‘‘Derin Yoksulluk’’mu dediniz!

1940’lı yıllar. Köyde yaşıyoruz. Babam Askerde. Köydeki evimizde üç öğretmen var. Evimiz alt katta iki, üst katta üç sofa beş oda. Dedem ormanda bekçi… Köyümüz 7 hane. Kuyumuz, sebze-meyve bahçemiz, bir de fırınımız var. Geçimimiz kiracı üç öğretmen maaşından ibaret. İkinci Dünya Savaşı başlamış. Buğdaylar, arpalar ambarlara doldurulmuş. Kıtlık yaşanıyor. Geceleri jandarma köylerden Zonguldak kömür ocaklarına işçi topluyor. Yaşanan derin bir yoksulluktu.

"Derin yoksulluk" kişilerin açlık sınırı altında olup en temel haklarına dahi erişemediği sosyal dışlanma ve ayrımcılığın sebep ve sonuç olduğu bir yoksulluk hali olarak tanımlanmaktadır. En son Dünya Bankası Türkiye Raporu’nda aşırı yoksulluk 5 ya da 5,5 doların altında yaşayanlar olarak tanımlandı. Yani, günlük olarak 40-50 TL altında geliri olanlar aşırı yoksul sayılıyor. Türkiye’de sokakta çalışanların sayısı ise son yıllarda çok arttı. Türkiye’de mesela bir kağıt toplayıcı günlük olarak 5 dolar kazanamıyor, günlük kazancı 30-40 TL.  

Belediyecilik, bir aileyi ziyaret edip, o aileye para vermek ya da gıda paketi verip oradan çıkmak değildir. Yerel yönetimler ile işbirliği yapmak tabii ki önemli. Ancak aslında derin yoksullukla mücadele hükümetin doğrudan sorumluluğunda. Konuya bir alan- veren ilişkisi kurmaktan öte hassasiyetle ve insan hakları temelli yaklaşmak gerekiyor. Örneğin; Arjantin, Kolombiya gibi ülkelerde vatandaşlık geliri gibi yerel yönetim ve kamumun yoksullukla mücadele ve güçlendirme odaklı yaklaşımının benzeri, Türkiye’de de yapılabilir. Sürdürülebilir değişimin ilk adımları da böylelikle atılmış olur.

Toplumda ezbere yoksulluk söylemleri var; bunu en fazla politikacılar yapıyor, hatta bazen STK’lar da yapıyor. Her seçim döneminde, tüm siyasi partiler yoksulluk konusunda birtakım değerlendirmelerde bulunuyorlar. Bu konunun böyle olmadığını, ardında bir hikâye olduğunu anlatmak ve göstermek gerekli... Bu insanların sürekli ötekileştirildiğini onları gerçekten tanımadan, sadece belli dönemlerde gidip onlara bir şey vererek ve “ben verdim” diyerek göstermek, onlarla sadece veren-alan ilişkisi kurmak ise çok yanlış.

Pandemide aslında hepimiz yoksullaştık. Bunu hissedince senden daha fazla yoksullaşanları görme şansı artıyor. Yeter ki o gözle bakılsın, yeter ki ne yapılabilir diye düşünülsün. Yapılabilecek o kadar çok şey var ki! Birilerine destek vermek istiyorsak, önce kendi binamızdan başlayabiliriz. Örneğin okula devam etmeyen bir öğrenciyi bulabilir, mahallemizde muhtara gidip sorabiliriz.

Türkiye’de yardımlaşma ve dayanışma kültürü çok yüksek. Tek sorun var, “destekler doğru yere gidiyor mu? Güvenilir mi?” Gerçekten böyle bir çocuk var mı? Böyle bir aile var mı? Bu soruların karşılığında güven duyulursa destek veriliyor. Özellikle Güneydoğu illerinde derin bir yoksulluk ve açlık var. İstanbul’da da sokakta, her yerde yoksulluk var. Öncelikle, bunun kabul edilmesi lazım. Yoksulluğun dünya genelinde ciddi bir sorun olduğunun da bilinmesi sebebiyle yoksullukla mücadele politikaları oldukça önem kazanmaktadır.

Yoksullukla mücadelede merkezi yönetimin uyguladığı politikaların yanı sıra yerel yönetimler ve özellikle sivil toplum örgütlerinin faaliyetleri büyük öneme sahiptir. Türkiye’de de yoksulluk konusu yıllardan beri çözülemeyen ciddi bir problemdir. Dolayısıyla Türkiye’de yoksullukla mücadele politikaları ve bu mücadelede yer alan kurumlar oldukça önem arz etmektedir. Türkiye’de yoksullukla mücadele kapsamında devletin gıda, barınma, sağlık, eğitim gibi doğrudan yardımlarının yanı sıra pek çok sivil toplum örgütünün bu anlamda uygulamış olduğu faaliyetler de dikkat çekmektedir.

Ne yazık ki bu çağda bile seyyar satıcı, kağıt toplayıcı, temizlik işçisi, inşaat işçisi gibi günlük işlerde güvencesiz bir şekilde çalışan, işten çıkarılan ya da ücretsiz izne ayrılan bir yığın kişi açlıkla, yoklukla, yoksullukla sınanır haldedir.

Toplumun en dezavantajlı kesimlerini etkileyen bu derin yoksulluk ülkemize hiç yakışmıyor. Yoksula sadece yardım yaparak bu sosyolojik gerçeğin önüne geçmek ise asla mümkün değildir.