Bektaşi devleti (1)

Arnavutluk Başbakanı Edi Rama, başkent Tiran’da Bektaşi tarikatı için Vatikan benzeri, egemen bir mikro devlet kurmayı planladıklarını söyleyerek Türkiye’yi de içine alan yeni bir tartışma başlattı. Bu devletin, nüfus bakımından dördüncü büyük topluluk olan Bektaşilerin siyasi merkezi olması planlanıyor.

Rama, Arnavutluk’un amaçlarının “gurur duyduğu hoşgörülü İslam versiyonunu teşvik etmek olduğunu" söylüyor. Kendisi, konuyu önce New York Times gazetesine yaptığı açıklamalarda ifade etti; daha sonra da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada açıkladı. Bu öneri, Türkiye’de bir dizi tartışmayı da tetikledi.

Bu gelişmenin sadece Balkanlar’daki Bektaşiler açısından değil Türkiye’dekiler için de etkiler yaratacağı aşikar bir durum. Türkiye’deki Bektaşiler ve Aleviler, bir inancın devletleşmesinin sakıncalarına dikkat çeken açıklamalarla Bektaşi devletine karşı olduklarını ifade ettiler. Gelin görün ki, dünyaya nizam verme isteklisi AKP’nin bürokratlarının dile getirdikleri, mezhepçi bakış açısının olanca ötekileştirme dilini içeriyor.

Daha kendi ülkesinde Alevi-Bektaşilerin temel sorunlarını çözemeyen, başta Diyanet İşleri Teşkilatı ve Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere devletin tüm kurum ve kuruluşlarıyla Aleviliği baskılayan ve Sünniliği topluma dayatan bir anlayışın parmak sallayan üslubu ibret verici.

Bilindiği üzere Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde, yasak savma babından Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı kurulmuştu.  Bu merkezin kadrolarının çoğunluğunu Sünniler oluşturuyor. Bektaşi devletiyle ilgili değerlendirme mesela bu birimin yöneticileri tarafından değil Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı’ndan geldi.

Bakan Yardımcısı Dr. Serdar Çam’ın bir gazetede yazdıkları, tamamen tehdit dolu… Kendisi önce Arnavutluk’taki gelişmeyi hafife alan bir yaklaşım sergiliyor, Arnavutluk’u küçümsüyor ve “gereksiz bir konu” diyor. Ama o “gereksiz” konu hakkında epeyce kalem oynatıyor. Anlıyorsunuz ki, “devlet kurulacaksa onu da biz kurarız” havasında olan, kibirli ve üstenci tavrından dolayı, Bektaşi Devleti fikrini küçümseme yoluna gidiyor ve "Haydi buyurun kurun şu Bektaşi devletini bir görelim bakalım" diyor.

Alevi-Bektaşilik sözkonusu edildiğinde, Sünni dünyanın küçümseme, ciddiye almama, hakaret ve aşağılama tavrı, genel bir eğilim olarak bu topraklarda oldum olası vardır. Sünnilik, her zaman için gelişmiş, “biricik hakikat” olarak görülür, Alevi-Bektaşilik ise bir sapma, zavallı (!) göçer toplulukların, kırsal kesimin inancı gibi takdim edilir. Bu, milyonlarca insanın asırlar boyunca ağır baskıya rağmen yaşattıkları inançlarını hiçleştirme, değersizleştirmek içindir ve tamamen iktidar dilidir.Tehlikeli tarafı da vardır bu bakış açısının. Hep bir güvenlik ve beka konuları eşliğinde ele alınır; dolayısıyla doğru (!) yola çekme, ıslah etme, had bildirme yaklaşımı sürer gider ki, Çam’ın yazısı, bu zihin dünyasının bütün emarelerini barındırır.

Şu cümleler Çam’a ait:

“Bu çıkışı fazlaca ciddiye alıp değişik ortamlarda gündeme getirmenin hiçbir anlamı yok. Hatta gereğinden fazla verilecek bir tepki sayesinde bu işi organize edenler, kendilerine gereğinden fazla anlam yükleyip, değişik havaya bürünebilirler. Tabii ki İslam ülkelerinin kardeşlik hukuku gereği Tiran ile (en başta Diyanet İşleri Başkanlığımız olmak üzere) birtakım girişimlerde bulunmasında fayda vardır. Ancak, konunun kitlelerce köpürtülmesinin hiç gereği yoktur. Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere böyle bir "devletçiği" kurup başlarına iş almak isteyenlere, dostları olarak biz doğruları hatırlatırız, sonra günah bizden gitmiş olur. "Kendi düşen ağlamaz" atasözünü her ne kadar hatırlatmak istesek de, maalesef kendi kendilerine de düşmemiş olacaklar. Suflörün isteği ile o tuzağa düşürülmüş olacaklar!”