Uluslararası şirketlerde üst düzey yöneticilik yaptıktan sonra radikal bir karar alarak sinema sekötrüne yönelen Film Yapımcısı ve Yönetmen İdil Berk ile Başkent olarak konuştuk. “Çocuk Oyunu”, “Emanet”, “Artakalan” adlı kısa filmleriyle ödüller kazanan İdil Berk; film sektörüne girişi, sektörün sorunları ve çözüm yollarına dair sorularımıza samimi yanıtlar verdi. Yaptığı kısa filmler sayesinde izleyicinin, onun dünyasını keşfedebildiğini belirten İdil Berk, “Adeta izleyici benim dünyamda bir gezintiye çıkıyor. İşte bence sinema benim kendimi, söyleyemediklerimi, derinliklerimi karşıya anlatabilmeme vesile oluyor” ifadesini kullandı.

·       Sizi tanıyabilir miyiz?

1971 yılında Ankara’da dünyaya gelmişim. TED Ankara Koleji’ndeki temel eğitimin ardından Hacettepe Matematik Bölümü’nü bitirip hemen çalışma hayatına atıldım. Yıllarca eğitimimin dışındaki alanlarda çalışarak iş hayatını öğrendim diyebilirim. 2000 yılının ilkbaharında aldığım bir telefon ile hayatımın değişeceğinden habersiz bir şekilde kocaman bir binada bir mülakata gittim. O ana dek yaptığım en ciddi, en profesyonel iş görüşmesiydi. Nerede olduğumu, ne iş için görüştüğümü bile tam anlayamamışken BOTAŞ’ın BTC Projesine (Bakü-Tiflis -Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı Projesi) kabul edildiğimi öğrendim. En alttan başlayıp sadece 6 aylığına girdiğim işimde 7 yıl sonra en tepeden çıkacağımı kim bilebilirdi ki? Hırs, disiplin, istek, hedef, çalışma ve emek... Asla karşılıksız kalmayacaklarını kendime ve herkese kanıtladım sanırım. Sadece petrol sektörünü değil, aynı zamanda isteyince her şeyin gerçekleşebileceğini öğrendiğim bir okul oldu benim için BTC Projesi. BTC sonrası artık hedef yurt dışıydı ve tabii ki o da oldu. Önce 3 yıl Libya, ardından da 6,5 yıllık Kazakistan deneyimleri sonrası tüm birikimin ülkem için kullanılma vaktidir diyerek ülkeme döndüm. SOCAR Petrolleri’nden gelen teklif ile İzmir’e taşındım. Ancak ülkemdeki çalışma hayatına adaptasyon sıkıntısı yaşadım ve kurumsal yaşamıma son vermeye karar verdim. İlk işe girdiğim gün 45 yaşımda emekli olacağım dediğimi anımsayarak 45 olmama tam iki hafta kala o imzayı atıp hayatımın yeni fazına geçiş yaptım. Evime, Ankara’ya dönüp emeklilikte yapılacaklar listesini içeren kırmızı kaplı defterini açtım ve sıra ile ilerledim. Önce Astroloji okulu, ardından resim dersleri, aralarda dünya gezileri derken içimdeki teknik insan hareketlenmeye başladı ve kendi yazılım firmamı kurma kararı aldım. Onca profesyonel yılın birikimi ile kafamda yapılması gereken pek çok yazılım vardı ve her birini de gerçekleştirdim. Ancak fark ettim ki hiçbir hobim yok. Hadi dedim belediyenin tiyatro kursuna yazılayım. Tam da pandemi dönemindeydik. Suratımızda maskelerle ne öğrenebildiysek artık... Kursun bitiminde tüm öğrencilerin sahneye çıkacağı bir oyun hazırlandı. Proje sunumları hariç hiç sahnede bulunmamış biri olarak çok heyecanlıydım. Oyunun başlamasını beklerken sahne arkasından siyah perdeyi aralayıp seyircilere baktım. Tüm salon doluydu, sahne kocamandı. Az sonra orada olup onca insanın önünde performans sergileyeceğimi düşündükçe terledim, titredim, soluğum hızlandı. Ve o tür bir heyecanı çok uzun yıllar hiç yaşamamış olduğumu fark ettim. Ne terfi ederken, ne dünyanın öbür tarafında bir ülkeye seyahat ederken, ne alışveriş yaparken... Ve bu hissin peşinden gitmeye karar verdim. Evet, oyuncu olacaktım. İşte yaşamımın bu fazı da böyle başladı.

“FİLM SEKTÖRÜNÜN FARKLI DİNAMİKLERİ VAR”

·       Oyunculuk eğitiminden sonra profesyonel sinema sektörüne girişiniz nasıl gelişti?

Oyunculukla ilgili bazı eğitimler aldım, kendimi hazırladım, ajanslara kaydoldum. Ama hiç alışık olmadığım bir şey oldu. İstiyordum, çalışıyordum, emek de veriyordum ama rol gelmiyordu. Bu sektör benim bildiklerimden bir hayli farklıydı tabii. Farklı dinamikler, farklı algoritmalar vardı. Bir gün arkadaşlarımla otururken şu cümleler çıktı ağzımdan; “eee yeter ben böyle oturup rol mu bekleyeceğim, kendi filmimi kendim çekerim.” Ağzımdan dökülen sözlere önce kendim bile gülmüştüm, keza arkadaşlarımın nasıl da dalga geçtiğini, nasıl espriler yaptığını tahmin edersiniz. Ama o sözler ağızdan çıkmıştı bir kere ve evrene doğru gerçekleşmek üzere yol almışlardı bile. Ve işte bugün buradayım, size hikayemi anlattığıma göre bir şeyler başarmışım.

·       Sinemanın işlevleri ve size kattıkları hakkında neler söylersiniz?

Ben çok fazla konuşan ve kendini anlatan biri değilim. Derdimi de, isyanımı da içimde yaşarım. Belki de bu yüzden yazdım hep. Şimdi de yazdıklarımı görsel hale dönüştürme yolu ile tanıştım. Düşünsenize sizin düşüncenizi, sizin hayalinizi, sizin bakış açınızı insanlar ekranda izliyor. Adeta izleyici benim dünyamda bir gezintiye çıkıyor. İşte bence sinema benim kendimi, söyleyemediklerimi, derinliklerimi karşıya anlatabilmeme vesile oluyor. Sinemanın bana bir diğer katkısı da ben göçüp gittikten sonra arkamda bir şeyler kalacak olması. Çocuk yapmayı tercih etmedim bu hayatımda. Yani benden geriye kalacak bir şey yok eserlerimin dışında... Geldik, yedik içtik, dünya kaynaklarını tükettik, geriye hiçbir şey kalmasın mı ama...

·       Sinema sektöründe “çekirdekten yetişmenin” getirdiği avantajlar herkes tarafından biliniyorken, sizin bu sektöre sonradan girip başarılar elde etmenizin püf noktalarını açar mısınız? 

Kendine inanmak, ne istediğini bilmek, çok ama çok çalışmak, kimselerin negatif yorumlarını dinlememek ve kimseyi beklememek diyorum. Zaman kıymetli, eğer insan bir hedef koyuyorsa arkasına bile bakmadan oraya doğru ilerlemeli. Ben bunca yılda bunu öğrendim.

           

·       “Çocuk Oyunu”, “Emanet”, “Artakalan” kısa filmleriniz ödüllere layık görüldü. İzlemeyenler için bu filmlerinizden ayrıntıları ve çıkış noktasını anlatır mısınız?

“Çocuk Oyunu” benim ilk filmim. Hiçbir şey bilmeden yaptım ama şu ana dek en başarılı olan film de o. Açıkcası bir denemeydi benim için. O kadar hoşuma gitti ki kameranın arkasında da olmak… Durmadan devam ettim. Bu sektörde eğitimi olmayan biri olarak deneme-yanılma yöntemi ile öğrenebileceğimi düşünüyorum o yüzden ardı ardına filmler çektim ve çekiyorum. “Emanet” ve “Artakalan” için sipariş proje diyorum. İkisi de temasını okuduğum ve katılmayı hedeflediğim festivaller için yazıldılar.  “Artakan” diğer çalışmalarımdan farklı çünkü gelecekte geçiyor, distopik bir dünyayı anlatmaya çalıştım. Açıkcası onu tekrar çekmeyi düşünüyorum. Maalesef doğru bir ekiple çalışılmadığı için çekimi de, kurgusu da istedğim seviyede olamadı. İşte bunlar hep öğrenilmiş dersler benim için. Önemli olan hatalardan öğrenebilmek.

·       Evrensel boyutta tüm toplumlara hitap edebilecek yerli filmlerimiz neden ülkemizde değer görmüyor? Bu bağlamda ülkemizde film izleyenlerin bilinçli şekilde “recep ivedikleştirildiğine” inanıyor musunuz?

Türkiye'de yerli filmlerin genel olarak sadece belirli türlerde yoğun ilgi gördüğü ve diğer türlerin gölgede kaldığı bir gerçek. Bu durumun birçok nedeni var elbette. En önemli neden ise yapımcıların ticari kaygıları. Özellikle de günümüzde her şeyin fiyatının günbegün artmakta olduğu ekonomik kaos sinema sektörünü de etkiliyor. Yapımcılar belirli türlerdeki filmleri daha fazla kar getireceğini düşündükleri için o yöne yöneliyorlar. Bunun yanı sıra, kitlelerin tercihleri ve talepleri de belirleyici tabi. Bazı sektörlerde olduğu gibi, film endüstrisinde de talep ve arz arasında bir dengesizlik söz konusu. “Recep İvedikleştirme” kavramı ise aslında bir algı meselesi. Evet, Recep İvedik gibi popüler filmler geniş kitlelere ulaşabiliyor ve belirli bir takipçi kitlesi tarafından seviliyor. Ancak bu, diğer türlerdeki yerli filmlerin yok sayıldığı anlamına gelmez.

“DEVLET VE ÖZEL SEKTÖR FİLM PROJELERİNE DESTEK VERMELİ”

·       Türk sinemasının başarısını bireysel aktörlük ya da yönetmenlik ile sınırlı kaldığını görüyoruz. Dünyada Türk sinemasının itibarı size göre hangi koşullar sağlanırsa hak ettiği yere gelir?

Türk sinemasının uluslararası alanda daha fazla tanınması ve itibar kazanması için birkaç önemli faktör var kanımca. Daha çeşitli ve kaliteli filmler üretilmesi gerekiyor. Farklı türlerde, farklı konularda ve farklı tarzlarda yapılan filmler uluslararası alanda daha fazla dikkat çekebilir. Ancak burada kullanılması gereken yeni teknolojiler, bu teknolojilere hakim yerel iş gücü ve maliyetler devreye giriyor tabi. Buna çözüm olarak hem devletin hem de özel sektörün film projelerine destek vermesi gerektiği aşikar. Sadece belirli yönetmenlerin filmlerinin uluslararası film festivallerine katıldığını görüyoruz. Bunun sebebine de bakmak gerekir. Çünkü bu festivallerde ödüller kazanılması Türk sinemasının itibarını artırabilir. Uluslararası alanda prestijli festivallerde ödül kazanan Türk filmleri, dünya çapında daha geniş bir izleyici kitlesine ulaşabilir. Bir diğer konu da Türk filmlerinin uluslararası dağıtım ağlarında daha etkin bir şekilde yer alması. Filmlerin dünya çapında daha geniş bir izleyici kitlesine ulaşabilmesi çok önemlidir. En azından bu faktörlerin bir araya gelmesi ve Türk sinemasının uluslararası alandaki etkisinin artmasıyla, Türk sineması hak ettiği yere gelebilir ve dünya çapında daha fazla saygı görebilir.

·       Dünyayı saran Hollywood son dönem film yapımlarında “orijinal konu bulamama” ya da “tekrara düşme” sorunu hakkında neler söylersiniz? Bu durum alternatif coğrafyalardan çıkan yapımları olumlu anlamda etkiliyor mu?

Hollywood'un orijinal konu bulma veya tekrara düşme sorunu uzun süredir konuşulan bir konu. Büyük stüdyolar genellikle güvenli ve ticari başarı garantili projelere yönelirler ki bu da yenilikçi ve yaratıcı fikirlerin geri planda kalmasına neden oluyor. Ancak, bu durum alternatif coğrafyalardan çıkan yapımları olumlu etkiliyor, çünkü izleyiciler farklı ve yenilikçi hikayeler arayışındalar. Özellikle son yıllarda Asya, Avrupa ve Latin Amerika gibi bölgelerden çıkan filmler uluslararası alanda daha fazla ilgi görüyor ve ödüller kazanıyor.

“İNSAN TÜKETTİĞİNİN YERİNE BİR ŞEKİLDE ÜRETMELİ”

·       Film sektörünün yanında dikkat çekici resim eserleriniz de var. Sanat olgusunda çok yönlü olmak sanatçılara ve sanatseverlere ne katar?

Evet, resim de yapıyorum. Ayrıca müzikle de uğraşıyorum. Tabi bunlar kendimce, asla profesyonel bir yaklaşımım yok. Sanatın tüm dallarına olan kabiliyet, kabiliyet olmasa da üretme isteği çok önemli. İnsanı ruhen besleyen, yaşama bağlayan şeyler bunlar. Hep söylüyorum, insan tükettiğinin yerine bir şekilde üretmeli. Evrenin alma-verme dengesini ancak böyle koruyabiliriz. Ben evreni bir radyo gibi hayal ederim. Evren radyosundan farklı frekanslarda yayın yapar ve her ruh kendine uygun frekanstaki yayını duyar. Kısacası sanat dalga boyutuna geçtiğinizde o frekanstan yapılan tüm yayınları duyuyorsunuz ve sanatın her alanında başlıyorsunuz üretmeye. Farklı sanat dalları ile uğraşmanın sanatçıya olan getirisi aşikar, çeşitlilik yelpazesi beyinde başka başka kanallar, başka başka fikirler açıyor. Sanatseverlere ise takip ettikleri sanatçının varını yoğunu sanata hasrettiğini gösteriyordur diye tahmin ediyorum. Ben sanatın her dalında olan kişilere “seçilmiş insan” derdim eskiden. Onlar evrenin radyosundan neler dinliyor acaba diye düşünürdüm. Ne mutlu ki ben de duyuyorum artık o tınıları.

·       Sinema sektörde kadın yönetmen olmanın herhangi bir zorluğu var mı? Daha çok başarılı kadın yönetmen ya da senarist yetişmesi için gerekli girişimler ne olmalı?

“İnsan sevdiği meslekte başarılıdır” “İnsan sevdiği meslekte başarılıdır”

Profesyonel iş yaşamımda da genelde çok eril ortamlarda bulunmanın ve hep yönetici olarak çalışmış olmanın getirdiği bir durum sanırım, fazla dominantım ve ben setin kadın yönetmeni olmak ile ilgili bir sorun yaşamadım şu ana dek. Sadece alçak ses tonu ile konuşmamın erkek sesleri arasında kaybolduğunu ve sesimi duyuramadığımı fark ettiğim anlar oluyor. Kesinlikle bir megafon kullanıp setteki tüm erkek seslerini bastırmayı planlıyorum. Ben sektörde çok fazla kadın olduğunu gözlemliyorum. Ve bu sayının artmasını desteklemek için çoğu festival kadınlara özel kategori ekliyor. Yapım desteği ve fon veren kuruluşların kadın girişimcilere de ilgisi bir hayli yüksek. Belki kadın dernekleri bünyesinde ya da sponsorluğunda kadınları özendirmek ve eğitmek adına kurslar ve atölyeler organize edilebilir.

·       Gelecekte uzun metraj film çalışmanız olacak mı? Olursa ülkemizdeki hangi sosyal-bireysel sorunu ele alırsınız?

Uzun metraj işine girer miyim şu anda bilemiyorum, açıkçası pek ilgimi çekmiyor çünkü onu kolay buluyorum. Anlatmak istediğinizi uzun uzun diyaloglarla verebiliyorsunuz seyirciye, vaktiniz var ne de olsa... Kısa film öyle değil, kısacık bir zaman diliminde çoğu zaman da diyalogsuz olarak bir fikri vermek çok zor. Dediğim gibi uzun metraj yapmak konusu şu anda planlarım içerisinde yok ama şimdilerde senaryosu üzerinde çalışmakta olduğum bir mini dizi projem var; psikolojik gerilim... Uzun metraj yapacaksam da insan ilişkilerinin ve yaşanmışlıkların insan ruhunda yarattığı travmaların sonuçlarını işlerim diye düşünüyorum

Muhabir: Tolga ALCA