Aklın yolu bir

Atalarımız boşuna dememişler, “Aklın yolu bir” diye…

Ama gel de bunu sabit fikirli bir İtalyan’a anlat…

Yapması gerekeni inat etmeden yaptığı için 3 gün önceki Galler önünde son derece silik ve mahkûm oynayan, pozisyon üretemeyen millilerimiz, İzmir’de bambaşka bir görünümdeydi…

Bir kere görev alanların hepsi yerli yerindeydi… Eren Elmalı ve Mert Müldür gerçek mevkilerindeydi. Herkesin sahada istediği orijinal santrafor olarak Umut Nayır, kanatlarda İrfan Can ve Kerem, forvet arkasında Arda, merkez ortada ise Kaptan Hakan ve İsmail Yüksek görev almıştı.

Rakip stoperleri ceza alanlarına bağlayarak oyuna katkı vermelerini engelleyen Umut Nayır, Kerem’in ilk golüne yaptığı asistin yanı sıra 25 kez topla buluşarak 3 şut attı ve ilk yarının son anlarındaki röveşatası da akıllarda yer edindi. Ama hala Montella “dediğim dedik, çaldığım düdük” anlayışında ısrarcı olduğunu, maç sonrası açıklamasındaki “Bazen problem arıyoruz, problem olmayan noktalarda” şeklindeki sözlerinden anlayabiliyoruz.

Bu durum bir kez daha bize gösterdi ki orijinalden şaşmayacaksın… Tıpkı Eren Elmalı ile Mert Müldür’ün de gösterdiği gibi… İsmail Yüksek kesiciliğiyle, savaşçılığıyla, sahada basmadık yer bırakmamasıyla vazgeçilmez olduğunu, Hakan Çalhanoğlu da organize ediciliğiyle de Ballon d'Or 2024 için boşuna aday olmadığını bir kez daha kanıtladılar.

Fizik kondisyonunu artırdığı zaman Allah vergisi yeteneğinin nasıl sihirli bir hale dönüşebileceğinden örnekler veren Arda Güler, futbolun aslında bir şov olduğunu ve ondan zevk almamız gerektiğini de bize hatırlattı.

Maçın yıldızı Kerem Aktürkoğlu’na ayrı bir sayfa açmamız gerekir. Benfica’ya transferiyle bazı G.Saray taraftarlarının haksız eleştirilerinden kurtularak kafası iyice rahatlayan genç futbolcu; 4’ü isabetli 6 şut atıp rakip ceza alanında 7 kez topla buluştu. En dikkat çekici olayı da 0.35 gibi çok düşük gol beklentisine karşın hat-trick yapmasıydı. Aslında biraz daha şanslı olsaydı gol sayısını 4’e hatta 5’e çıkarabilirdi.

Bu arada oyunun iki yönlü oynanması gerektiği de Galler maçında futbolcularımızın kafasına iyice kazınmış olacak ki hem Arda hem de Kerem bunun hakkını veren oyuncular oldular. Tüm bu düşüncelerimiz asla fanatik bir görüşle Milli Takım Teknik Direktörü Vincenzo Montella’ya “karşı” olmamız anlamına gelmemelidir. Bizim istediğimiz, İtalyan hocanın her yapıcı eleştiriyi kişiselleştirerek, gitmesi anlamında algılaması değildir. Amacımız “3 maymunu” oynayaraktan vazgeçerek, milli takımı daha iyi hazırlamak için yapıcı eleştirilerden yararlanmasını sağlamaktır.

İzlanda maçının ülke açısından iki ayrı önemi vardı…

Öncelikle Uluslar liginin B kategorisinde olmak Türkiye’ye yakışmıyor hem de Avrupa’nın sayılı liglerinde forma giyen bu kadar yetenekli bir oyuncu kadrosuna sahipken… Kura çekiminden sonra herkes artık eski gücünde olmayan İzlanda’dan çok futbolcularının büyük bölümünün Premier Ligde oynayan Galler’in bizi zorlayacağını belirtiyordu. Aslında gizli rakip bana göre 2015 yılından beri yenemediğimiz bu küçük ada ülkesi tamamıyla fizik gücüne dayalı bir futbol oynuyor ve skora ulaşmak için de duran top organizasyonlarına güveniyordu. Nitekim bize attıkları dahil 2 maçta da buldukları 3 golü de korner atışlarında elde ettiler. Galler’le deplasmanda berabere kalmak ve İzlanda’yı 3-1 yenmek bizi grup birinciliği konusunda oldukça umutlandırıyor. Türkiye’nin layık olduğu A ligine grup birincisi olarak yükselmek; 2026 dünya kupası elemelerinde başarılı olamazsak bile bize play-off’lara katılma şansı sağlayarak, 24 yıl sonra ABD, Kanada ve Meksika ülkelerinde düzenlenecek finallere gidebilme yolunu açabilecek.

Bir diğer önemli olay da bu maçın 9 Eylül İzmir’in düşman işgalinden kurtuluşunun102.yıl dönümü kutlamalarına denk gelmesiydi. Milli takımımızın bu zaferi, düşmanı denize döktüğümüz bu mutlu güne de daha da anlam kazandırdı.