlarda kişiyi hasta etmeyecek enfeksiyonlarla bile mücadele edemeyen bir bağışıklık sisteminin oluşmasına sebebiyet verir. Kronik ve potansiyel yaşam tehdidi barındıran bir hastalık olan AIDS, HIV virüsünün vücuda girmesiyle meydana gelir ve kesin tedavisi mümkün olmadığı için kişinin vücudunda ömür boyu kalır. İlaçlarla kontrol altına alınmaya çalışılan AIDS hastalığının en sık görülen belirtileri kilo kaybı, ishal, gece terlemeleri, tekrarlayan yüksek ateş ve ağız içindeki yaralardır. Kişinin AIDS hastalığına sahip olup olmadığını gösteren en belirgin gösterge test yaptırmaktır. HIV virüsünün yaygın bulaşma yolları ise korunmasız cinsel birliktelik yaşamak veya uyuşturucu enjekte etmek için iğnelerin kontrolsüz bir şekilde paylaşılmasıdır. AIDS hastalığı, HIV virüsünün vücuda girmesiyle kişinin bağışıklık sisteminin düşmesi sonucu meydana gelir. HIV, vücudun hastalıklarla mücadele etmesine yardımcı olma konusunda büyük rol oynayan beyaz kan hücreleri olan CD4 T hücrelerini yok eder. Kişi ne kadar az CD4 T hücresine sahip olursa bağışıklık sistemi de bir o kadar zayıflar. AIDS'e dönüşmeden yıllar önce çok az belirti veya hiç semptom göstermeden HIV enfeksiyonu geçirilmesi mümkündür. AIDS tanısı, CD4 T hücre sayısı 200'ün altına düştüğünde veya ciddi bir enfeksiyon, kanser gibi AIDS'i tanımlayan bir komplikasyona sahip olunduğunda konur. Tedavisi olmadığı için kronik bir şekilde kişinin vücudunda ömür boyu kalır ancak ilaçlarla birlikte kontrol altına alınmaya çalışılır. HIV virüsü, enfekte bir kişinin kanı, menisi, vajinal sıvıları, anne sütü ve rektal sıvıları yoluyla başka bir kişiye bulaşır. Her cinsiyetten insanlar HIV'e yakalanabilir ve HIV virüsünü yayarak AIDS hastalığının oluşumuna neden olabilir. Korunmasız bir şekilde cinsel birliktelik yaşamak ve uyuşturucu almak için iğneleri paylaşmak HIV'in en yaygın yayılma yolları olarak kabul edilir. HIV virüsü vücuda ağızdan, anüsten, penisten, vajinadan veya kırık derinizden girebilir. Bir kesik ya da yara olmadığı sürece deriden geçemeyen HIV virüsü ayrıca hamile kişilerden bebeklere de geçebilir. Doğurganlık çağındaki tüm kadınların AIDS konusunda bilgilendirilmesi ve gerekiyorsa test uygulanması önerilir. Hamile anneye ve doğum sonrasında bebeğe koruyucu ilaç tedavisi uygulanarak bulaşma riski önemli oranda önlenebilmektedir. Enfekte olmuş kişiyle temas sonrası 2-4 hafta içinde HIV virüsü vücuda girer ve kişide grip benzeri semptomlar ortaya çıkarır. AIDS olanlarda kilo kaybı, sık ateşlenme, gece terlemeleri, ishal, lenf düğümlerinde şişme, ağız içinde yaralar, vücutta lekelenme, döküntüler ve yorgunluk gibi belirtiler görülür.

“MUTLAKA TEST YAPILMASI GEREKİR”

HIV virüsünün vücuda girmesiyle enfeksiyonlara karşı savunmasız hale gelen vücudun bağışıklık sistemi düşer. Meydana gelen enfeksiyonlar, hormonal ve metabolik değişiklikler veya HIV ilaçlarının yan etkileri kişide kilo kaybına sebebiyet verebilir. Vücuda HIV'e virüsü giriş yaptığında bağışıklık sistemi, kendisini savunmak için bu duruma antikorlar üreterek yanıt verir. Akut HIV enfeksiyonunun bu aşamasına ‘serokonversiyon’ adı verilir. Vücut zararlı patojenleri öldürmeye çalışırken vücut sıcaklığı yükselir ve tekrar eden yüksek ateş ortaya çıkar. HIV'li kişilerde semptom olarak hem ateş hem de gece terlemesi görülebilir. Bu durumların her ikisi de vücudun virüsle savaşmaya çalıştığının göstergesidir. Vücut bir enfeksiyonla savaşmaya başladığında vücut ısısı yükselir ve terleme yaşanır. HIV virüsü sonucu oluşan AIDS hastalığında meydana gelen lenf bezlerinde şişme belirtisi enfeksiyonun lenf sıvısı yoluyla düğümlere ulaşmasıyla meydana gelir. HIV en sık koltuk altı ve kasıkların yanı sıra boyun çevresindeki lenf düğümlerinde de görülür. AIDS hastalığında bağışıklık sisteminin zayıflaması sonucu vücut meydana gelen enfeksiyonlarla mücadele etmekte zorlanır ve bu durumun yansıması olarak ağız içinde yaralar oluşabilir. HIV’le birlikte oluşan AIDS hastalığı virüsün bağışıklık sistemi üzerindeki etkisi nedeniyle vücutta mor veya pembemsi renkte yaralar oluşmasına zemin hazırlayabilir. AIDS hastalığının sindirim sistemini ve bağırsakları etkilemesi kişinin ishal yaşamasına neden olur. HIV beyindeki sinir hücrelerine zarar verip devre dışı bırakmasına neden olabilir. HIV, kalp hastalıkları da dahil olmak üzere diğer yaşlanma süreçlerinin yanı sıra hafıza kayıplarına da neden olabilen genel inflamasyona sebebiyet verebilir. HIV enfeksiyonu eklem ve kas ağrısının yanı sıra eklemlerin etrafındaki yumuşak dokularda ve eklemlerde iltihaplanmaya neden olurken ayrıca virüs eklemlerin içindeki sıvının içine girerek ağrılı reaksiyonları tetikleyebilir. HIV enfeksiyonuna neden olabilecek teması olan kişilerin mutlaka test yaptırması gerekmektedir. Öncelikle mümkün olan en kısa zamanda bir hekime başvurarak izlenecek yol ve testin ne zaman yapılacağı belirlenmelidir. Nükleik asit testleri (NAT, PCR) genellikle HIV enfeksiyonunu riskli temastan 10-33 gün sonra göstermektedir.

“AIDS HASTALIĞININ KESİN BİR TEDAVİ YOKTUR”

Damardan alınan kanla çalışılan antijen/antikor testleri HIV enfeksiyonunu riskli temastan 18-45 gün sonra çıkmaktadır. Tanıda vücutta HIV virüsüne karşı oluşan, anti-HIV antikor olarak adlandırılan madde aranmaktadır. Bu amaçla genellikle ELISA testi kullanılmaktadır. ELISA pek çok hastalığın tanısında kullanılan bir testin adıdır, yalnızca AIDS’e özel bir test değildir. Bu testin pozitif bulunması durumunda anti-HIV antikoru daha detaylı olarak gösteren doğrulama testleri (Western Blot) uygulanmaktadır. Virüsün genetik maddesinin varlığını ve miktarını saptayan testler (PCR, polimeraz zincir reaksiyonu) hem gerekli durumlarda tanıda yardımcı olarak, hem de tedavinin takibinde ve ilaçların etkinliğinin izlenmesinde kullanılmaktadır. Virüsün bazı yapısal proteinlerini araştıran testlere de gerekli durumlarda başvurulabilir. ELISA testi olarak da adlandırılan HIV testi bir antijen (örneğin mikroorganizmanın özel bir proteini) ve bir antikor (antijene karşı üretilen protein yapısındaki molekül) arasındaki reaksiyonu göstererek çeşitli hastalıkların tanısında kullanılmaktadır. Testin sonucunu görülür hale getirmek için bir enzimden yararlanılmaktadır. ELISA testi ile enfeksiyon etkenleri veya bunlara karşı vücudun oluşturduğu antikorlar saptanabilmektedir. Pozitif bir HIV antikor testi, vücudun HIV'e maruz kaldığı (vücudun antikor ürettiği) anlamına gelir. Pozitif HIV testi olan bir kişinin bu tanıyı doğrulamak için daha fazla test yaptırması da gerekebilir. AIDS hastalığının kesin bir tedavi yoktur ancak günümüzde kullanılan üçlü ilaç tedavileri kandaki virüs miktarını çok azaltmakta ve bağışıklık sisteminin uzun süre korunmasını sağlayabilmektedir. Fakat ilaç tedavisi ile HIV enfeksiyonunu tamamen ortadan kaldırılması mümkün değildir. Bu ilaçların ömür boyu kullanılması gerekmektedir. Bağışıklık sisteminin ciddi şekilde zarar gördüğü AIDS'de hızlı kilo kaybı, gece terlemeleri ve tekrar eden ateş, aşırı yorgunluk, lenf bezlerinde şişme, ağız ve cinsel organda oluşan yaralar, deri döküntüleri ve kronikleşen ishal gibi belirtiler görülür. En sık görülen erken AIDS belirtileri boyun, koltuk altı veya kasıktaki lenf düğümlerinin ağrısız bir şekilde şişmesidir. Bununla birlikte kan damarı duvarlarındaki tümör oluşumu olan kaposi sarkomu genellikle ciltte ve ağızda pembe, kırmızı veya mor lezyonlar şeklinde ortaya çıkar. AIDS hastalığının kalıcı ve kesin bir tedavisi yoktur ancak semptomların iyileştirilmesi, şikayetlerin azalması ve öldürücü etki oluşmaması adına uygulanacak ilaç tedavileriyle aids hastalığı hayat boyu kontrol altına alınmaya çalışılır. Yüksek riskli temas durumunda korunma amacıyla HIV ilaçları (antiretroviral ilaçlar) kullanılabilmektedir. Bu konuda uzman bir hekime başvurarak karar verilmesi ve eğer uygunsa zaman geçirmeden koruyucu tedaviye başlamak gerekmektedir. HIV aşısı için araştırmalar sürmektedir. Şu anda kullanımda olan herhangi bir aşı bulunmamaktadır. Dikkate alınmayıp ilaç tedavisiyle kontrol altına alınmayan AIDS vakalarında zayıflamış bağışıklık sistemlerinin bir sonucu olarak enfeksiyon veya kanser durumu oluşursa hastalık kişiyi ölüme götürebilir. Kanda ortaya çıkan anti hiv değeri 0.90 değerinin altında olmalıdır ve durum anti hiv negatif olarak değerlendirilir. 1.10’un üstündeki değerler ise anti hiv pozitif olarak değerlendirilir ve kişinin hiv virüsüyle enfekte olduğunu gösterir. HIV anne sütünde de bulunabildiği için bu enfeksiyonu olan annelerin bebeğini emzirmesi tavsiye edilmemektedir. HIV virüsü kişiye bulaştıktan sonra kişide ateş, baş ağrısı, döküntü ve boğaz ağrısı gibi belirtiler görülür. Hastalık ilerlediğinde bağışıklık sistemini zayıflatması ile birlikte lenf bezlerinde şişme, kilo kaybı, sık sık ateşlenme, ishal, gece terlemeleri, ağız içi yaraları belirtileri görülmeye başlar.”

Kaynak: Baskent