DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, DEVA Partisi Genel Merkezi’nde düzenlenen kahvaltı programına katıldı. Gazetecilere açıklamalarda bulunan Babacan’ın gündeminde ekonomi, Gazze ve 2024 Yerel Seçimleri yer aldı. Babacan daha sonra soruları da yanıtladı. Babacan, “Devlet içerisinde adı ne olursa olsun şekli, şemali, vasfı ne olursa olsun biz her türlü yapılanmalara karşıyız. Devlet yönetim sisteminde bir tek emir komuta zinciri olur. Silahlı Kuvvetlerimizse, güvenlik güçlerimizse böyle bir şey düşünülemez. Dolayısıyla Türkiye gibi 15 Temmuz 2016 hadisesini yaşayan, o hain darbe teşebbüsü hadisesini yaşayan bir ülkenin bu konularda çok çok dikkatli olması lazım. Bu da ancak kamu görevlendirmelerinde şeffaflık, ehliyet ve liyakatla alakalı bir konu. Biz onun için ‘mülakat kaldırılmalı’ dedik. Ama şu anda ülkeyi yönetenlerin böyle bir bakışı yok. Yani herkese ve her şeye ‘Benden misin değil misin? Benimle mi değil mi?’ ‘Benimle’ diye bakıyorsa tamam, işler kolaylaşıyor. Kendi karşısında görüyorsa da her türlü zorluk, her türlü sıkıntı, zulüm meydana gelebiliyor, uygulanabiliyor maalesef.” dedi.
“ANLATILAN HER ŞEYİN ALTI ASLINDA BOMBOŞ”
TÜİK'le alakalı ne bağımsızlıkla ilgili ne de açıklanan rakamların güvenilirliğiyle alakalı henüz bir adım görmediklerini söyleyen Babacan, ekonomiye ilişkin şu açıklamaları yaptı: “Giyim enflasyonunu TÜİK yüzde 41 açıklamış durumda. ENAG %107, İTO %114 açıklamış durumda. Bu kadar büyük, bu kadar geniş aralıkta rakamların açıklanması, ‘gerçek enflasyon rakamı nedir’ konusunda Türkiye'de büyük bir soru işareti oluşturuyor.
Eğer TÜİK’in açıkladığı enflasyona güven yoksa, vatandaşlarımızın çarşıya pazara gittiğinde yaşadığı gerçek enflasyon, gördüğü gerçek fiyat artışları, TÜİK'in açıkladığından çok farklıysa, bütün altı aydır dinlediğimiz her şey, yani Merkez Bankası'yla ilgili, para politikası ile ilgili anlatılan her şeyin altının aslında bomboş olduğunu gösteriyor.
TÜİK'in yaptıklarının mutlaka dışarıdan bağımsız bir göz tarafından denetlenmesi ve bunun kamuoyuyla paylaşılması gerekiyor ki güven olsun. Aksi halde bu kadar birbirinden farklı enflasyon rakamlarının havalarda uçuştuğu bir ülkede güven olmaz. Güven olmayınca da ekonomide başarı sağlanması mümkün olmaz.”
“MERKEZ BANKASI BU KUR FARKLARINI NEREDEN ÖDÜYOR?”
Babacan’ın açıklamalarında satırbaşları şöyle: “Merkez Bankası'nın biraz şeffaflaşması gerekiyor. Yine kur korumalı mevduattan dönenlere ve kur korumalı mevduata ödenen kur farklarıyla alakalı rakamlar hâlâ belirsiz. Yani kur korumalı mevduata bugüne kadar hazineden ne kadar ödendi? Merkez Bankası'ndan ne kadar ödendi bilmiyoruz. Biliyorsunuz yeni ekonomi yönetimiyle beraber artık Hazine değil tamamen Merkez Bankası ödüyor. Kur farkları ve rakamlar tamamen karanlık. Merkez Bankası bu kur farklarını nereden ödüyor? Para basarak ödüyor, para basarak. Ve rakamları bilmiyoruz. Türkiye'nin açıkladığı ve doğru olmadığıyla ilgili çok geniş bir kanaatin oluştuğu enflasyon rakamıyla mücadele ediyor Merkez Bankası. En temel verileri, en büyük rakamları açıklamıyor, hâlâ gizli tutuyor, hâlâ karanlıkta tutuyor ve ülkenin ekonomisini düzlüğe çıkartmak gibi bir hedeften bahsediliyor. Dolayısıyla bunlar çok temel konular ve bu temel konular çözülmeden asla ama asla bu ülkenin ekonomisini kalıcı olarak düzelmesini biz mümkün görmüyoruz. Sonuçta gördüğümüz şey nedir? Gittikçe yaygınlaşan ve derinleşen bir yoksulluk. Yani yoksulluk hem yaygınlaşıyor. Hem de derinleşiyor.”
“SAYIN ERDOĞAN'IN YÜZLEŞMESİ LAZIM”
“Bu enflasyon meselesiyle Sayın Erdoğan'ın bir yüzleşmesi lazım. Yani önce çıkıp demesi lazım ki ‘Ben yanlış yaptım. Benim teorim, tezim yanlışmış. Yıllarca faiz sebep, enflasyon sonuç demiştim. Merkez Bankası Başkanları'nı görevden aldım laf dinlemiyorlar’ diye. ‘Ve faizi ben düşürttüm ama baktım ki bu yanlış oldu. Dolayısıyla yeni ekonomi yönetimine ve yeni Merkez Bankası Başkanı'na faizi artırma izni verdim’ diye bunu açık açık ortaya koyması lazım. Bunu söylemiyor dikkat edin. Altı aydır ağzından faiz lafı çıkmıyor. Faiz kelimesini duymuyoruz. Dolayısıyla piyasa her an ‘Acaba ne gün ne zaman sabrı taşacak, acaba ne zamana kadar bekleyecek, acaba ne zaman dönecek, acaba Merkez Bankası Başkanı'nı ne zaman görevden alacak?’ diye. Adeta Sayın Erdoğan'ın kaleminin ucu Merkez Bankası Başkanı'nın kafasının üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanıp duruyor. Çünkü bu gece görevden alabilir. Bir gece ansızın yapabilir bunu. Bu korku ve baskı altında çalışan bir Merkez Bankası'nın, bağımsız olmayan Merkez Bankası'nın kredibilitesi olmaz. Dolayısıyla bu konuda samimi bir yüzleşme gerçekten şart.”
“CUMHURBAŞKANI TEK İMZAYLA İSTEDİĞİ YERE İSTEDİĞİ KADAR HARCIYOR”
“Bütçe görüşmeleri yapılıyor ama 600 kişilik Genel Kurulun bütçe harcamalarını artırma hakkı yok. Çünkü anayasa gereği Genel Kurulda bütçede harcamaya artırıcı bir teklif veremiyor milletvekilleri. 600 milletvekilinde olmayan hak bizzat cumhurbaşkanı tarafından tek başına kullanılabiliyor. Çünkü aynı bütçe kanunun beşinci maddesinde “Cumhurbaşkanı istediği kaleme istediği kadar ödenek ekleyebilir” diyor. Bunu da yapıyor. Yani bütün Meclisteki bütçe görüşmeleri, bütün bu Genel Kurulda ve ondan önce komisyon aşamasındaki bütün görüşmeler, bütün bu tartışmalar aslında bütçe geçtikten sonra anlamını yitiriyor. Çünkü bütçeyi dikkate almadan cumhurbaşkanı tek bir imzayla istediği yere istediği kadar zaten harcıyor. Bütçe olmadan da harcıyor. Dolayısıyla bütçe anlamını yitiriyor. Eskiden bütçe geçmezse hükûmet düşer diye korkardık. Pek çok demokraside böyledir. Şu anda Meclisten bu bütçe geçmese şu ya da bu sebeple Meclis hayır dese hiçbir şey fark etmiyor. Dolayısıyla aslında Meclisin bütçe yapma hakkı şu anda bitmiş durumda. Bu hak tek bir kişinin elinde ve tek imzayla o hakkı kullanıyor.”
“KENDİ İSİMİMİZLE, KENDİ ADAYLARIMIZLA SEÇİMLERE GİRMENİN YOĞUN BİR HAZIRLIĞI İÇERİSİNDEYİZ”
“Bu ay başında ilk 51 adayımızı açıkladık. Bu 51 adayımızdan sonraki ikinci grup adayımızı da ay sonunda açıklayacağız. 18 komisyon kurduk. Bu 18 komisyonumuzla 81 ili bölüştürdük. Komisyonlarımız yoğun bir şekilde çalışmalarını yapıyorlar. Genel Merkeze aday isimlerini bildiriyorlar. Genel Merkezde yapılan yüz yüze görüşmelerinden sonra da kararlarımızı netleştiriyoruz. Ve böylece tüm Türkiye’de kendi isimimizle, kendi adaylarımızla seçimlere girmenin yoğun bir hazırlığı içerisindeyiz. Bizim yerel yönetimler söz konusu olduğunda çok önemli iki iddiamız var. Diyoruz ki, bir: Bizim adaylarımız seçildikleri takdirde daha iyi yönetirler. İki: Bizim adaylarımız belediyeciliği temiz yaparlar. DEVA Belediyeciliği diye çok özet bir doküman hazırladık. Bu da küçük kitapçık. Burada da bizim belediyelerimizin hangi konularda çalışacağının bir listesi var. Yapılacaklar listesi. Cumartesi- Pazar bu salonda eğitim vardı. 51 adayımız buraya çağırıldı. 2 gün boyunca bir eğitim verdik. Belediyecilik nedir? Belediye nasıl yönetilir? İşin hukuki yönü, mali yönü, performans ölçümüyle ilgili uzman arkadaşları getirdik. Ki bütün adaylarımızı bu eğitimden geçireceğiz. Seçimden önce eğiteceğiz ki seçimden sonra çok hargür oluyor, fırsat olmuyor. Seçildikleri anda bilinçli bir şekilde görevlerine başlasınlar diye. Bir de ayrıca Temiz Belediyecilik dedik onunla ilgili bu etik bildirgemiz var. Belediye başkan adaylarımız şimdiden ‘Beyan ve taahhüt ederim’ diye bu belgenin altına imzalıyorlar. “Seçildiğim takdirde ben belediyemi bu ilan edilen ve imzalanmış etik kurallar bildirgesi çerçevesinde yöneteceğim” diyorlar. Bunun örneğini biz daha önce görmedik.”
“KİMLİK ERİMESİNE YOL AÇAMAYIZ, DURUŞUMUZU KORUMAK BİZİM İÇİN ÇOK ÖNEMLİ”
“Biz kendi grubumuzu oluşturma çabasındayken ve on beş milletvekilimiz varken bu grubu tamamlama ve mecliste beşinci bir muhalefet grubu oluşturma çabasındayız. Meclis’te DEVA’nın çizgisinde bir muhalefetin yüksek sesle bulunuyor olmasının yine demokrasimiz açısından da çok faydalı olacağını düşünüyoruz. Biz ‘grup olsun da ne olursa olsun’ deseydik şu anda bir şekilde grubumuz vardı ama DEVA Partisi grubu olması bizim için çok önemli ve bu çerçevede görüşmelerle ilerlememiz gerekiyor. Çünkü bizim kendi özgün kimliğimizin, duruşumuzun vatandaşlarımızın bir kısmı tarafından hâlâ anlaşılmadığını, bizim de anlatamadığımızı düşünüyoruz. Bu ancak zaman içerisinde duruşla ortaya çıkacak. Dolayısıyla bir kimlik karışmasına veya kimlik erimesine yola çıkacak bir adımı biz atmayız, atamayız. Dört yıldır ortaya koyduğumuz çaba bir bakıma boşa gitmiş olur.”
“MERKEZ BANKALARI “HÜKÛMETLE EL ELE VERELİM, ÜLKEYİ KALKINDIRALIM” DEDİKLERİ ANDA, ENFLASYON ARTMAYA DEVAM EDER”
“Merkez Bankası Başkanı'nın iletişimini çok dikkatli yapması gerekir. Merkez Bankası Başkanı'nın iletişiminin genelde kurumsal süzgeçlerden geçmiş, her bir cümlesi ölçülmüş, tartılmış bir iletişim metoduyla olması gerekir. Ve Merkez Bankası Başkanı'nın yaptığı açıklamaların bir anda eş zamanda herkes tarafından duyulması, öğrenilmesi gerekir. Merkez Bankası Başkanı'nın ülkenin cumhurbaşkanına güzellikler yapma gibi bir görevi yok. O zaman bağımsız olmuyor. Merkez Bankası'nın en önemli görevi 85 milyonun cebindeki paranın değerini korumaktır. Merkez Bankaları eğer kolları sıvayıp da ‘hükûmetle el ele verelim bu ülkeyi kalkındıralım’ dedikleri anda, o ülkede enflasyon artmaya devam eder. Enflasyonu düşürme hedefleriyle çelişirler. Dolayısıyla Merkez Bankacılığı zor bir iştir. Kolay değildir yani tecrübe gerektirir. Niyetlerinin iyi olduğuna inanıyorum.”
“EGE'DEKİ EGEMENLİK HAKLARINDAN FERAGAT GİBİ BİR SÖZ VARSA BU ÇOK TEHLİKELİ”
“Sayın Erdoğan'ın uçakta yaptığı açıklamada bir cümle var. ‘Savaş uçakları arasında it dalaşı dediğimiz hadise artık olmasın istiyoruz’ diyor. Yani orada bizim Ege'deki egemenlik haklarımızla alakalı büyük bir risk alanı oluşup o risk alanını da kabul eden ve o konudaki adeta taahhütleri, sözleri çağrıştıran şeyler anladım ben oradan. Eğer böyle değilse çıksınlar, açıklasınlar. Çünkü biliyorsunuz bu niye meydana geliyor? Adalarla ilgili egemenlik ilanları var. Ve bu egemenlik ilanları Türkiye ve Yunanistan'ın egemenlik ilanlarındaki örtüşmelerin olduğu alanlarda ne oluyordu? Bizim savaş uçakları uçuyor değil mi? Yani devlet uygulamasıyla ‘ya sen böyle ilan ettin ama bak ben bunu tanımıyorum’u fiilen gösteriyordu. Şimdi ‘Bu olmayacak, artık olmasın istiyoruz’ derken, yani fiili olarak Ege'deki egemenlik haklarından bir feragat ya da geçici olarak bunları askıya alma ya da ‘Tamam ya bu işi biz mesele yapmayacağız bir süre’ gibi bir söz, taahhütleriniz varsa bunu çok tehlikeli görürüm ben. İnşallah öyle bir şey yoktur.”
“DIŞ POLİTİKADAKİ BAZI STRATEJİK KAYIPLARIN TELAFİSİ MÜMKÜN OLMUYOR”
“İnanın içim parçalanıyor. Koskoca ülkenin bu hale düşmesi, bu zikzaklar çok üzücü. Yapamayacağı işleri konuşup ondan sonra yine söylenenlerin hepsini yutmak zorunda kalmak. Bunların hepsi gerçekten ülke hakkında çok üzücü. Ama ne oluyor? Ondan sonra sözün gücü kalmıyor, sözün etkisi kalmıyor. Bundan sonraki söylediklerinizin etkisi kalmıyor. Ancak ne yapıyor bir de? Bir yap da görelim diyor, bir bakalım diyor. Çünkü sen bugün böyle konuşuyorsun, yarın başka türlü konuşuyorsun. Bir yap bakalım hele diyor. Bütün dünya öyle bakıyor şu anda Türkiye'ye. Dolayısıyla bu itibar kaybının, güven kaybının bize maliyeti sadece ekonomik değil. Bunun uluslararası ilişkilerde, dış politikada böyle büyük kayıplar var ki onların telafisi de mümkün değil. Yani enflasyon yükselir. İşte daha önce yaptık. Yine yapılır yani tek hale inen enflasyon düzgün bir yönetimde akıllı politikalarla yaparsın. Ama dış politikada, uluslararası ilişkilerde bazı stratejik kayıplar oluyor ki onların telafisi mümkün olmuyor.”
“İSVEÇ’İN NATO ÜYELİĞİ KONUSUNDA BİZİM GÖRÜŞÜMÜZ OLUMLU YÖNDEDİR”
“Şöyle İsveç'le ilgili bizim prensibimiz; parti programımızı açıyoruz, bakıyoruz belki bir şeyler unutmuşuzdur diye. Orada biz ne diyoruz? NATO'yu çok önemsediğimizi, bu ittifak sisteminin genişlemesini de desteklediğimizi, NATO'nun açık kapı politikasını desteklediğimizi biz parti olarak zaten çok önceden açıklamışız. İsveç üzerine düşeni yaptı mı, yapmadı mı? Onu ancak istihbarat birimlerimiz bilir. Ama Meclis’e geldiğine göre herhalde o konularla ilgili İsveç tatmin edici bir adımı attı diye ben tahmin ediyorum sadece dışarıdan gözlemleyerek. Bizim İsveç'in NATO üyeliğiyle alakalı parti duruşu olarak bakışımız genel anlamda olumlu.
NATO'nun birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için maddesi var anlaşmasında. Dolayısıyla topyekûn bir güvenlik sisteminin içerisine yer almış oluyoruz. İsveç'le ya da Finlandiya'yla ilgili olası ilerideki risklerin Türkiye muhatabı haline de gelmiş oluyor. Ama onun için tersi de geçerli. Yani Türkiye ile ilgili bir risk oluştuğunda da İsveç ve Finlandiya da onun tarafı haline geliyor. Ama bir yandan da İsveç'in hem terörle mücadele eden hem de bizim kutsallarımıza, hakaret kutsallarımıza saldırı konusunda daha sağlam bir tutum ortaya koymasını da tabii ki bekliyoruz. Kaldı ki Danimarka biliyorsunuz yeni bir yasal düzenleme ile kutsala saygısızlık, kutsala saldırıyı, başkalarının kutsallarına saldırıyı bir suç olarak tanımlayacak bir yasal düzenleme yaptı. Tabii ki ifade özgürlüğü önemli. Ama bu ifade özgürlüğü başkalarına hakaret etme anlamına gelmemeli. İfade özgürlüğü başkalarının kutsalına saygısızlık anlamına gelmemeli. O dengeyi de mutlaka iyi tutturmak gerekiyor. Yani İsveç'ten de İsveç hükûmetinden de bunların bizim doğal beklentilerimizin olması lazım.”