Sağlık inanç modeli kaynağını uyarı-cevap ve algısal davranış kuramlarından almaktadır. Bu kuramlar 1950'li yıllarda ortaya atılmıştır. İlk olarak serbest tüberküloz taramak programına katılımı özendiren güdüleyici etmenlerin değerlendirilmesi sırasında bu teori ön plana çıkmıştır. Yapılan çalışma kişilerle ilgili belirleyici üç kritik etmenin bulunduğu anlaşılmıştır:

1. Kişilerin kendilerinin belirtiler olmasa bile tüberküloza yakalanmış olma duyarlılıkları ile ilgili yargıları.

2. Röntgen filmlerinin tüberkülozu belirleme konusundaki etkililiği ile ilgili inançları

3. Tüberkülozun belirlenmesinin ve tedavisinin kendilerine sağlayacağı yarar konusundaki inançları

Hochbaum ve arkadaşlarının yürüttüğü bu çalışmada kişilerin söz konusu programa katılmalarında en önemli ve tek yönlendirici inancın birincisi olduğunu belirlediler.

Günümüzde bu kavramla ilgili yoğun çalışmalardan sonra davranışla ilgili birçok konuda temel oluşturmaktadır.

Sağlık inanç modeli sonunda şu esasları getirmektedir. Eğer kişiler aşağıdaki inançlara sahipseler kendi sağlıklarına gelebilecek tehlikeleri önleme, hastalıklarını araştırma veya önleme çarelerini araştırmaktadır:

1. Kendilerinin bu hastalık veya duruma yakalanabileceklerine inanıyorlarsa

2. Hastalığın bazı ciddi sonuçlarının olduğuna inanıyorlarsa

3. Eğer yapılacak bazı uygulamaların duyarlılığı azaltacağına ya da sorunun boyutunu azaltacağına inanıyorlarsa

4. Uygulamaya veya eyleme geçmenin kazanacaklarının veya eylemin yararının maliyetten (ekonomik, zaman vb) fazla olacağına inanıyorlarsa.

Algılanan yakalanabilirlik şansı ve algılanan 'sorun veya tehlike boyutu' genellikle tehdit olarak tanımlanmaktadır.

Yapılan birçok değerlendirmede bu algılamalarla ilgili olarak eğitim dahil birçok sosyodemografik özellik incelenmiştir.

Günümüzde bu kavrama kendi uyabilme dereceleri konusundaki inançları da eklenmiştir. Burada kişinin sağlığını koruyacağına inanılan uygulamayı etkin olarak başarabileceğine veya gerçekleştirebileceğine olan inancıdır. Sözgelimi işçilerin koruyucu bir aygıtı kullanmaları için sadece onun koruyuculuğuna olan inançları yetmemektedir. Aynı zamanda söz konusu koruyucu aracı kendilerinin başarılı olarak kullanabileceklerine de inanmaları gerekmektedir.

Davranış değişikliği açısından 'uyabilme derecesi' belirleyici faktörlerden birisidir.

Riskin belirlenmesinden sonraki en önemli aşama risk iletişimidir. Risk iletişiminde başarılı olunabilmesi mesaj kaynakları ve mesajı alanlarla ilgili yeterli bilgiye sahip olunmasıdır. Çoğu zaman riskin algılanışı riskin gerçek boyutlarıyla çok az uyum içerisindedir.

Medya çoğu zaman risk değerlendirmesiyle ilgili hatalı bilgilendirme ve algılama kaynaklarından birisini oluşturmaktadır. Bazı sorunlar abartılmaktadır. Birçok kaynak bu gibi hataların ancak medya ile iletişim ve bilgilendirme ağının sürekliliği ile önlenebileceğine inanmaktadırlar.

Toplum bireylerine sadece hava kirliliğinin, sigaranın ya da diğer zararlı davranış ve durumların zararlarının iletilmesi yeterli değildir. Kişilerin uyabilme ve etkili olabilme inançlarının yaratılması ve pekiştirilmesi gerekmektedir.